AHMET ARİF
- sulzam1956
- 1 Haz 2024
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Eyl 2024
Ahmet Arif, bu ülkenin yüz akı bir şair, bir kâmil insan ve acılarla yoğrulmuş bir aydınıdır.
Ahmet Arif, yaşamı boyunca acılar çekmiş ve büyük hüzünler yaşamıştır. Şu bir gerçek ki acı, insanı daha da dirençli, iradeli ve kararlı kılmaktadır.
Ahmet Arif’te acılarla yoğrulmuş, olgunlaşmış, bir çağlayan gibi taşmış ve bu bilinç belleğinde ki sözcükleri harekete geçirmiş ve dizelere dönüşmüş ve duygular, düşünceler dış dünyasına akmış. Bu bağlamda Ahmet Arif, yaşamı boyunca acılara, yoksulluğa, işkencelere, sorgulara vs. direnmiş, inandığı değerlere sıkı sıkıya sarılmış, düşüncelerini açıklamaktan korkmamış ve bilgisini halkının yararına kullanmış olan bir aydındır.
Bu değerli şair ve aydın, 1927 yılında Diyarbakır’da dünyaya gelmiştir. Asıl adı Ahmet Hamdi Önal’dır. “Arif” mahlasıdır. Sonradan almıştır.
Ahmet Önal, daha 2 yaşındayken annesi Erbili Sare, kardeşini doğururken ölmüş ve öksüz kalmıştır. Arife anası büyütmüştür. Babası, Kerküklü Arif Hikmet’tir. Babası, Diyarbakır Nüfus Müdürlüğünde çalışmıştır. Diyarbakır’dayken anaokuluna gitmiş ve burada okuma-yazma öğrenmiştir. Babasının görevi nedeniyle bir zaman sonra Siverek’e yerleşmişlerdir. İlkokulu Siverek’te, ortaokula Diyarbakır’da başlamış ve Urfa’da bitirmiştir. Liseyi yatılı olarak Afyon’da okumuştur. 1947 yılında askere gitmiş ve askerden döndükten sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kayıt olur. 1948 yılında Merkez Bankası’nda memur olarak işe başlar. Hem çalışır ve hem de okuluna devam eder. O yıllarda komünist partisinin gençlerinin yer aldığı Türkiye Gençler Derneği’ne üye olur. Siyasi görüşleri nedeniyle 1951 yılında 141. Maddeden yargılanır serbest kalır fakat 1952 yılında tekrar tutuklanır ve 2 yıl hapis ve 6 ay gözetim altında kalma cezası verilir. Hapis cezası 1955 yılında biter ve tahliye olur. Hapishanenin dört duvarı arasında yaşadığı duygu yoğunluğuyla şu ünlü dizelerini yazar:
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğrunda ölümlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahzun resim.
Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…
Ahmet Arif, dağlarına, ormanına aşıktır, doğaya tutkundur. Sevgisini içten yaşayandır. Zindanlarda kaldığı süre içinde, kendisini çepeçevre saran taş duvarlarla konuşmuş, duygularını, özlemlerini sessiz duvarlara anlatmış, duvarlarla konuşmuştur. Duvarlarda konuşur, doğanın da dili vardır. O dili ozanlar, şairler, bilim insanları çözerler ve aktarırlar. Ahmet Arif’te sessiz doğanın sesi olmuş ve kendi sesini sessiz doğaya katmıştır.
Cezası bittikten sonra Ankara’ya yerleşir fakat burada da rahat edemez çünkü sürekli polis gözetimindedir. Bu nedenle okulu bırakmak zorunda kalır. Çeşitli (Öncü ve Halkçı gibi) dergilerde şiir ve makaleler yazar, düzeltmenlik, teknik sekreterlik ve gazetecilik yapar.
Ahmet Arif, 1967 yılında Aynur Hanım’la evlenir. 1972 yılında bir oğlu olur ve adını Filinta koyar. 1977 yılında gazetecilikten emekli olur.
Ahmet Arif, 02 Haziran 1991 tarihinde kalp yetmezliğinden dolayı bu dünyadan göçmüş ve sonsuzluğa akmıştır.
Gömütü Ankara’da Cebeci Mezarlığındadır. (Wikipedia vs)
AHMET ARİF’İN ŞAİRLİK YAŞAMI
Ahmet Önal, özündeki derinliği fark edip, şiirler yazmaya başlayınca “Arif” mahlasını almıştır. Kültürel veya sanatsal kimliğini Ahmet Arif olarak kullanmıştır. “Arif” sözcüğü olgun, bilgili, anlaklı, düşünceli, anlayışlı vs. gibi en üstün insani değerleri yansıtan anlamlar içermektedir. Ahmet Arif’te bu nitelikleri taşımış olan bir yüce şairdir. Şiirlerinde örgü, kurgu ve anlam bütünlüğü onu çok farklı kılmaktadır. Hayatın içinde zorluklar yaşamış, yoğrulmuş, yaşamın pratik değerlerini, dirimsel koşulların varlaştırdığı olaylardan ve olgulardan beslenmiş ve dış dünyanın insanlar üzerinde bıraktığı olumlu ve olumsuz izlerini şiirlerinde olanca gerçekliğiyle yansıtmasını bilmiştir.
