top of page

ALEVİLİKTE İNSAN


 

                                               

            İnsan, düşünen, bilinçli olarak eylemde bulunan, bilgi üreten ve ulaştığı bilgileri, dış dünyasına dille ileten, sorgulayan, yorumlayan, plan yapabilen, geleceği düşleyen, düşünce üretebilen, gelecek perspektifi çizen, sezgisel derinlikle soyutu somuta, somutu soyuta çevirebilen, deneyler yaparak doğanın yasalarına ve nesnelerin gerçekliğine ulaşabilen vs. bir varlıktır.

            İnsan, hayal kurabilen, bedeniyle dik durabilen, düşüncelerini kullanıp iki ayağı üzerinde yürüyen, geleceğe dönük düşlemler kurabilen, planlar yapabilen, akıl yürüterek olayları ve olguları muhakeme edebilen ve dünya da soyut düşünceye ulaşabilen vs. tek varlıktır. Belki de insanı tüm diğer canlılardan ayıran en büyük özellik bu olsa gerektir. İnsan, yeteneklerinin, gizil değerlerinin farkında olan bir varlıktır. Bu yeteneklerinden dolayı da “değerler üreten” ve “değerler sistemi” oluşturan ve oluşturduğu değerler bağlamında toplumsal bir yaşam kurmuş olan bir varlıktır.

            İnsan, söz konusu değerler sistemi bağlamında, kurallar koyan, tüze, töre, gelenek-görenek, inanç vs. gibi kültürel edinimler kazandıran; doğanın dilini çözen, araç yapan, buluşlar gerçekleştiren, kavramlar oluşturan ve soyutlama yaparak imgelere, betimlemelere ulaşan ve böylece tanrı bilgisine ulaşabilen dünyada ki tek canlıdır.         

            Geçmiş ve gelecek konusunda bilgi sahibi olduğundan dolayı da “geçmişi aktaran, bugünü geçmiş üzerinden kuran ve sürekli üreten ve tüm edinimlerini kültürel kodlarla geleceği taşıyan, geliştirdiği teknolojiyle sürekli yeni değerler üreten ve bu bağlam da geleceğini kurabilen bir yaratıktır. Çünkü insandır, araç yaparak doğayı değiştirebilen…

            Yeryüzünde var olan, tüm varlıklar içinde, en akıllı ve soyutlama yetisine sahip olan ve gelecek kurgusu olan yalnızca insandır.

            İnsan, doğayı var eden temel öğelerin, elementlerin, atomik yapıların farklı düzeneklerde, değişik yoğunluklarda ve birleşimlerde bir araya gelerek oluşan canlılığın, milyonlarca yıllık evrimsel bir süreç sonucunda, koşulların oluşmasıyla biyolojik varlığını gerçekleştirmiştir. Bu anlamda insan, doğal bir varlıktır. Doğada var olan her şeyle bağıntısı vardır.

            Böylece, insan da, doğayla iç içe ve onun verileriyle oluşmuş olan bir yapıya sahiptir. İnsan, doğanın ne ötesinde, ne üstünde ne de dışındadır. Tamı tamına doğanın içindedir ve ondan bir parçadır. Çünkü doğanın devinimi ve tekamülüyle ortaya çıkmıştır. Çünkü doğayla beslenir ve doğaya döner. İnsan, yediği besinlerle magnezyum, demir, bakır, çinko, hidrojen; soluduğu havayla oksijen vs. yer içer... Doğa da üretir ve ürettiklerinden de beslenir. Doğanın ürettiklerine “doğum”; yiyerek beslendiği olguya ise “ölüm” diyoruz. Oysa doğa da “ölen” bir şey yok. Sadece döngü var ve döngüyle de değişik dalga boyutlarına ve farklı frekanslara geçiş vardır. Esasında doğa için doğum ve ölüm de söz konusu değildir. Doğa sadece kendi doğrultusunda devinir. Doğum ve ölüm algısı yalnızca insanın bu doğasal değişime verdiği anlam ve kavramla ilgilidir. 

            İnsan, bir yanıyla doğanın prototipi yani doğanın bir nevi özetidir. Çünkü bilgelerimizin belirttikleri gibi “her şey insan da mevcuttur”. Bu düşünce, Aleviliğin en temel anlayışıdır. Bunun Alevi terminolojisinde ki terimsel söylemi “Vahdet-i Mevcut” tur.

