top of page

ANADOLU (1)

Güncelleme tarihi: 29 Eyl 2024



ANADOLU

                                                      -1-

          Anadolu, “ana ve dolu” sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşan bir yerleşim bölgesidir.

            Ana, temel, esas, temel, öz, doğurgan vs. anlamlarına gelen bir sözcüktür.

            Dolu sözcüğü bol, çok, sayısız, birçok, vs. anlamlarına gelir ve çokluğu, çeşitliliği ifade eder.

            İşte Anadolu, bu iki sözcüğün anlamlarını karşılayan ve insanlığın uygarlık yaratımlarının temelini oluşturan bir yerleşim alanı olmuştur.

           “Mısırlılar, Anadolu halkı için; “Denizin yüreğinde yaşayan insanlar”; Sümerliler ise “Sahildeki güneş bahçesinde yaşayan insanlarderlermiş. “(İskender Ohri; Anadolu’nun Öyküsü, Bilgi Yayınları 4. Baskı; 1987 yılı; sayfa 14).

           “Homeros, Anadolu’dan “Asia” diye söz etmiştir. Anadolu’ya, daha sonraları büyük kıtadan ayırmak için “küçük Asya “denmiştir.” (Age).

            Bizanslılar Anadolu’ya, güneşin doğduğu yer anlamında, “An atole” ismini koymuşlar. Türkler bu sözcüğü biraz değiştirerek “Anadolu” diye kullanmışlar.

            Ana- dolu, yani gelen herkese bağrını açan, kimseyi reddetmeyen, onları besleyen, üreten, bir ana kucağı gibi, gelenleri kucaklayan, sahiplenen onları doyuran, koruyan bir anaç (Kibele) olmuştur.

            Bu toprakların insanları birçok Tanrı ve Tanrıça yaratmıştır.” İsmet Zeki Eyuboğlu; “Anadolu’yu “Tanrıların Vatanı” olarak değerlendirmiştir”.

            İsmet Zeki Eyuboğlu der ki: “Dünyanın en eski uygarlığı Sümer ve Mısır uygarlığı olarak bilinir. Yazıyı ilk kullananların Sümerliler olduğu söylenir. Bu uygarlığın tarihi İ.Ö. 5000 yılları dolaylarıdır. Bu tarih de 7000 yıllık bir tarih kapsar.” (Tanrı Yaratan Toprak, Anadolu; Der Yay. 2. Baskı; 1990). Oysa bugün Göbeklitepe buluntusu, Anadolu’daki insan yerleşimlerini, Eyuboğlu’nun da belirttiğinin iki katından daha fazla bir tarihsel sürece kadar geriye götürülebilmektedir.

            Anadolu topraklarında, tarihinin değişik dönemlerinde, yaklaşık 9.000 yıl öncesine kadar giden; Hattiler (Kızılırmak çevresi), Hurriler (Maraş, Malatya yöresi), bu bölgelerde ayrıca Luviler, güneyde Arzava’lar gibi halklar yaşamışlardır.  O dönemlerde bu topraklarda, maden (özellikle Tunç) işletiliyordu ve büyük kervanlarla ticaret yapılıyordu. Aynı süreçlerde toprak işlenerek (yani tarım) üretim gerçekleştiriliyordu. Yani, uygarlık Anadolu’da yükseliyordu.

            Tüm bunların ötesinde, bugün, özellikle Göbeklitepe ‘de, Karahantepe’de vs. bulunan arkeolojik kalıntılar, Anadolu’daki yerleşim tarihini bilinenden çok daha gerilere taşımıştır. Hatta neolitik çağla başlatılan uygarlığımızın tarihini de en az 5-7 bin yıl geriye doğru taşımıştır.  Öyle ki Göbeklitepe ’deki bulgular, içinde yaşadığımız uygarlığı, 13.000 bin yılları da aşan bir tarihsel sürece kadar geriye götürmektedir. 

            Oysa bugüne kadar ki genel kanıya göre, içinde bulunduğumuz uygarlığın temelleri 9.000 bin yıl önce atılmıştı. Ama bugün, Göbeklitepe ’de ki buluntular, bu kanının da yanlış olduğunu ve söz konusu uygarlık tarihinin çok daha eskilere dayandığını ortaya koymuştur.

            Bugünkü bilgilerimize ve arkeolojik buluntulara göre, uygarlığın, en eski yaratımlarının Anadolu’da gerçekleştiğini görmekteyiz. 

            Çünkü Göbeklitepe, bugün için bilinen en eski insan topluluklarının yaşam alanı olarak görülmektedir. Göbeklitepe, Şanlıurfa’ya bağlı bir yerleşim bölgesidir. Burada bulunan kalıtlara göre, Göbeklitepe ‘de günümüzden yaklaşık 13-15 bin yıl öncesinde de insanlar, topluluk halinde tapınım yapıyorlardı. Bu anlamda toplu tapınım yapmak, aynı zamanda ileri üretim ilişkilerinin de varlığını ortaya koyar. İleri üretim ilişkileri, çoklu üretim sağlayacak üretim araçlarının doğmasını ve böylece değişik sınıfsal toplulukların ve iş bölümlerinin varlaşmasını sağlar. Böylesi bir gelişmişlik düzeyi, insanların düşünsel ve inançsal yönden de gelişmesini ortaya çıkarır. Bu bağlamda birbirinden farklı nice düşünce akımları ve inançsal kurumların varlaşması da kaçınılmaz olarak beden bulur.  Böylesi bir toplumsal yapının Göbeklitepe’de ortaya çıktığını görüyoruz. Göbeklitepe’deki insan toplulukları, bu süreç içinde, soyut kavramlara ulaşmışlar ve inanç sistemleri geliştirmişlerdir. Bu bağlamda inançsal gereksinimlerini sağlamak amacıyla tapınaklar kurmuşlar ve buralarda ritüellerini uygulamışlardır. Daha sonraları inançsal boyutlarının geleceğe akmasını sağlamak için tapınak duvarlarına semboller ve simgeler oluşturmuşlardır. Göbeklitepe’deki topluluklar, söz konusu düşünsel ve inançsal değerlerini, doğa algılarını ve toplumsal boyutlarını birçok sembollere (özellikle hayvan figürlerine) ve simgelere büründürerek sahip oldukları uygarlık değerlerinin günümüze akmasını sağlamışlardır.   

