top of page

AŞIK DAİMİ


                                  

            Asıl adı İsmail Aydın olan Âşık Daimi’nin ailesi Erzincan İl'ine bağlı Tercan İlçesi’nin Kara Hüseyin köyündendir. Kara Hüseyin Köy’ü, Tercan’a bağlı iken daha sonra Çayırlı İlçe olunca, Çayırlı İlçesine bağlanmıştır. 

            İsmail Aydın (Åşık Dâimi)1932 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir.

            Åşık Dâimi’nin ailesi Sivas ve Erzincan yörelerinde Ali Baba oğulları olarak tanınır. Dâimi’nin bebeklik yılları bu gelgitler içinde geçmiştir. Aşık Dâimi 7 yaşında Kangal’dadır.

            Åşık Dâimi’nin çocukluk yılları Tercan da geçmiş ve askere gidene kadar da  yaşamını burada  sürdürmüştür. Dâimi  Tercan’da büyümüş, buranın havasını solumuş, suyunu içmiş, besinlerini tüketmiş ve bu yörenin kültürüyle donanmıştır. Kısacası İsmail Aydın (Aşık Dâimi)  ilk düşünsel ve bedensel gıdasını burada almıştır.

                        Ceddin İmam Rıza Horasan Şah’ı

                        Nasip etsin bize Cemalullahı

                        Ziyaret eyledik geldik dergahı

                        Mahşer günü dedem unutma bizi

            Dedesi için yazmış olduğu bu şiirde, Dâimi soylarının Horasandan geldiğini açıkça belirtmektedir.  Daimi, İmam Rıza (765-818), derken Oniki İmamların 8. İmamından; Şah derken de; Hz. Ali’den söz etmektedir.

            Åşık Dâimi yedi çocuklu bir ailenin 3. Çocuğudur. Dâimi’nin iki dedesi de saz ustasıdır. Yedi yaşında dedesi Dursun’dan ilk saz dersini alır. Dursun dedesinden aldığı derslerle kısa sürede iyi saz çalan birisi olur. Bu alanda ustalaşır. Vurduğu tezene kendine özgüdür. İyi saz çalan birisi olmanın yanında, iyi deyişler okuyan ve yorumlayan bir yanı da hemen fark edilir. İsmail Aydın yaşamış olduğu kültürü çok iyi özümseyen biridir. O zaman içinde yetiştiği ailenin, bölgenin ve bulunduğu kültürel kalıtın zenginliğini kendi özüne katar. Bağlı olduğu Alevi öğretisini ve öz kültürünü derinlemesine inceler ve bu konuda kendisini yetiştirir. 20. yüzyılda Alevi-Bektaşi kültürünü iyi özümseyen ve bu kültürü bilinçle devam ettiren etkili ozanların en önünde gelir.

            Dâimi Alevilik konusunda kendisini iyi yetiştirmiş; Tasavvuf ve Bâtıniliği derinlemesine özümsemiş, önemli birikime sahip bir kişiliğe sahipti. Dâimi ozan kimliğiyle bu bilgisini ve birikimini halka yansıtmasını bilmiş ve özellikle tasavvuf konusunda önemli eserler üretmiştir.

                                    BADE İÇME MEY ALMA

            İsmail Aydın bir gece rüyasında Pir elinden bade (içilen şey) ya da dolu (kadeh) içtiğini görür. Rüyasında Pir’inin kendisine “Dâimi” mahlasını kullanmasını istediğini söyler. İsmail Aydın daha sonra bu rüyanın etkisinde kalarak şiirlerinde Åşık Dâimi mahlasını kullanır.

            Rüyada bade ya da dolu içmek halk ozanlığı geleneğinin özünde vardır. Bu geleneksel yapı içinde bir kişinin kendini aşarak coşkun bir konuma gelmesi, beceri ve birikim elde edebilmesi için; o kişinin bir Mürşidin veya Pir’in elinden bir şeyler içmesi, bir şeyler yemesi; Pir ya da Mürşide dokunması; Pir yada Mürşit tarafından sırtının sıvazlanması gerekmektedir. Bu geleneksel anlayışa ve inanca göre bir insan;   Pir’in veya Mürşit’in el vermesiyle, yol göstermesiyle yani ona tinsel güç kazandırmasıyla o kişi ozan veya ehil birisi  olur.

