top of page

ALEVİLİĞİN DÜŞÜNCE DÜNYASI



Doğada hiçbir şey tek bir şeyden beslenmediği; tam tersine bir şeyin çok şeyden beslendiği gibi; düşünceler de tek bir kaynaktan değil, bir çok kaynaktan beslenmiştir. Nasıl ki her oluşun bir geçmişi, bir gelişim süreci, onu var eden dirimsel koşulları vs. varsa; düşüncelerimizin de oluşmasında, artışında, gelişiminde, olgunlaşmasında ve genişlemesinde de mekanlar, koşullar, süreçler ve geçmişler vardır. Dolayısıyla düşüncelerimiz de; ünlü fizikçi  Richard P. Feynman’ın (1918-1988) belirttiği gibi “bir bütün, bir tümsel yapı, onu oluşturan “geçmişlerin toplamıdır.”” Bu bağlamda düşüncelerimiz de onları oluşturan tüm değerlerin toplamıdır ve bu değerler geçmişten beslenmiştir. Dolayısıyla her bütün, her sistem, her yapı, “geçmişten beslenmişlerdir ve geçmişin içinden doğmuşlardır. Günümüzün evrimsel biyologlarından biri olan Richard Dawkins (1941-   ) buna “Memler” demiştir. 

Dawkins’e göre “memler”; sosyal ve kültürel değerlerin nesilden nesile aktarılması ve bir bakıma kültürel genlerdir. Yani “Memler” bir bakıma geçmişin bugüne aktarılması, bir anlamda kültürel iletimlerdir.” (  https://tr.wikipedia.org/wiki/Mem)

      Bu bağlamda şunu diyebiliriz ki Alevilik de bugünkü anlamıyla “mutlak kendisi değildir”. Esasınd evren de salt kendisi olan hiçbir şey yoktur. Çünkü bir şey, başka bir şeyin veya şeylerin varlığıyla varlık bulmaktadır. Bu anlamda da Aleviliği oluşturan değerlerin de kadim dönemden bu yana geldiğini görebilmekteyiz. Bu anlamda tüm diğer inançlar, öğretiler vs. gibi Alevilik de geçmişten beslenmiş ve süreç içinde kendisine uygun düşen geçmiş değerleri kendi yapısına aktararak kendisini oluşturan “değerler toplamını” belirlemiş ve taşıdığı değerlerle de  kendisini, başka düşünce sistemlerine ve inançlara karşı duruşunu, farkındalığını ortaya koymuştur.

            Şu denebilir ki, “Aleviliğin Düşünce Dünyası”, çok geniş kaynaklardan beslenmiş ve süreç içinde insanlığın ortak kültürel değerlerini içselleştirmiş ve tarihin süzgecinden akıp gelerek, günümüz dünyasında da ilgi uyandıran bir düşünce yapısını var kılmıştır. Bu düşünce dünyası, dünyayı her türlü olumsuzluktan kurtaracak olan, insanı temel alan, sevgiyi önceleyen ve toplumu eşitlikçi bir yapıya kavuşturmayı savunan bir ütopyayı özünde barındırmış olan vs. bir dünyadır.

            Şu bir gerçek ki her nesne, her olay ve olgu, daha kendisi olmadan yani beden bulmadan önce de bir başka konumdaydı. Bu düşünden hareketle denebilir ki; bir şeyin var olmasını sağlayan koşullar oluşmadan, o şeyin varlaşması olanaksızdır. Alevilik de böyledir.

            Bilinmelidir ki, bugün Aleviliği oluşturan temel değerlerden birçoğu, birkaç bin yıl önce bir başka inancın, bir başka öğretinin, bir başka topluluğun vs değerleri içinde yer alıyordu. Esasında bu olgu diğer inançlar ve dinler için de geçerlidir.