            Günümüzden en az 13 bin yıl önce yaşayan bu uygarlığın nasıl yok olduklarını bilemiyoruz. Ama yukarıda ortaya konan uygulamaların ve değerlerin de birdenbire ortaya çıkması söz konusu olamayacağı ve böylesi bir uygarlığın ortaya çıkması için en az birkaç bin yılın daha gerekli olduğu düşünülürse, o halde Göbeklitepe ‘de ki uygarlığın tarihsel geri sürümünü günümüzden 14-15 bin yılları öncesine kadar götürmek olasıdır.

            Bu durumda Anadolu’nun insan yerleşimi bakımından ortalama 14-15 bin yıl öncesine dayandığını söylemek hiç de abartı olmayacaktır. Ayrıca Çorum’da ki “Yazılıkaya Kabartmaları” da Anadolu Uygarlığı ’nın dünya kültür hazinesine ne kadar önemli katkılar sunduğunu da göstermektedir.

            Örneğin Çorum’da ki Yazılıkaya Kabartmaları (M.Ö. 1650- 1200) yılları arasında yapılmıştır. Dolayısıyla bu kabartmalar, günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce işlenmiştir. Söz konusu bu Kabartmalarda “tanrı, tanrıça, kutsal hayvan” figürleri çizilmiştir. Bu figürlerden birisi de çift başlı kartaldır. Araştırmacı yazar Cihangir Gener, Ayan Tamer’in “Çift Başlı Kartal” isimli kitabından, kartalla ilgili şu alıntıyı yapar:  “Çift başlı kartal, Hitit Tanrı Ailesi’nin haberci kuşudur. İnsanların ve tanrıların dünyası arasında rahatlıkla gidip gelmekte, ilişkiyi sağlamaktadır. Hatta ölen insanların ruhlarının tanrı katına taşınması görevinin de kartalın olduğu kabul edilir. Kartalın bir diğer görevi sürekli uyanık olması, kötülüklere ve düşmanlara karşı tanrıları ve insanları zamanında uyarmasıdır.” (Gener, age, s. 64-65).

          Kartal, Alevi-Bektaşi inancında önemli bir yere sahiptir ve inanca göre Kartal, güçlülüğün, kararlılığın, kuvvetin ve azmin simgesidir.

            Anadolu’da bir dönemler özellikle Urfa ve çevresinde Saabi inancı egemendi. Buna göre hayat, gökten gelmektedir ve dünyayı gökteki en yüce varlıklar yönetmektedir. “Saabiler Hermes’i peygamber olarak görmüşlerdir. Yine Saabillik’te sır saklama, yabancıları içine almama, ruhun tekâmülü vs. gibi uygulamalar ve inançlar bulunmaktaydı. “(Gener, age. s. 237).

            Bu bağlamda Anadolu, “günümüz uygarlığın anasıdır” sözü, hiç de abartı olmamaktadır. Yukarıda ki örneklerden de anlaşılacağı gibi bu görüş hiç de yabana atılacak bir görüş değildir. Bu bağlamda, Anadolu toprakları, uygarlığın geliştiği, beslendiği topraklardır. Bugünkü bilgilere göre bu görüş, çok yerinde bir tespittir. Ve bu bağlamda da Anadolu, ismine uygun bir anlamı hak etmektedir. Günümüzde ulaşılan bilgilere göre Anadolu, doğayı işleyen, tapınak yapacak kadar bilgi üretmiş olan, bilgiyi kullanacak ölçüde gelişmiş, inanç merkezleri kurabilmiş ve soyut kavramlara varmış vs. bulunan toplulukların, insan öbeklerinin yaşadığı, üzerinde ilk kültürel değerlerin, insansal üretimlerin vs. varlaştığı topraklar olma özelliğini taşımaktadır.

            Bu kadar tarihsel bir geçmişe ve kültürel birikime sahip olan bu topraklar, bugün de çok değişik inanca ve farklı etnik topluluklara sahip olan insanların yaşadığı mekânları oluşturmaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de burada, çok çeşitli insan toplulukları, hoşgörü ve barış içinde bir arada yaşayabilmektedirler. Bu, esasında Anadolu Hümanizmasıdır ve bu hümanizma, binlerce yılların kültürel hazinesinin oluşturduğu üstün değerde ki birikimlerinin bir sonucudur.

            Bugüne kadar yapılan arkeolojik araştırmalar, günümüz uygalığının temellerinin atıldığı yerdir Anadolu…

            Uygarlığımızı yaratan bu değerlere sahip çıkmak, Anadolu insanının en önemli görevi olmalıdır…

 

Comments


bottom of page