            İsmail Aydın (Dâimi) mahlasını alır ve bundan sonra “Åşık Dâimi” olarak ün yapar. Dâimi kendi   özüyle dolduktan ve gerekli birikimi sağladıktan sonra art arda bir çok deyiş, türkü, ağıt, mersiye, düvaze… gibi eserleri üretir. Özellikle “Batıni ve Tasavvufi” konularını işleyen şiirler üretir.  Dâimi’nin ünü tüm ülkeye yayılır. Ozan artık ulusal bir kimlik kazanmıştır. O ürettikleriyle ülkenin her yanında aranan, dinlenen bir ozan olmuştur. O hiç yılmadan, üşenmeden ülkesini karış, karış dolaşmış ve kendi ülkesinin insanlarına gereken ilgisini ve sevgisini göstermekten kaçınmamıştır. Dâimi’nin yüreği her zaman sevgiyle çarpmıştır. O, insanlar arasında hiç ayrım yapmadan sevgiyi öğretisinin temeline koymuştur. Dâimi, bir çok eserlerinde hümanist anlayışı sergilemiş ve tüm insanlığın gönenç içinde, sağlıklı ve mutlu yaşamalarının istencini şiirlerinde açık bir biçimde yansıtmıştır.

            Åşık Dâimi’nin, muhabbeti, hoş sohbeti seven bir yanı olduğunu, tanıyan dostları ve yakınları söylerler. O, köy köy, kent kent ora benim bura senin demeden Türkiye’yi dolaşmış ve herkesle bir araya gelip sazlı- sözlü sohbetlerde bulunmuştur. Onun özünde kibir, benlik, aşağılama gibi insan duyuncuna sığmayan uygunsuz davranışlar olmamıştır. Dâimi, kendi görüş ve duruşunu içtenlikle karşısındakine anlatmaktan çekinmemiştir.

            Åşık Dâimi zamanının ünlü ozanlarıyla bir araya gelmiş, onlarla sohbetlerde bulunmuş ve birçok konserlerde birlikte olmuşlardır. Bu ozanlardan bazıları şunlardır. Âşık Veysel, Aşık Ali İzzet, Aşık Dursun Cevlani, Aşık Davut Sulari, Aşık Beyhani, Aşık Mahzuni, Aşık Ekberi… vb.  

            Åşık Dâimi her yıl Hacı Bektaşi Veliyi anma toplantılarına katılırdı. 1964 yılından itibaren Hakka yürüyene kadar bu törenleri hiç kaçırmadı.  O çok sevdiği ulu pirini her yıl sazıyla, sözüyle anardı. Ona görüş ve düşünceleriyle hizmetini sunardı. O her zaman Pirine karşı görevini yerine getirmeye çalışmıştır.

            Åşık Dâimi 14.04.1983 Perşembe akşamı, akrabalarının evinde saz çalıp, deyişler söylediği bir sırada rahatsızlanmıştır. Dâimi, aynı gün İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne kaldırılmış ve burada üç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra Pazar’ı Pazartesi’ne bağlayan  (17.04.1983) gece 51 yaşındayken, daha genç sayılabilecek bir yaşta Hakk’a yürümüştür. Hak’la bütünleşmiştir. Hakk’ın özüne karışmıştır. Gömütü (mezarı) Karacaahmet Türbesi’nin yanındadır.

            Åşık Dâimi’de diğer çağdaş ve ilerici ozanlar gibi 1980 askeri darbesi sırasında ve sonrasında büyük baskılar görmüştür. Bu darbe halktan yana tavır alan tüm sanatçı, ozan, şair, ilerici ve devrimci insanlara büyük baskılar uygulamıştır. Dâimi’de bu baskılardan nasibini almıştır. Bu baskılar sonucunda Dâimi bazı eserlerini yakmak zorunda kalmıştır. O daha çok çocuklarına, ailesine, arkadaş ve dostlarına zarar gelmesini önlemek için böyle bir yolu seçmiştir. Ozanına baskı yapan, bir çok ozanı, sanatçıyı, ilericiyi zindanlarda çürüten, ölümlere, yad ellere gönderen (Ruhi  Su, Emekçi, Yılmaz Güney, ...vb.) bu darbe, insanlarımıza büyük acılar çektirmiştir. Åşık Dâimi gibi ulu bir ozanımız da bu olgu ve olaylardan büyük zararlar görmüştür.

            Dâimi 35 yıllık ozanlık yaşamı döneminde bine yakın eser üretmiştir. Bu eserlerinden bazıları radyolarda okunmuştur. Birçok eseri halk müziği söyleyen sanatçılar tarafından yorumlanmıştır. Birçok eseri de yasaklanmış, tehlikeli sayılmış radyo ve televizyonlarda okunmamıştır.