            O halde, hiçbir nesne “birden bire” oluşmuyor. Her şeyin bir geçmişi, aşılanma, mayalanma vs. dönemleri bulunmaktadır. Örneğin: Bir insanın dünyaya gelmesi için önce aşılanması, mayalanması, sonra da bedenlenmesi için dokuz ay on gün gerekiyor. Bir çorbanın yapılması belirli bir süreyi kapsıyor. Bir tohumun toprağa ekilmesinden sonra ürün vermesi için belli bir süre beklemek gerekiyor vs… Bu anlamda, bir düşünce sistematiğinin beden bulması da hemen bir günde oluşmuyor. Bunun içinde bin yıllar, yüz yıllar vs gerekmiştir. Bu anlamda da “hiçbir şeyin tek bir geçmişi yoktur”…

            Böylece, binlerce yıl içinde oluşan bir inancın, bir değerler toplamının, bir düşünce dünyasının, birçok değerleri kendi içine taşıdığına tanık olmaktayız. Bu düşünce dünyasının adı Alevilik-Bektaşiliktir.

            Bu bağlamda, Alevilik-Bektaşiliğin; dünyada varlaşan birçok inancın en üstün değerlerini içine alması, insanlığa yararlı olacak değerleri seçmesi; akla uymayan değerlerini çağdaş değerlere göre elemesi, sorgulayıcı bir düşünce yapısı oluşturması, kendisini bu koşullar çerçevesinde var kılması onu diğerlerinden farklı kılmıştır.  Bu yapının oluşması yıllarca süreci kapsamıştır. Bu düşünce dünyasının ve inanç biçiminin en temel özelliği, insani her değeri kendi öğretisine katarak onu yaşatması, aynı zaman da onu evrensel bir inanç konumuna getirmiştir.

            Önceki sayfalarda verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, Alevilik on binlerce yıldır insanlığın var ettiği değerlerden beslenmiş ve bedenleşmesini bu değerlerle gerçekleştirmiştir.

            Alevilik, dirimsel gerçekliği asla dışlamayan, doğanın gerçekliğini düşüncesine yansıtan, nesnel olguları ve olayları bağıntıları ve nedensellikleri içinde değerlendiren, maddi dünyanın verilerini, düşünsel dünyanın temel belirleyicisi olarak da göre bir felsefeyi savunmaktadır.

            Yalnızca, deneyimlenemeyeceğinden, test edilemeyeceğinden ve dirimsel gerçekliği yaşatılamayacağından dolayı,  ilk neden (nedenlerin nedeni) konusunda metafizik- idealist bir açıklama yapmaktadır.

            İlk neden Tanrı mıdır? Yoksa oluşum, enerji her zaman var mıydı?

            Şunu en başta belirleyelim ki Alevilik, bir yaratıcıyı öngörmez. Aleviliğe göre, her şey vardan varlaşmıştır. Ama her şeyi var kılan en temel “öz” vardır. Bu “öz” enerjidir. Buna, hangi kavramı yüklersek yükleyelim, (ister Tanrı, ister enerji, ister Hak, vs. diyelim) sonuçta bu değişmiyor. Çünkü kavramlar insana ilişkindir  ve kavramlara anlam yükleyen de insandır. Doğanın bir doğrultusu ve işleyişi vardır ve hiçbir güç o doğrultuyu ve işleyişi tersine çeviremez. Eğer doğa bitime gidecekse o da doğa yasasına uygun bir şekilde gerçekleşecektir. Esasında doğum ve bitim (ölüm), birbirini var kılan iki olgudur ve bir bütündür. Birisinin olduğu yer de diğeri de vardır. İki karşıtlık gibi görünse de esasında ikisi bir bütündür.

            Bu anlamda Alevilik, Nesnel İdealizm ve Materyalizm karışımı bir felsefi duruşu içermektedir.

            Nesnel İdealizm; Varlığı insan düşüncesine bağımlı olarak görmez. Yani varlık insan düşüncesinin dışındadır. Buna karşın tüm varlığı kapsayan, tümel (bütünü kapsayan) bir akıl ya da tanrısal bir düşünce olduğunu kabul eder. Bu anlamda taşın da, kayanın da, suyun da, ağacın, da, kuşun da, yağmurun da vs. aklı vardır.