            Vahdet-i Mevcut anlayışına göre, Tanrı’da doğanın dışında değildir. Tanrı, doğanın ve doğa yasalarının toplamıdır. Bu anlamda Tanrı, doğanın işleyiş yasalarına insanların yüklediği anlam ve addır, Böylece insan da Tanrı'nın bir parçasıdır.

            Bu bağlamda, Alevilik, Tanrı-Doğa ve insanı bir bütünlük içinde görür.               

İnsan, doğanın bütünselliğini kavrayacak bir bilince ve bilgiye sahip değildir. Dolaysıyla doğa, görünmeyen ve algılanamayan yanıyla, insana bir gizdir. İnsan için doğa kendisini gizleyen bir konumdadır. Cansız doğa (toprak, hava, mineral, su vs.) dediğimiz, esasında devinen yanıyla canlı olan doğa, insan için sessizdir. Dolayısıyla doğa, insana bir çok yönüyle gizlilikle doludur. Doğanın dili matematiktir, frekanstır, dalgadır, taneciktir, müziktir, enerjidir... İnsan, bunları çözdükçe, deneyimledikçe doğayı daha da tanımaktadır.

            Aleviliğe göre evren, tanrıdan fışkıran ışık (nur) veya enerjiyle oluşmuştur. İnsansa, doğanın evrimiyle, çevrimiyle veya devriyeyle, aşama aşama dönüşen evrensel oluşumla beden bulmuştur. Bu anlamda insan da tanrının özünü yansıtmaktadır.          

Bu bağlam da insan, konuşamayan sessiz doğanın ve aynı zamanda her şeyin özü olan Tanrı’nın dili veya sözcüsüdür.

            Aleviliğe göre; İnsan, ten ve tin (beden ve ruh) olmak üzere ikili bir yapıdan oluşmuştur. Ten geçici olan, tinse kalıcı olandır. Alevilerin ulu ozanı Yunus Emre, “ölür ise ten ölür/canlar ölesi değil” diyerek, bu gerçekliği en anlaşılır bir şekilde ortaya koymuştur.

            20.Yüzyılın büyük ozanlarından birisi olan Aşık Daimi, bir dörtlüğünde şöyle demiştir:

                        Kâinatta bir zerreyim

                        Ben kendimi bilmez miyim.                       

Zerre içinde zerreyim                       

Ben kendimi bilmez miyim.

            Daimi, var oluşun en temel parçalarının “zerreler” olduğunu belirterek, varlığa bilimsel bir bakış sunmaktadır. Bugün, küçüklerin dünyasına girildiğinde, atomlardan da daha küçük parçacıkların olduğunu bilim insanları ortaya koymuşlardır. Kuarklar, leptonlar, mezonlar vs gibi atomaltı parçacıkların, bugün bilinen en temel parçacıklar olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bunlara ozanlar, bilgeler “zerre” demişlerdir. İşte Daimi’de “bu gerçekliği bildiğini ve bu gerçekliği ancak insanın bilebileceğini” vurgulamaktadır.

            Aleviliğe göre, insan, doğadan beslenir ve doğa tarafından da yenir. Bu, evrensel gerçekliktir. Bu düşünceye göre, doğum ve ölüm, birbirini var kılan temel olgulardır. Alevi öğretisinde ölüm yoktur, farklı boyutlara geçiş ve don değiştirmek, Hakk’a dönmek vardır. Ölüm, insanın, enerjisini bitirip Hakk’a dönmesi, tinle tenin birbirinden ayrışmasıdır. Ten, toprakta sırlanır, orada moleküllerine ayrışır ve atomlara bölünür. Bölünen ve ayrışan bu mikro parçacıklar doğa tarafından başka varlıklara dönüştürülür ve başka varlıklara can olur, enerji verir. Tin, geldiği kaynağa döner ve Hakk’la buluşur. Ünlü ozan Mahzuni Şerif’in dediği gibi “Ya bir çiçek canda, ya da çiçekte/ Dönüşerek başka şekil gelirim.” Ozanın da belirttiği gibi, ölen, yeni bir bedende, farklı vücutlarda enerji olup yeniden nesnelleşir veya Hakk’ın özünde, sonsuzca kalır.