            Dâimi, ozanlık yaşamı süresi içinde, geleneksel yapı içinde kalarak kendinden önce yaşamış olan kimi ozanların eserlerini de okumuş ve o eserlerin halka sunulmasına katkı da bulunmuştur. Ama belirli bir aşamadan sonra ve kendi yoğunluğunu ve birikimini yansıtabilecek konma geldikten sonra  daha çok kendi deyişlerini söyler olmuştur. Aşık Dâimi büyüklerinden aldığı tasavvuf ve batini eğitiminden sonra kendi şiirsel yoğunluğunu bu alana kaydırmıştır. O daha çok bir tasavvuf ozanıdır. Yaşadığı dönemde de bu alanda ki en büyük ozanlardan birisi olmuştur.

            Åşık Dâimi halk tarafından “Dâimi Baba”, “İsmail Dâimi”, “İsmail Aydın” ve “Åşık Dâimi” olarak tanınmıştır. Ama halk arasında “Åşık Dâimi” ismi daha çok kullanılır olmuştur.

             Åşık Dâimi de şiirlerinin çoğunluğunda Alevi- Bektaşi bir ozan olarak; Alevilik felsefesini yansıtan ve tasavvuf şiirlerini önde tutan bir şiir anlayışı sergilemiştir. Yani Dâimi, orantısal olarak, Alevi-Bektaşi öğretisini, Tasavvufunu konu edinen şiirlere daha yoğun bir şekilde yer vermiştir. Bu durum ozanın başka konularda şiir yazmadığı veya eser üretmediği anlamına gelmez.

            Dâimi, Alevi-Bektaşi bir ozandır. O başlangıçta yöresinin  halk edebiyatı zenginliklerini yansıtan şiirler ve ezgilerle tanındı. Çalıp söylediği ilk yıllarda Halk şiirinin geleneksel konularını işledi. Daha sonraları ise toplumsal sorunları ve Alevi-Bektaşi felsefesini anlatan kendi eserlerini üretmeye başladı. Bundan sonra da genellikle kendi eserlerini yorumladı ve sazıyla çalıp söyledi.

            Dâimi Tasavvufu, Batıniliği, Aleviliği , ayrılığı, dostluğu, muhabbeti, hoşgörüyü, kardeşliği, sevgiyi, barışı, aşkı, dostluğu, paylaşımı; Tanrı, evren, insan birlikteliğini... şiirlerinde her zaman işleyen aydın bir ozan olmuştur.

            Dünyada hiçbir inanç, hiçbir felsefi görüş ve hiçbir siyasal yapı hiçbir öğreti veya anlayış saf değildir. Her inanç, her görüş, her siyasal yapı her öğreti, kendisinden önceki inançlardan, görüşlerden, öğretilerden ve siyasal yapılanmalardan izler taşır, onlardan beslenir ve kendisini, öncesiyle var kılar.

            Alevilik İslam öncesi tüm inançların izlerini içinde taşır. Alevilik Anadolu’da yaşamış tüm kültürlerin ve uygarlıkların kalıtını özünde yoğurarak kendini varlaştırmıştır. Aleviliği ne bir ırka, ne bir dine, ne bir bölgeye, ne bir tekil inanca indirgemek çok yanlıştır. Bu duruş ona yapılacak olan en büyük kötülüktür. Derinlemesine bakıldığında Alevilik Senkretik (Bağdaştırıcı, birleştirici ve uyumcu…) bir inanç oluşumudur.  Bu bağdaştırıcı inancın içinde çok felsefi ve ezoterik (gizemli) öğeler zengin bir yer alır.

            Bu anlamda inanç yapısı içinde özellikle Şaman, Budist, Zerdüşt, Mani, Pagan ve diğer tek tanrılı dinlerin kültürel ve inançsal öğelerini  bulmak olasıdır.                                 

            Daimi’nin dizeleri çok güçlü ve derin anlamlar içerir. Onun dizelerinde ki en belirgin yön Alevi-Bektaşi öğretisine verdiği katkıdır. Kendisi de bir “dede” olan ozanımız, tasavvuf ve Bâtınilik konusunda derin bilgilere sahip olduğu şiirlerinde ki sözlerde, sözlerde ki vurgularda ve sözlerde ki ağırlığındadır. Ozanımızın en belirgin yönü Alevi-Bektaşi inancını ve felsefesini şiirlerinde çok yoğun ve etkili bir şekilde işlemesidir. 20. Yüzyılda Tasavvuf ve Batini içerikli şiir deyince akla ilke gelen Âşık Daimi’dir. Birçok insan ve bu konuyu irdeleyen, bu konuda kafa yoran birçok insan aynı kanıdadır. Daimi’nin toplumsal ve çağdaş içerikli şiirleri de bir hayli bulunmaktadır. Bu anlamda da çok zengin dizelerin sahibidir. Şiirlerinden örnekler sunarak ozanımızın bu yönlerini açıklamaya çalışacağım.

