ALEVİLİĞİN DÜŞÜNCE DÜNYASI (2)
- sulzam1956
- 27 Kas 2024
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Oca

Yasalarını açığa çıkaramadığımız ve farkında olamadığımız her şey bize bir gizdir. Bu durum, insanı idealizme götüren en temel işlevdir. Gizli ve algılanamayan her şey insan da, mistik duygular yaratır ve bu olgu, insanı, görülmeyen üstün bir güce yönlendirir. Bu da idealizmin temelini oluşturur. Algımız dışında kalan, görünmeyen evreni, diğer bir anlatımla bilincimizde açığa çıkaramadığımız gizliliği, akılla ve sezgiyle düşüncede açığa çıkarabiliriz.
Akıl, beynimizdeki Biyo-Kimyasal etkileşimler sonucu varlaşan, elektriksel ilişkiler bütününün ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Dolayısıyla nesnel olguların belirleyiciliği ortadadır. Bu nesnel olguyla, gizil nesneyi tanıyabiliriz.
Sonuç olarak Alevilik-Bektaşilik, idealist alanı akıl ve sezgi yoluyla bilinir alana taşımaya çalışan bir felsefi, akılsal ve bilimsel öğretiyi kapsar.
Alevilikte “varlık” esas olandır. Varlıktan oluş ve türüm gerçekleşir… Her şey, geldiği ana kaynağa geri döner.
Alevi felsefesi “sevgiyi”, “aşkı” temel alır. Bu anlayışa göre, sevgi, var eden, koruyan, kollayan, besleyen, yaşatan vs. en temel değerdir.
Aşk (ışk”tır, enerjidir). Evren bir aşk halidir. Her şey her şeyin çevreninde döner. Elektronlar çekirdeğin, çekirdek özdeğin, özdek, başka özdeklerin, gezegenler yıldızların, yıldızlar galaksilerin, galaksiler galaktik kümlerin, galaktik kümelerse başka kümelerin, evren başka evrenlerin çevresinde döner. Alevi felsefesine göre bu aşktır. Aşk çeker, cezp eder, yönlendirir, dolandırır, çevirir, bağlar, büyüler, etkiler vs.
Alevi felsefesi, insanın insanlaşmasını sağlayacak değerleri içermektedir. Bu anlamda, en üstün ve en yetkin toplumsal değerleri özünde barındırır. İnsanı ve toplumu kötülüklerden kurtaracak ütopyaları öğretisinin içine almıştır. Örneğin, Kamil İnsan, Kamil Toplum, Rıza Kenti, Musahiplik, Kirvelik, Hızır, Güruh-i Naci, vs. gibi toplumsallığı, insana yararlılığı, üretimi, paylaşımı, dayanışmayı vs öngören uygulamaları ve gelecek düşünü felsefesi içinde taşımaktadır.
Tanrıyı insan da, insanı tanrıda gören bir anlayışla, var olan her şeyin tanrıdan bir parça ve bundan dolayı da her varlığın değerli olduğunu savunur.
Alevi öğretisi, içsel bir öğretiyi kapsar ve asla biçime değer vermez. Her şey de “özü” arar ve özün anlamlı olduğunu belirtir. Biçimin bir sonuç, özünse tanrısal olduğunu vurgular.
Örneğin Gaybi bir dörtlüğünde şöyle der:
Bu âlem bir ağaçtır
Meyvası olmuş Âdem
Matlup olan meyvadır
Sanma ki ağaç ola… (Birdoğan, s. 302)
Meyva, ağacın tohumunda, tohum ağacın içindedir. Ağaç görünen, tohum gizlidir. Tohumun içinde döngüsel olarak her yıl meyve açığa çıkmakta ve “Âdem” olmakta, yani bedenleşmektedir. İnsan için alınması gereken (matlup) olan meyvadır. Çünkü insana enerji katan o’dur. Ama meyva, ağaç olamadan bedenleşemez. Bedenleşen, görünen ağaç, meyvayı verse de, ağacı da var eden “öz” meyvanın içinde bulunan tohumdur. O halde esas olan tohumdur. Ağacı tohumdan, tohumu (genetik kodu) ağaçtan ayırmak olanaksızdır. Meyva, ağaçta gizli, ağaçsa meyva da… Biri diğerine dönüşüyorsa, o halde birbirinden ayırmak ve birini diğerinden ayrı görmek, insan zihninin bir yanılgısıdır. Oysa gerçekte her ikisi de bir bütündür. Kuantum da her şey bir bütündür. Gerçekte olan, sonsuz olgular, olaylar bütünselliğidir. Sabit olan, duran, kımıldamayan, hep aynı kalan hiçbir şey yoktur. Doğada, evren de, sürekli bir akış bulunur. Görünür ve görünmez olan, algılanabilen ve algılanamayan her şey de bir devinim, bir açığa çıkış, türüm; bir kapanış, karşıtına dönüş, yeğinleşme ve yoğunlaşma vs. döngüselliği içinde bulunmaktadır. Esasında kütle, madde “enerjinin yoğunlaşmış halidir ve insan beyni bu hali algılamaktadır. Oysa ağacın içindeki meyveleri, meyvenin içinde ki ağacı görememektedir. İşte, “tanrı” olgusu, bu gerçeklik içinde ortaya çıkmıştır. İnsan bilinci, anlayamadığı, görmediği, algılayamadı vs. ama etkisini de fark ettiği olgulara ve olaylara anlam verememiş ve bunları üstün bir güce yüklemiştir.