            Tin, gizil konumda ki enerjidir, açığa çıkmayı bekler. Tanrı, tüm evrensel enerjiyi özünde bulunduran sonsuz var edici güç olarak, açığa çıktığında bedenleşir. 

Bir anlamda tin (Ruh), tanrıdan geldiği için, ölümsüzdür.

            İnsan, bir sevgi varlığıdır. Bu anlam da, “sevgi”, tanrısal sıfatların en belirgin olanıdır. Çünkü sevgi, yaşatan, koruyan kollayan, üreten, paylaşan, erdemli davranan vs. gibi üstün değerleri içerir. Sevgi, bilmeye, öğrenmeye, tanımaya vs. yönlendiren en itici güçtür. Tüm bu değerler ve davranışlar insanı tanrıya ulaşmayı sağlayan değerlerdir. Hüdai, (1940-2001), bir dörtlüğünde şunları söyler: Canan bizim canımızdır/ Teni bizim tenimizdir/ Sevgi bizim dinimizdir/ Başka dine inanmayız; Hüdai’nin de belirttiği gibi, “Sevgi

en büyük değerdir.” Alevilik, insan olabilmenin en temel değerinin “sevgi” olduğunu belirtir.

            İnsan, bir akıl varlığıdır. Akıl, kavrama, düşünme, ölçme, anlak vs. anlamlarına gelir. İnsanı akıllı kılan en temel olgu, insanın en büyük hazinesidir. Çünkü akıl, olayları, olguları anlamak, kavramak ve insana yararlı olacak olan en uygun sonucu verecek bir güce sahiptir. İnsanı gerçeğe taşıyacak en büyük erk akıldır. Akıl, doğru düşünme, doğru yargı, doğru sonuca ulaşma, doğayı, çevreyi, toplumu, olgu ve olayları anlamaya, doğruyu- yanlıştan, iyiyi-kötüden, yararlı olanı-yararsızdan vs. ayırmaya yarayan, insana özgü en büyük yetenektir. Hace Bektaş Veli ““Arifler katında iman, akıl üzerinedir” diyerek, aklın ne kadar önemli olduğunu belirtmiştir.

            İnsan, bilgi varlığıdır. Bilgi, nesnel dünyadan, duyularımız tarafından zihnimize yansıyan fenomenlerdir. Bilgi, görerek, duyarak, koklayarak, dokunarak, gözlemleyerek, deneyleyerek, araştırarak, öğrenerek vs. edindiğimiz anlamlar, kavramlar toplamıdır. Bilgi, aydınlanmak, öğrenmek, sorgulamak, araştırmak, yabancılığı gidermek, karanlığı aşmak, anlamak, açıklamak vs. gibi değerleri içerir. Bilgi güçtür, ışıktır. Bilgi her karanlığı yener, uzağı yakınlaştırır, bilinmeyeni anlaşılır kılar. Bu özellikler insanı tanrıya yakınlaştıran en önemli değerlerin başında gelir. Hace Bektaş Veli “Bilimle gidilmeyen yolun, sonu karanlıktır” diyerek, bilginin, bilimin insan için ne kadar değerli olduğunu ortaya koymuştur.

            İnsan, bilinç (şuur) varlığıdır. Bilinç, insanı insan yapan en büyük değerdir. Bilinç, algı, anlayış, idrak, kavrama, bellek, hafıza vs gibi, birçok sözcüğün karşılığını kapsar. Bilinç, insanın iç dünyasıyla ilgilidir. Bir insanı “Ben” yapan, onun bilinç varlığıdır. Bilinç, kişiye özgüdür ve her insana Ben’lik (kişilik, canlılık, işlevsellik vs) kazandırır. İnsan, dış dünyasıyla, iç dünyasının toplamıdır. Bilinç, dünyaya geldikten sonra, insanın dış dünyasından algıladığı sonsuz fenomenler, beynine, belleğine yerleşen nesnel olgular toplamıdır. Bilinç, doğasal süreçlerin insan beynindeki yansısıdır. Doğal olarak insan, var olduğu ortamın, çevrenin, toplumun vs dışında, kendi gerçekliğini oluşturamaz. İnsan neyi algılıyorsa onu sunar. Neyi yiyorsa onunla beslenir. İnsanın, iç dünyasında ulaştığı bilgilerle, dış verilerden edindiği nesnel bilgilerin toplamı beyinde bir karşılık oluşturur. Her bilgi beyinde kodlanır ve bilgiler ad olur, nesne olur, renk olur, ses olur vs. kavramalara dönüşür. Daha sonra söz olur, dilin işleviyle beden kazanıp dışa akar ve insanların birbiriyle iliştim kurmasını sağlar.