Daha küçük yaşlarda, ortaokul yıllarında şiir yazmaya başlamış olan Ahmet Arif, Afyon’da lisede okurken edebiyata ilgi duymuştur. İlk şiirlerini 1942 yılında 15 yaşındayken Halkevi’nin yayın organı olan Taşpınar dergisi ile Millet dergisinde yayımlanmıştır. Atilla İlhan’ın düzenlediği ve Varlık dergisinin yayımladığı “Şiirler 1948” adlı antolojide Rüstemo başlıklı şiiri ilk şiirlerden sayılmıştır. Daha sonraları “Bir Akşamüstü” isimli şiiri Meydan dergisinde yayımlanır. Sonraki yıllarda İnkılapçı Gençlik, Yeryüzü, Soyut, Militan, Türk Solu, Kaynak, Papirüs vs. gibi dergilerde şiirleri çıkmıştır. Her bir şiiri okuyanları derinden etkilemiştir. Fikret Otyam ile yaptığı röportajlarda söylediği şiirler elden ele dolaşmış ve ünü yayılmaya başlamıştır.
Ahmet Arif, birçok şiir üretmiştir. Yaşamı boyunca “Hasretinden Prangalar Eskittim” tek bir şiir kitabı çıkmıştır. Ahmet Arif’in en yoğun işlediği konular arasında özlem duygusu öne çıkmıştır. Kitabının ismini de uzak kalmış olduğu ailesine, dostlarına, akrabalarına, arkadaşlarına vs. duyduğu hasret, özgüleme vs. olmuştur.
Hasretinden Prangalar Eskittim şiir kitabı 1968 yılında Kasım ayında yayımlanmış ve kitap kitap Bilgi Yayınevinden çıkmıştır. Kitap yayımlandıktan sonra kısa sürede tükenmiş ve art arda yeni baskıları yapılmış ve bugün 60 yakın baskıya imza atmıştır.
Ahmet Arif, şiirlerinde Anadolu insanının yaşamını, Anadolu’nun taşını, toprağını, coğrafyasını, güzelliklerini anlatmıştır. Şiirleri lirik, didaktik, imgeleri çok güçlü bir tonlama içerir. Dizelerinde pastoral ve toplumsal olaylara vurguları öne çıkar.
Ahmet Arif’in ikinci şiir kitabı, kendisi Hakk’a yürüdükten sonra oğlu tarafından derlenerek “Yurdum Benim, Şahdamarım” (2003) olarak basıldı.
Ahmet Arif, çağdaş Türk Şiirinin en önemli temsilcilerinden birisidir. Dizleri duru akan bir çağlayan gibidir. O dizeleri okuyan her insan büyük bir duygu yoğunluğu yaşar. Anltımı toplumcu gerçekçidir. Hayatın zorluklarını, yaşamın izdüşümlerini ve insanların toplumsal olaylar karşısında karşılaştıkları sorunları açıkça dile getirir. Yaşadığı zorlukları anlatır, gördüğü baskıları, işkenceleri dizelerinin arasında ustaca yansıtır. Köylünün, emekçinin, işçinin, yoksulun, sorunlarını dile getirir. Ahmet Arif, halk gibi düşünen ve halk gibi konuşan bir şairdir. Halkın sorunlarını yansıtırken korkusuzdur ve bedel ödemeyi göze alarak halkının acılarını, sömürüsünü yazmaktan çekinmemiştir. Ahmet Arif, aşkını, sevgisini, özlemini o kadar derin cümlelerle ve alegorilerle ve imgelerle anlatmıştır ki, o sözcükleri çok ustaca kullanmıştır.
Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni… diyen ve özlemi, sevdayı, ayrılığın bir insanın tinsel yaşamında var ettiği derin etkiyi bu kadar içten yazan bir şairdir. O, hapishanelerin duvarları arasında da sevdasını, sevgisini içinde yaşamış ve hayata tutunmayı bilmiştir. Tütünsüz, sigarasız, uykusuz kalmış ama sevdasız asla… İşte insanı en zor koşullarda bile hayatta tutan güç sevdadır, sevgidir. Bu dizler de bu duygular çok özgün bir şekilde ortaya konmuştur.