Alevi felsefesin de “Kendini Bil” düşüncesi egemendir. Kendisini bilen, doğasını tanır, eksiğini görür, kendisiyle doğası arasındaki bağıntıyı görür; bu bağlamda “kendisini bilen tanrıyı da bilir”.
Ham insan kendisini bilemediği gibi, varlığını borçlu olduğu doğayı da bilmez. Bilmek, bilgiyle olur. Ham insanın eğitilmesi ve edineceği aşamalı bilgilerle kendi gerçekliğinin farkına varması sağlanmalıdır. Bunun içinde bilginin makamlarından geçilmelidir.
Alevi öğretisine göre insanlar, sahip oldukları bilgi bakımından dört aşamaya (dört kapı) ayrılmışlardır. Her aşamanın da onar basamağı (kırk makam) bulunur. Bunlar Şeriat aşaması (var olan nesnel gerçekliktir. Tarikat aşaması (sorgulama, öğrenme için bir yöntem geliştirme, bir yol belirleme, yani bilginin kaynağına yönelmesidir). Marifet (bilgiye ulaşma, istediğini elde etme); hakikat (bilgiyi kullanma, kendi gerçekliğiyle doğasal gerçekliği bilme; elde edileni kendisine katma, kendisine kattığının aynı zamanda kendisi olduğunun bilincine ulaşmasıdır vs.)
Üsküdarlı Haşim şöyle demiş:
Men Aref 'den oku dersi, mektebi irfana gel
Bilmeyen kendi vücudun, Hakk’ı bilmez kandedir. (E. Xemgin; Mazda İnancı ve Alevilik. s. 126).
Men Aref; “kendisini bilen” anlamındadır. Yani arif olmak, bilmek, olgunlaşmak vs demektir. Kendisini bilmeyen, bedenini tanımayan kişi, Hakkı’da bilmez, doğasal gerçekliği de algılayamaz. O halde, insanın kendisini tanımasını sağlamak gerekir. İşte Alevi Felsefesi, bu değerler üzerinden gelişmiştir. Bu anlamda da Gnostik bir öğretidir. Yani, evrenin, “tanrının” bilinebileceğini savlar.
İnsanın insanlaşabilmesi ancak insani değerleri edinmesiyle olasıdır. Bu da ham bilgiyle olmaz. Her insan doğuşta âdem konumundadır. Genetik bilgilerle davranır. Her insan yaşamda kalmak için uğraşır yani yaşam savaşı verir. Bu ilkeler her canlıda vardır ve doğuştan gelen bilgilerdir. Ama asıl olan insanın insanlaşması, toplumsallaşması ve kendi gerçekliğiyle, dış gerçekliği arasındaki bağı kurabilmesidir. Bu da “kültürle, bilgiyle, öğrenmeyle” olur. İşte dört kapı kırk makam, insanın insanlaşması için gereken bilgi aşamalarını ortaya koymakta ve bir insanın bilgisiyle, davranışlarıyla, duygusuyla vs. hangi aşamada olabileceğini ortaya koymaktadır. Her insan, her nesne esasında eksiktir. Çünkü doğanın en temel yasası “eksiklik yasasıdır”. Bundan dolayı devinim vardır. Çünkü her şey, (insan da) eksikliğini gidermek için kendisini tamamlayacak olana yönelir. Eksikliğe “nefis” denmektedir. Herkesin nefsi vardır. Nefis doymak, açlığını gidermek için çabalar. Ama bu çoğu kez oburluğa dönüşür ve kendisi dışında başka nefislerin de olabileceği gerçeğini görmesine engel olur. İşte, önemli olan nefis olgusundan insanı kurtarmak ve nefsin isteklerini azalmaktır. Bu da ancak sevgiyle, dayanışma duygusuyla, paylaşmayla vs. olabilir. Bunun için de bilinç gerekir. Bilinçte bilgiyle olur. Alevi Felsefesi, bu bilinci sağlayacak değerleri, bilgiyi insana vermek üzerine kurulmuştur. Bu bilinci sağlamak için de “Kendini bil, kendini bilen Tanrı’yı bilir” cümlesiyle formüle etmiştir.
Aleviliğe göre Tanrı, her şey de vardır. Bu anlamda içkinci bir tanrı anlayışına sahiptir. Doğanın dışında (aşkıncı) bir tanrı anlayışını ret eder.