            İnsan, bir dil varlığıdır. Dil, bir iletişim aracıdır ve insan toplumsal yaşamda, dil ile anlaşır. Dilde akan sözcükler, bilincin yansımasıdır. Bilgi, düşünce, algı ancak dille bedenleşir. Dille bedenleşen bilgi, bilince dönüşür. Bilincin dış dünyayla buluşması dille olur ve bu bağlamda bilinç, dile bağlıdır ve biri diğerini sürekli var kılar. Dil, bilinci yansıtan bir araçtır. Dil, zihnin işlevidir ve etkinliğidir. Bilgi olmadan bilinç olmaz. Bilgi, algılar ve onlara yüklenilen kavramlar toplamından oluşur. Oluşan kavramlar dille vücut bulur ve bir çağlayan gibi bedenden dışarıya akar. Ünlü filozof Leibniz,  “Dil, aklın aynasıdır” demiş. Bu gerçeklik üzerinden denebilir ki; “insanın kelime hazinesi ne kadarsa, bilgi düzeyi ne ise” onu yansıtır.

            İnsan bir inanç varlığıdır. İnanmak, mutlu olmak, huzur ve güven duymaktır. Doğanın gizemi karşında şaşkına dönen ve kendisini güçsüz gören insanlar, kendilerinden daha güçlü bir varlığa inanarak, iç dünyalarını rahatlatacak bir yola başvurmuşlardır. Bu, bir kutsala yönelmektir. Ama inanmak yalnızca kutsala dönük değildir. İnancın en temel işlevi güvendir. Bu anlamda bir insanın dostlarına, arkadaşlarına, ailesine vs duyduğu güven de bir inançtır. Yine, bir insanın, geleceğe dönük planlar yapması ve o plana göre ileriye yürümesi de bir inançtır vs. “İnanmak, bir işi, baştan başarmak, yoğunlaşmak ve istekli olmak demektir”. İnanmak, huzurlu ve mutlu olmanın itici gücüdür.”

            İnsan, kültür varlığıdır. Kültür, insanın sonradan öğrendikleridir. İnsanın kullandığı nesnelerden, yeme-içmesine, oturup-kalkmasına, davranışlarına, sanatsal eğilimlerine, inançlarına vs. kadar her değeri içerir. Bu anlamda insan, kültürel varlıktır. Bir insanın bütün özelliklerini, onun kültürel edinimleri belirler. Bu bağlamda, bir insanın göreceli daha da üst kültüre (insanı insan kılan değerler toplamı) ulaşması için, kendisini geliştirmesi gerekmektedir.

            İnsan, bir eğitim varlığıdır. Eğitim, insanın, yeteneklerini ortaya çıkarmak, erdemli değerlerle buluşmasını sağlamak, toplumsallaştırmak, algı boyutunu geliştirmek, düşünme genişliği edindirmek, bir konuda yetiştirmek, becerilerini arttırmak vs. için yapılan öğretme veya öğrenme işlevselliğidir. Eğitilen insan, her türlü olayı ve olguyu analiz eder, sorgular, bunların bağıntılarını bulmaya çalışır. Eğitimli insan, kendisini, yaşadığı dünyayı, çevresini, evreni vs. daha kolay tanır. Olaylara bakışı genişler, kafasına takılan bir şeyi tanımak için kaynaklara, bilenlere yönelir. Eğitimli insan, kendi bildiklerini tek gerçek olarak görmez, bilginin sonsuz olduğunu bilir. Akıllı ve eğitimli insan ancak gerçeklere ulaşabilir.

            Alevilik, tüm bu gerçeklerden hareket ederek, insanı temel alan, tüm enerjisini insanın yetişmesi ve insani değerlerle buluşması için harcayan bir inanç ve öğretidir. Aleviliğin “Kâbe'si” insandır.