            Teolojisini Südur Kuramıyla açıklayan Alevi Bilgeleri, her şeyin Tanrı’dan, fışkırarak (nur-ışık-enerji) açığa çıkıp önce Hakk olduğunu; Hakk’ın devinmesiyle “aklın” oluştuğunu, aklın (eril güç) devinmesiyle nefsin (dişil güç) varlaştığını ve bu iki gücün karşıtlığıyla ve bu karşıtların birleşmesiyle de tüm nesnelerin (insan da dâhil) meydana geldiğini belirtmektedirler. Sonuç olarak Südur, evrenin, nesnelerin vs., “aklın” (yani ışığın, enerjinin) tekamül etmesiyle, ışığın, yeğin bir konumdan yoğun bir konuma doğru evrimleşmesiyle, ışığın, dalgadan parçacığa doğru akarak, daha da yoğunlaşmasıyla oluştuğuna dönük bir düşünce sistematiğidir. Bura da akıl, bir şey, kendisi olmadan, önceki boyuta bağlı olarak ortaya çıkmasını sağlayan itici gücün karşılığıdır. Yani bir şeyin kendisini var kılması, kendisinden önceki bir başka varlığa bağlı olarak gerçekleşir. Dolayısıyla her şeyin, bir şeyden ortaya çıkması “akıl” olarak kavramlaştırılmıştır. Çünkü akıl Arapça “akl”den dilimize girmiştir. Arapça da “akıl” aslen Arapça "deve bağı" demektir; ayrıca bağlılık, sakinlik, durgunluk da ifade eder. (ttps://www.etimolojiturkce.com/kelime/akıl)

            Diğer bir yanıyla Alevilik Öğretisi, vahdet-i mevcut anlayışıyla bu görüşe yakın durur ve var olanların toplamını Tanrı olarak görür ve doğanın da bir aklının olduğunu var sayar. Hermes ’in dediği gibi, “her şey her şeyin içindedir”; hiçbir şey, başka bir şeyden ayrı değildir.

           Bugün, kuantum da bize buna yakın bir düşünceyi açıklamaktadır. Kuntum dünyasında yani atom ve atom altı parçacıklar evreninde, her şey her şeyin içindedir. Orada sen-ben-o vs. yoktur; bir bütünlük söz konusudur. Ama nesnel dünyada, yani insan bilincinin kavradığı evrende, bu bütünlük algılanamamakta ve insanı etkileyen görünmez olanın (gizil nesnelliğin) etkisiyle bu olgu insan bilincinde “idealist” bir algıya dönüşmektedir.

            Esasında nesnel idealizm, “gizil nesnelliğin” bir sonucudur. Gizil nesnellik, her zaman tanrısal bir algı oluşturur. Gizil nesnelliğin sembolü 0 (sıfırdır). Her şey 0’dan fışkırarak açığa çıktı. Sıfırdan aşağısı “(-) negatif, yukarısı (+) pozitiftir. Bu anlamda pozitif evren olduğu gibi, negatif evrenler ve boyutlar da söz konusudur. Aslında, sıfırın, negatif evrenlerin, boyutların insan bilinci tarafından kavranamamasıyla “Tanrı” kavramı doğmuştur.

            Her şeyin temeli sıfırsa (0), her şey sıfırdan çıkıp 1 (bir) olduysa, bütün evren bu 1’in dönüşümleriyle gerçekleştiyse, o halde, her şeyin esası, özü, varlığı tek bir kaynağa dayanmaktadır.

            Alevilik, doğanın sonsuzca var olduğunu, hiçbir güç tarafından yaratılmadığını, her şeyin değişim ve dönüşüm içinde bulunduğunu, doğanın kendi yasaları içinde devindiğini ve maddenin hiçbir irade tarafından yönlendirilmediğini ve hiçbir şeyin yoktan yaratılmadığını savunan materyalizmle de belirli yerlerde uyuşmaktadır.