                        Mecnun’a mekandır, Leyla’nın dağı

                        Arif olan seçer, karayı ağı

                        Bağbansan bekleme, şol kuru bağı

                        Ağaç meyve vermez, dal olmayınca

            Bu dizelerde; aşkın evrenselliğini anlatmıştır. Tasavvuf ancak aşkla açıklanabilir. Mecnun’un Leyla’ya olan aşkı, kendisindeki eksikliği gidermeye dönük bir eylemdir. Aşk, nesnenin yada kişinin kendisindeki gizli enerjisini açığa vuruma biçimidir.

                        Aşık isen aşk badesin nuş eyle

                        Arif ol daima gönül hoş eyle

                        Her an enginlere dalıp coş eyle

                        Ummana varılmaz sel olmayınca

Âşık olan aşkının peşinden gider ve aşkıyla donanmak için kendini aşık olduğu nesneye yöneltir. Âşık, aşkının badesini içmek için savaşım verir. Aşkının kendisine sunduğu badeyi içmeye çalışır.

                        Dâimi bir şiirde şu dizeleri dile getirir.

                         Odur aranılan, odur görünen

                        Böyle görüntüye, şekle bürünen

                        Gah Eflatun, gahi Lokman görünen

                        Yaraya neşteri, bulandır insan

                                                    

                        İnsan güvencedir, insan güvendir

                        İnsan sevilendir, insan sevendir

                        İnsan tabiattır, insan evrendir

                        Kendine varlığı, bilendir insan

                   

                        DÅİMİ diyor ki hakla kendini

                        Riyadan ari kıl pakla kendini

                        İlmin gözü ile yokla kendini

                        Kendinden kendine gelendir insan.

Bu dizeler tasavvufa çok güzel bir önektir. Bu dizelerde Dâimi’nin tasavvuf konusunda ne kadar engin bilgiye egemen olduğunu görmekteyiz.

Tasavvufun en temel görüşü olan “varlık birliği” ilkesi bu şiirde işlenmiştir.

Alevilik-Bektaşilik öğretisine göre “can” ölmez. Beden ölür. Beden “can”ın görünüş alanına çıkmak için kullandığı bir araçtır. Gerçek olan, kalıcı olan “can”dır. Can dediğimiz şey özünde varlığa devinim veren hareket ettirici enerjidir. Ölen kişinin “can”ı özüyle birleşir, geldiği kaynağa döner. Ama orada durmaz, tekrar bir beden içinde kendini dışa vurur. Bazen ot olur, bazen bulut, bazen Eflatun, bazen Lokman…buna Alevilikte “çevrim” yada “devriye” inancı denir.

            Şimdi Dâimi’nin şu dizelerine bakalım.

                        Okudum ayeti, yarin veçhinde

                        Gevher vardır aşıkların göçünde

                        Varıp nadan ile, bir cem içinde

                        Oturmaksa , oturmamak pek ala

            Bu dizelerde; Alevi-Bektaşi felsefesinin özü olan; tanrıyı insanda görme, öğretisini açıkça görmekteyiz. Ozan ilk dizede; yârin yüzüne, evrensel tüm gerçeğin yansıdığını, ayetlerin bize söylemek istediği gerçeklerin özünün insanın yüzünde mevcut bulunduğunu belirtiyor. Ozana göre İnsan yüzünün, biçimi, insanı Tanrı gerçeğiyle buluşturuyor. Hurufilikte aritmetik sayılarla gerçeğe ulaşma yöntemi ozanın dizelerine yansımış bulunmaktadır. Hurufiliğe göre tek gerçek sestir. Seste harflerden oluşmuştur. Harfler ise belirli bir sayıyı gerektirir. Ses insanın başının içinde bulanan dilin bir özelliğidir.