Aleviliğe göre, Tanrı-Doğa ve insan bir bütünüdür. Hepsi birbirine bağlıdır. İnsanı doğadan, doğayı tanrıdan ayırmak insan aklının bir yanılgısıdır.
Yunus Emre diyor ki:
Ol kadir-i kün feyekün lutf edici Rahman benem,
Kesmeyen, rızkını veren cümlelere, Sultan benem…
Bu yer ü gökü yaratan, bu arş ve kürsi devriden
Binbir adı vardır Yunus, ol sahibi Kuran benem… (Nejat Birdoğan; Alevilik, 318-319)
Yunus, yukarıdaki dizelerinde evreni, doğayı var eden, var olanlara besin sunan; yeri, göğü yaratan, devinimi sağlayan, Yunus olduğunu bilen, Kuran’ın sahibi olan benim diyor. Bu, Antropomorfizm ya da insan biçimci anlayış Tanrı-doğa-insanı bir bütünlük içinde gören bir anlayıştır.
Doğada iyi-kötü, güzel-çirkin, aydınlık-karanlık vs yoktur. Doğada olayların akışı ve doğa yasalarının işleyişi vardır. Bu kavramlar tamamen insel bilincin yaratımlarıdırlar. Bunlara anlam yükleyen de insandır.
Alevilik, panteist bir öğretidir. Evrenin toplamının “Tanrı ”yı oluşturduğunu savunur. Bu görüşü yine Yunus Emre açık bir şekilde şu dizelerle ortaya koymuştur:
Hem bâtınem, hem zahirem, hem evvelim, hem ahirem
Hem ben Ol’um, hem Ol benem, Ol Kerim-i Süphan benem (Birdoğan, age, s. 318)
Burada Yunus, her şey benim diyerek, panteist bir anlayışı ortaya koymaktadır.
Aleviliğe göre, ölüm yoktur. Ölüm “don” değiştirmektir. Beden biter, ruh yaşar… “Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil” diyen Yunus, bunu da çok özgün bir şekilde açıklamıştır.
Alevi Öğretisinde tenasüh (ruh göçü) anlayışı vardır. Bugünkü bilimsel dille söylersek, enerjinin şekli v e biçimi değişir ama asla yok olmaz. Mahzuni Şerif şöyle demiştir. “Ya bir ceylan canda, ya bir çiçekte/Dönüşerek başka şekil gelirim (Süleyman Zaman; Mahzuni Felsefesi, s. 14) Burada açıkça ruh göçü dile getirilmektedir.
Sonuç olarak, Alevilik bir “bilme felsefesidir” (Esat Korkmaz). Bilmek için emek, emek için çaba, çaba için irade, irade için enerji vs gerekir.
Bir “bilme varlığı” olan insanın, kendisini tanıması için de bilginin kaynağına ulaşması gerekir. Alevilik, en az 200.000 yıllık insanlık tarihinin ürettiği değerler sisteminin içindeki en insani, en yüce ve arındırıcı vs değerleri öğretisinin içine almış ve bunları bilgeler aracılığıyla yaşatmış ve kuramsal ve kurumsal bir yapıya dönüştürerek insanlara sunmuş bir felsefedir.
Evrensel değerleri savunan ve tüm insanlığı eşit değerde gören Alevi öğretisi, kurtuluş ütopyalarıyla da geleceğe akmaktadır.
Materyalizm, her şeyin temelini maddeye bağlar. Duyguları, düşünceleri, hayalleri, düşleri de beynin bir işlevi olarak görür.
İdealizmse her şeyin temelini düşünceye bağlar. Maddeyi oluşturanın bilinç yani düşünce olduğunu savunur.
Oysa ne düşünce maddeden, ne de madde düşünceden ayrı değildir. Biri varsa diğeri olmak zorundadır. Hangisi öncedir? Bunun “mutlak” bir yanıtı yoktur. Materyalizme göre “madde” öncedir. Var olmalıyım ki düşünebileyim. Var olmayan ne eylemde bulunabilir, ne de bir düşünce geliştirebilir. “Düşünüyorum o halde varım” bu da doğru bir düşüncedir. Çünkü insan düşündüğü sürece farkındalığının bilincinde olur. Her ikisi de doğru söylemlerdir ve bu bir paradokstur. Zaten Tanrı düşüncesi de bir paradokstur.
Alevi felsefesinde “ruh” bedenden birlikte düşünülmüş ve evrensel var edici güç yani enerji olarak görülmüştür. “Var edici güç yani enerji asla yok olmaz, ama beden yitime uğrar” düşüncesi egemendir. Bu bağlamda “Beden ölür, can ölmez” anlayışı bu düşünceyi yansıtır. Tenasüh ve “hulul” anlayışları da bu düşüncenin bir ürünüdür. Gümümüzün fizik bilimi de bize şu gerçeği göstermiştir. Kütle yitebilir ama enerji asla yok olmaz.
Yorumlar