            Materyalizme göre evrenden bulunan tüm maddeler birbirleriyle ilişki içindedir. Yine her şeyin bir karşıtının olduğunu ve var olan bu karşıtların birbirleriyle savaşım içinde olduklarını belirtir. Bu savaşımın özü, birinin diğerini kendisine katmaya çalışmasını içerir. Çünkü her şeyde bir eksiklik vardır. Madde kendi eksikliğini gidermek için, başka bir maddeye gereksinim duyar; işte bu gereksinimin doğurduğu yönelme isteği sonsuz eylemi var kılar. Dolaysıyla her şey her şeyden bir şeyler almaya çalışır ve her şey hareket eder. Hareket maddenin var oluş yasasıdır.

            Alevilik-Bektaşilik felsefesi, maddedeki bu eksikliği gidermeye yönelmesini “aşk” olarak açıklar. Çünkü aşk, bir nesnenin, ulaşmak istediğine sonsuz tutkuyla bağlanması ve o nesneye yönelme güdüsüdür. Alevi-Bektaşi pirleri, velileri, Tanrı’yı ulaşılması gereken en büyük aşk olarak görmüşlerdir. Çünkü Tanrı, maddenin özündeki en temel ve en genel eksikliğin en genel adıdır. Tanrı, bir yanıyla da nesnelerdeki devinimi var kılan sonsuz enerjinin, eylemin, hareketin, soyutlanması ve kavramsallaşmasıdır.

            Yine Alevilik, devriye kuramıyla her şeyin değişim ve dönüşüm içinde bulunduğunu açıkça ortaya koymuştur. Tanrı’nın açığa çıkıp Hakk’a dönüşmesi ve sırasıyla en az “akıl” taşıyan cansız dediğimiz maddeden başlayarak, en üst aşamadaki “üst aklı taşıyan” olgun insana gelene kadar geçirdiği aşamalar şeklinde bir değişim ve dönüşümü kabul eder. Bu tezde diyalektik bir bakış vardır.

            Yine Alevilik-Bektaşilik her şeyin değişim ve dönüşüm içinde olduğunu ve her şeyin her şeye dönüştüğünü savunur.

            Alevilik-Bektaşilik her şeyi tek bir Tanrı’ya indirger. Tanrı’yı tek gerçeklik sayar. Her şeyin Tanrı’dan ortaya çıktığını ve Tanrı’nın değişik konumda ki görünümleri olduğunu belirtir. Görünen her şeyin (maddenin) aslında tek bir özden var olduğunu ve bu özün de Tanrı olduğunu söyler. Bu görüşünü de “ışık” felsefesiyle açıklar. Buna göre Tanrı’nın özünden fışkırarak açığa çıkan ışık (enerji), dönüşümler geçirerek süreç içinde görünen evreni ve dolayısıyla maddeyi var kılmıştır. Işık maddeye dönüşürken, madde de ışığa dönüşmektedir. Ama temel olan, her şeyin Tanrı’dan çıkmış olmasıdır. Bu anlamda, Tanrı her şeyin başlangıcını oluşturmaktadır. Tanrı’nın kendi karşıtına dönüşmesi ve kendi kendisine yabancılaşması sonucunda da evren var olmuştur. Var olan her şey de yine Tanrı’ya dönecektir. Bu anlamda tek gerçek Tanrı’dır.

            Alevilik öğretisinde, Mutlak Hiçlikte (yani algımızın dışında kalan açığa çıkmamış gizlilik konumu) bir Tanrı’nın varlığını kabul eder. Yani evreni başlatan veya var kılan evren öncesi bir varlığı (yani açığa çıkmamış, her şeyin ondan çıktığı tözü) öngörür. Burada da maddeci bir anlayışla uyuşur. Akıl, her şeyi açığa çıkaracak olan yetidir. O halde insan Tanrı’yı, aklı sayesinde düşüncede açığa çıkarabilir.