Cemal Süreyya “Hasretinden Prangalar Eskittim” için “Yaşsız bir şiirdir, günün değil, çağın değil, çağların “aktüalitesiyle” doludur (…) demiştir. (İhsan Işık; Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, Cilt 1, s.77)
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Art-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana…
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…
Ahmet Arif, sevdiğine sesleniyor. Sevdasını herkese anlatmak istiyor. Arif, doğayı seviyor, insanı seviyor, hayatı seviyor… Bunları çocuklara, kahramanlara anlatmak istiyor. Halden anlamazlara değil… O, yıllarca sevdiklerinden ayrı kalmış ve yalnızlık duyusuyla perçinleşmiştir. Yıllarca zindanlarda geçirdiği uykusuz geceleri dile getiriyor. Dışarıda o rengârenk, çok çeşitli görünümlü yapısını, gürül gürül akan derelerin sesini, rüzgârın serin esintisini, akan yıldızın gökteki görüntüsünü okyanusun dalgalarını ve dopdolu doğanın sesini duyamadığını, birçok güzelliklere dokunamadığını vs. belirtiyor. O, sevdiğini gördüğü her şeye anlatmak istiyor. Sevdasını haykırıyor. Bu sevda, eksikliğini duyumsadığı her şeyedir. “Yokluğun, cehennemin öbür adıdır/ üşüyorum kapama gözlerini” diyen şair, o kadar somut ve gerçekçi konuşuyor ki, şair, “cehennem, özlemin, hasretin, yoksunluğun vs. adıdır” diyor.
Ahmet Arif, hasretini o kadar derin yaşıyor ki, bu duyguyu tüm hücrelerinde duyumsuyor. Örneğin:
“Akşam erken iner mahpushaneye
Ejderha olsan kâr etmez
Ne kavgada ustalığın
Ne de çatal yürek, civan oluşun.
Kâr etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete…” şair, “hiçbir erkin, gücün, hasretten, ayrılık duygusundan, yoksunluk hissedilen değerden vs. daha güçlü değildir” diyor.
“Beşikler vermişim Nuh'a,
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Anan dünkü çocuk sayılır,
Anadolu’yum ben,
Tanıyor musun?
Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele güne karşı çıplak…”
Bu dizeler şairin Anadolu’ya, Anadolu’nun değerlerine ne kadar çok derinden bağlı olduğunu göstermektedir. Anadolu tarihinim on binlerce yılların ötesine taşındığını belirten şair, “Nuh’un tarihinin” daha dünkü çocuk olduğunu belirtir. Bu kadar tarihi mirasa ve kültürel değerlere sahip olan Anadolu insanının bu kadar geri kalmasına, yoksul bırakılmasına isyan ediyor ve bu durumdan utanç duyduğunu söylüyor. Hiçbir nesne, hiçbir şey, kendisi olmadan, evrensel olamaz. Önce varoluş ve sonra bütünsel algı… Dolaysıyla yerel olmadan evrensel olunamaz. Evrensel olunmadan da bütünsel oluşumun farkına varılamaz. O halde yerelden evrensel ulaşmak ve evrensellik içinde yereli bilmek, algılamak, bu ikisi arasında kopmaz bir bağ olduğunu kavramak önemlidir. Ahmet Arif, bu bütünselliği kavramış olan bir ozandır.
“Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne-üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile.
Dayan rüsva etme beni...
Bu dizeler, zorluk karşında direnmenin gücünü sunmaktadır. Karşıtlık içinde varlaşan her olay ve olgunun hangi cihetinde yer alacağın önemlidir. Ahmet Arif, iyinin, güzel olanın, ezilen halkının, sömürülen emekçinin, doğrunun, adaletin vs. yanında yer almıştır. F Fesatçıya, sömürene, dışlayana vs. karşı durmak, bu için okuyup bilinçlenmek ve kararlı bir duruşla yaşama direnmek, şairin en temel duruşu olmuştur. Ahmet Arif, insanlara “umut vermekte, sevgiyi önceleyin demekte, sorunlara karşı direnmenin gerekli olduğunu” belirtmektedir.
“Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü…
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü…
Bu, namustur künyemize kazınmış,
Bu da sabır, ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü…”
Adiloş Bebem,
Bu dizeler toplumsal gerçekliği en yalın bir söylemle dile getiren dizelerdir. Adaletsiz gelir dağılımının var kıldığı toplumsal eşitsizliğin temel kaynağı olan adil paylaşımın gerçekleşmemesinin ve sistem egemenlerinin kaynakların büyük bir bölümüne sahip olmalarının vs. getirdiği bir sonuç olarak yoksulluğun yaşandığı her ailede, her ortamda bebekler, çocuklar gereğince beslenemezler. Adiloş Bebe’de bunlardan birisidir. Ahmet Arif, tüm Adiloş Bebelerin sesi olmuştur. Gelir dağılımını bozan, kaynakların adil dağılımına engel olan, kâr güdüsüyle davranıp düşük ücretlerle insanları yoksulluğa mahkûm eden vs. sistemin egemenleri, Adiloş Bebelerin yoksul yaşamasının nedenidirler. Şair bunları “engerek ve yılan, ekmeğe göz koyan vs.” olarak sunmaktadır. Bu dizeler toplumsal gerçekliği ortaya koyan dizelerdir.
Bu değerli şairimizi saygıyla ve sevgiyle anıyorum…
Comments