            Hace Bektaş Veli “Okunacak en büyük kitap insandır” diyerek, insansal her değerin, kavramın vs. insanlarca var edildiğini belirtmekte ve üretilen, yaratılan her düşüncenin, araç-gereçlerin, davranışların, inançların, kültürel edinimlerin insanın üretimleri olduğunu belirtmektedir.

            Alevi Bilgelerinin en büyük tasarımı “Kâmil İnsan” tasarımıdır.

            Kâmil insan, yetkin olan insandır. Yetkin olmak, bir konuda en üst aşamada olmak demektir. Yetkin olmak olgunlaşmak, yeterli olmak, istenilen konuma gelmek vs. demektir.  Bu tür değerleri edinmiş olan her insan veya nesne yetkin konuma gelmiş sayılır. Alevilik-Bektaşilik, “kâmil insan” tasarımıyla, insanı ve toplumu yetkinleştirmek veya olgunlaştırmak ütopyasına sahiptir. Olgunlaşan insan hem çevresini, hem de toplumu olgunlaştırır. Olgunlaşan toplum, sevgiyi, paylaşımı, kardeşliği, dayanışmayı vs. gerçekleştiren toplumdur. Aleviliğin toplumsal gelecek projesi budur.

            Alevi bilgelerine göre, yetkin (kâmil) insan, tanrısal özellikleri yansıtan insandır. Buna göre, tanrı, olgun insanın zatı, sıfatı ve eylemiyle kendisini ortaya koyar. Bu bağlamda, Kamil insan, tanrının gölgesi gibidir. Tanrı gerçeğine ancak olgun (kamil) insanlar ulaşabilir.

            Hallaç-ı Mansur, “Ene-l Hak” diyerek, Tanrı’yı insanın özüne taşımıştır.    

            “Hallaç’a göre, Allah, tüm sıfatlarıyla insan da mevcuttur. Allah, bilimdir, akıldır, güçtür, sevgidir, bağışlamadır, kutsallıktır, güzelliktir, ihtişamdır. Tüm bu sıfatlar insanda da mevcuttur. İnsanın bu sıfatlara ulaşabilmesi için, yürek ve gönül gözünü açabilmesi gerekir”… (Prof. Dr. Niyazi Öktem; Hallaç-ı Mansur, Yaşamı, Felsefesi, Etkileri; Horasan Yay.2006, s. 101).

            Alevi Bilgelerinden olan Şeyh Bedreddin (1357-1419?); “İnsanın, özü bakımından tanrıya benzediğini, Tanrı’nın en yüce görünüşünün insan da ortaya çıktığını, İnsanın Hak olduğunu belirtmiştir. Bedreddin, “insanı, bir yetenek varlığı” olarak değerlendirmiştir.” (İsmet Zeki Eyuboğlu, Şeyh Bedreddin Vâridat, Derin Yay. 5. Bs. 2004, s. 214).

            Yunus Emre:

                        Yunus Emre yok oldu, bütün varlık Hak oldu

                        Ondan başka nesne yok, kalman güman içinde (Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre, Varlık Yay. 1995, s. 98) . Hak’tan başka bir gerçek olmadığını söyleyen Yunus, kendisi yok olduğunda, Hakk’a gideceğini belirtmektedir. Alevi öğretisinde insan Hak’tan geldi, Hakk’a dönecektir, düşüncesi egemendir. 

            Niyazi-i Mısri, iki dizesinde şöyle demiş:

                        Söyleyen ol, söylenen ol, görinen ol, gören ol

                        Her ne var a’lâ vü esfel bil ki cânân andadur. (Turan Alptekin, Niyazi-i Mısri, Demos Yay. 2008, s. 75). (Söyleyen o, konuşan o, konuşulan o, görünen o, gören o/ Evren de ne varsa, en büyük, en küçük, hepsi birdir her şey, can ve canandır” diyen ozan; tüm doğayı ve dolayısıyla da insanı Tanrı’yla bir bütünlük içinde görüyor. Alevi öğretisi ve inancın da, Tanrı-Doğa-İnsan bir bütündür.