Tanrı dediğimiz o gizli nokta

Gerçek ariflere ayan görünür

Dost muhabbetini bilmeyen softa

Özü cahil kendi hayvan görünür

Daimi, yukarıda ki dizelerde Tanrı’yı gizli nokta olarak görmekte ve bu görüşüyle Batini anlamda Tanrı kavramını dile getirmektedir. Bâtıniliğe göre “Tanrı” şeylerde açığa çıkmamış olan “gizil nesnelliktir”.  Gizil nesnelliği ancak arif olanlar, aydınlanmış olanlar açığa çıkarabilirler. Muhabbet, insanın bir başkasına gösterdiği içten bağlılık ve sevgidir. Ozan, böbürlenen, kendisini beğenen ve kendisinde üstünlük gören “softayı” bilinçsiz ve insani yönü gelişmemiş birisi olarak görmektedir. Dostça sohbet etmeyen, dostlarına sevgi beslemeyen,  insanlara gerekli olan değeri göstermeyen birisi insani değerlerle yüklenmemiş bir kişiliği sergilerler. Bu tür insanlar hiçbir zaman insanlığa hizmet sunmazlar. Dünyayı çekilmez kılarlar.

Bulduk Hak cevherin öz kanımızdan

Kesmeyiz zikrini dillerimizden

Bir himmet diledik bağbanımızdan

Bülbül olup gülistana gelince

            Ozan, Tanrısal gerçeği, insanın özünde bulduğunu, damarlarda dolaşan kanın da tanrısal gerçekliği yansıttığını belirtmektedir. Tanrısal özü çok uzak yerlerde aramaya gerek yoktur diyen ozan; bu gerçeğe ulaşan bilincin bu gerçeği söylemekten çekinmeyeceğini ve bu gerçeği her zaman dile getireceğini söylemektedir. Ozan, doğanın bütününde Tanrısal gerçekliği yanıtsan verilerleri bulabileceğimizi vurgulamıştır. Daimi, evrensel gerçekliğe ulaştığını ve kendisinin bu olgunluğa eriştiğini; doğal bahçeden gerekli gıdayı (bilgiyi) aldığını ve ulaştığı bu bilgileri de bülbül gibi yansıtmaya çalıştığını belirtmektedir. Doğa, görebilenler ve algılayanlar için sonsuz bir bahçedir. Bu bahçenin besininden yararlanabilen, bu bahçenin bilgisine erişebilen kişi aydınlanmış ve gerçeği kavramış kişidir. Daimi de bu kişilerden birisidir. Onun dili felsefi bir dildir. O, bilinci aydınlanmış ve gönül gözü açılmış bir velidir. Bu dizeler onun kanıtıdır.

Ol bezmi kudrette kandilde nurda

Kırkların cemini kurduk orada

Hakk’ı ayan gördük cemali Pir’de

Sırrı hakikate erdik orada

            Ozan, Kırklar Cem'ine gönderme yaparak o meclisin ulular tarafından oluşturulan bir topluluk olduğunu söyleyerek; bu ulu insanların bira araya gelerek oluşturdukları aydınlığın insanlığa ışık saçtığını ve bu toplulukta varoluşun gerçekliğinin yansıtıldığını belirtmektedir. Kırklar Meclisi; özünde 40’ın bir, birin de kırkta oluşmasını tasarımlayan ve insanın oluşumunu anlatan gizil bir anlatımdır. İnsanın anne karnında kırk günde oluştuğunu, bedenleştiğini bilen bilgeler bunu bir imgesel bir tasarımla bilince çıkarmaya çalışmışlar ve “Kırklar meclisi” tasarımıyla bu gerçeği yansıtmaya çalışmışlardır. Kurklar cemi imgesel bir tasarımdır. Varoluşun gizini açıklamaya ve bütünün bir, birin de bütün olduğunu vurgulamaya çalışan bir söylemdir. Bilgeler, soyutun somuta taşınmasını, evrensel olanın parçayla bağıntısını, parçanın bütünden geldiğini bilinçlere taşımayı amaç edinmişlerdir. Bu söylemde eşitlik, paylaşım, kardeşlik, dostluk, sevgi… v.s. gibi insani değerler de bir bütünlük içinde verilmeye çalışılmıştır. Ozan, yukarıda ki dizelerde bu gerçekliği vurgulayarak; varoluşun gerçeğini “Kırklar Cemi’nde gördüğünü; gizemsel gerçeğin o toplantıda çözüldüğünü ve kendisinin de “sırrı hakikate (gizli gerçeğe) erdiğini belirtmektedir. Ozan, gerçeğin ulu insanların yüzünde bulunduğunu, Velilerin, Pirlerin yüzünde ve görüşlerinde tüm gerçekliğin bulunduğunu vurgulamıştır. İnsan tüm gerçeği yansıtan “küçük evren”dir. Yeter ki onu doğru anlayalım.      