            Sonuç olarak Alevilik-Bektaşilik bir yanıyla Maddeci ve diğer bir yanıyla da nesnel idealist bir öğretiyi özünde barındırır. Bu bir çelişki gibi görünse de var oluşun yasasına da uygun düşmektedir. Çünkü her şey kendi karşıtıyla vardır. Eğer madde varsa, karşıt madde de vardır. Karşıt maddeyi algılayamadığımızdan onun davranışlarını ve yasalarını açıkça ortaya koyamıyoruz.

            Yasalarını açığa çıkaramadığımız ve farkında olamadığımız her şey bize bir gizdir. Bu durum, insanı idealizme götüren en temel işlevdir. Gizli ve algılanamayan her şey insan da, mistik duygular yaratır ve bu olgu, insanı, görülmeyen üstün bir güce yönlendirir. Bu da idealizmin temelini oluşturur. Algımız dışında kalan, görünmeyen evreni, diğer bir anlatımla bilincimizde açığa çıkaramadığımız gizliliği, akılla ve sezgiyle düşüncede açığa çıkarabiliriz.

            Akıl, beynimizdeki Biyo-Kimyasal etkileşimler sonucu varlaşan, elektriksel ilişkiler bütününün ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Dolayısıyla nesnel olguların belirleyiciliği ortadadır. Bu nesnel olguyla, gizil nesneyi tanıyabiliriz.

            Sonuç olarak Alevilik-Bektaşilik, idealist alanı akıl ve sezgi yoluyla bilinir alana taşımaya çalışan bir felsefi, akılsal ve bilimsel öğretiyi kapsar.

            Alevilikte “varlık” esas olandır. Varlıktan oluş ve türüm gerçekleşir… Her şey, geldiği ana kaynağa geri döner. Varlığın özü enerjidir ve her şey enerjinin değişik boyuttaki oluşumudur.

            Evrensel değerleri savunan ve tüm insanlığı eşit değerde gören Alevi öğretisi, kurtuluş ütopyalarıyla da geleceğe akmaktadır.

            Materyalizm, her şeyin temelini maddeye bağlar. Duyguları, düşünceleri, hayalleri, düşleri de beynin bir işlevi olarak görür.

            İdealizmse her şeyin temelini düşünceye bağlar. Maddeyi oluşturanın bilinç yani düşünce olduğunu savunur.

            Oysa ne düşünce maddeden, ne de madde düşünceden ayrı değildir. Biri varsa diğeri olmak zorundadır. Hangisi öncedir? Bunun “mutlak” bir yanıtı yoktur. Materyalizme göre “madde” öncedir. Var olmalıyım ki düşünebileyim. Var olmayan ne eylemde bulunabilir, ne bir düşünce geliştirebilir. Bugün, evreni ve dünyamızı oluşturan elementler yıldızlar tarafından üretilmiştir. 14,5 milyar yıl önce var olan evrenimizde başlangıçta pozitif ne negatif enerjiler açığa çıktı. Daha sonra nötron proton oluştu. Daha sonra da hidrojen, hidrojenden Helyum oluştu. Yıldızlar meydana geldi. Helyumdan sonraki bütün elementler sıcaklıkları en az 10 milyar derecede ki yıldızlar tarafından meydana geldi. Demek ki tüm nesnelerin ham maddesi yıldızlar tarafından var edilmiştir. Bu anlamda var olandan varlık bulduk.

            Alevi Felsefesi de ağırlıklı olarak bu görüştedir.

            Materyalist anlayışta “ruh” kavramı tamamen bedene bağlanmıştır. Bu öğretide ruh, beynin bir fonksiyonu, bedenin toplam işlevselliği olarak görülmektedir.

            Alevilik, özet olarak denebilir ki, dünyanın ve nesnel gerçekliğin dışında, başka bir gerçeklik aramamıştır ve sorduğu bütün soruların yanıtlarını nesnel gerçeklik içinde aramıştır. Tanrı kavramı bile “içkinci” bir anlayışla, var olanın, nesnelerin içine taşınarak yani doğayla bütünleştirilerek açıklanmıştır.

           

 


Comments


bottom of page