            Yunus Emre:

                        Bir ben vardır, ben de benden içeri

                        Beni bende demen, ben de değilim. (Abdullah Rıza Ergüven, Yunus Emre, Berfin Yay. 2001, s.112.).

            Yunus, insanın derinliklerine iniyor. İnsanın, kendisini aşan, “Ben” ler olduğunu belirtiyor. Özünün çok farklı “ben” lerle dolu olduğunu söylüyor. Yunus’un kendisini de aşan O “Ben” veya “Ben”ler kimdir? Yunus, o “Ben”i anlamak için, evrenin, doğanın, nesnelerin özüne yönelmek gerekir diyor. Burada var olanların özünün Tanrı olduğu düşüncesini belirtiyor. Alevi öğretisinde, bütün varlığın özü Tanrı’dır.

            Hurufi ozanı Arşi (1562- ?), şöyle diyor:

                        Kelâm-ı zât idim, “kün” emri irad olmadan evvel

                        Bu Hâk-ü, bâd-ü, âb-ü, âteş icar olmadan evvel… (İsmet Zeki Eyuboğlu; Alevilik-Sünnilik, İslam Düşüncesi, Der yay. 1989, s. 107). Şiirin anlamı (Ben tanrının özünde söz olarak vardım, tanrı daha “ol” demeden, evreni var etmeden önce de, evreni oluşturan yel, su, od, ve toprak daha var olmamışken…) (Eyuboğlu, age. s. 107)     

            Bu dizeler, Tanrı-Doğa ve İnsanı bir bütünlük içinde sunmakta ve Tanrı’yı insanın içine ve doğaya taşıyan dizelerdir.

            XVl. Yy ozanlarından Süruri de:

                        Çün sûret-i âlem de gösterdi özin Allah… (Eyuboğlu, age, s. 107)

            Ozan, evrende var olan bütün nesnelerde, Allah’ın özünü görmekteyiz, diyerek, yaratan-yaratılan ikiliğini ortadan kaldırmaktadır. Tanrı, doğanın dışında değildir demektedir.

            Muhiddin Abdal bir dörtlüğünde şunları dile getirmiş:

                        Görünen Hak’dır gözünde

                        Söyleyen Hak’dır sözünde

                        İnsanın hattı yüzünde

                        Hatm-i Kur’an'ı gösterir. (Eyuboğlu, age, s. 109)

            Muhiddin Abdal, insanın yüzünde, konuşmasında, özünde Tanrı’yı gördüğünü, insanın konuşan Kur’an olduğunu açıkça dile getirmiştir.

            Seyyid Nesimi:

                        Mansur “Ene-l Hak” söyledi

                        Hak'dır sözü, Hak söyledi (Süleyman Zaman, Yedi Ulu Ozan; Can Yay. 2009, s. 116).

             Nesimi, Mansur’un “Ene-l Hak” sözüne vurgu yaparak, Mansur’un “Tanrı benim özümdedir”, ben tanrıyı yansıtıyorum” sözüne katıldığını belirtmekte ve Tanrı’nın insanda belirdiğini söylemektedir.

            Nesimi, bir başka dizelerde şunları söylemiştir:

                        Ademde tecelli kıldı Allah

                        Kıl ademe secde, olma gümrah (Zaman, age, 106).

            Bu dizeler, Tanrı’nın insanda mevcut olduğunu, Tanrı’ya gösterilen sevginin, insana da gösterilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

 

Kaynak:

 Alptekin, Turan; Niyazi-i Mısri, Demos Yay. 2008.

 Ergüven, Abdullah Rıza; Yunus Emre, Berfin Yay. 2001,

Eyuboğlu, İsmet Zeki; Alevilik-Sünnilik, İslam Düşüncesi, Der yay. 1989

 Eyuboğlu, İsmet Zeki;  Şeyh Bedreddin Varidat, Derin Yay. 5. Bs. 2004

Gölpınarlı, Abdülbaki; Yunus Emre, Varlık Yay. 1995,

Öktem, Niyazi; Prof. Dr. Hallaç-ı Mansur, Yaşamı, Felsefesi, Etkileri; Horasan Yay.2006.

Zaman, Süleyman; Yedi Ulu Ozan, Can Yay. 2009

 

 

 

 

 

 

                                                                      

Comments


bottom of page