Coştu gönül dost cemalin özledim

Avcı olup izlerini izledim

Suretimi cahillerden gizledim

Var mekândan Lâmekâna gelince

            Ozan, dost yüzünü özledim derken;  aslında Tanrı’yı yansıtan dost yüzlerden söz etmektedir. Alevi- Bektaşi öğretisinde olgun insan Tanrının niteliklerini özünde taşıyan insandır. Olgun insanın yüzü, Tanrının yüzüdür. Daimi, dost yüzünü, olgun insanı gördüğünde coştuğunu belirterek; kendisinin böylesi insanların yolunu izlediğini; onların görüş ve düşüncelerinden yararlandığını; onların yaptıklarını örnek aldığını açıklamaktadır. Ozan, olgun ve gerçeği çözümlemiş olan insanları cahillerin anlayamayacağını belirterek; görüş ve düşüncelerini, gerçeği yansıtan söylemlerini onlardan gizlediğini söylemektedir. Ozan, var olan, görünen, duyulan, kavranılan, elle tutulup dokunulan varlığın dışına çıkıldığında; gizil nesnel alana girildiğinde (açığa çıkmamış, mekân, yer edinmemiş) her şeyi konuşamadığını, bildiklerini açıkça dillendiremediğini söylemektedir. Çünkü cahil insan ancak “somut” olanı kavrayabilir. Gizil nesnelliği bilince taşıyamaz. İmgesel olanı kavrayamaz. Varoluşun özünü bilinçte tasarlayamaz. Bundan dolayı da gerçeği dile getiren insanları anlayamaz ve olumsuz davranışlar içine girebilir. Ozan bundan dolayı da her bildiğini açıklayamayacağını söylemektedir.

O Sultandır ben olmuşum gedası

İnayet kıl âlemlerin Huda’sı

Ene-l Hak’tır dilimizin sedası

Mansur darına durdum bu sabah

            Daimi, Alevi-Bektaşi önderlerinin sevdalısı olduğunu belirtmektedir. Hacı Bektaş-i Veli’nin mürşit ve sultan olduğunu söylemektedir. Sultan, Alevi öğretisinde bu yolun en üst aşamasında ki ulu kişiye, aydınlanmış önder insana verilen bir sıfattır. Ozan da bu sıfatı yol önderleri için kullanmakta ve bu önderlerin sevdalısı olduğunu vurgulamaktadır. Ozan, Tanrıdan tüm dünyaya iyilik ve güzellik vermesini dilemektedir. Daimi, “Enel-Hak söyler dilimiz” derken; insanın tanrıda, tanrının ise insanda mevcut olduğunu; tüm doğanın bir bütünlük içinde bulunduğunu söylemektedir. Batini öğretide, her şey, her şeyin içindedir. Birbirinden bağımsız, birbirinden ilintisiz hiçbir şey bulunmamaktadır. Bu anlamda her şey her şeydedir. Bu her şeyin toplamı aynı zamanda tanrının belirtisidir. Evrende tanrıyı yansıtmayan hiçbir şey yoktur. Her şeyin tanrının farklı şekillerde görüntüleridir. Bu gerçekleri dile getiren ve açıkça söyleyen Hallaç-ı Mansur’un başı uçurulmuştur. Daimi’de bu olguya kinaye yaparak Mansur gibi gerçekleri dile getirdiğini ve gerçekleri söylemekten kaçınmadığını belirtmektedir.

DAİMİ’YİM gitti dostların göçü

Elem ile9999 doldu gönlümün içi

Hallaç-ı Mansur’un ne idi suçu

Ene-l Hak diyenler dara dolaştı

            Daimi, dostlardan ayrılmanın insana yalnızlık duygusu yarattığını; bu duygunu da insanda acı, keder ve üzüntü oluşturduğunu anlatmaktadır. Gerçekten de insan toplumsal bir varlıktır. Ama insanın insanlaşması tek başına yeterli değildir. Bir insanın “insani değerlere” sahip olması o insanı diğerlerinden farklılaştırır. Çevresine güven veren, paylaşmasını ve sevmesini bilen ve başkalarına yardım etmesini bilen …b.g insanlar dost insanlardır. Arkadaş edinmesini bilen, arkadaşının sorunlarını kendi sorunu olarak gören ve zor anlarda yardım eden insan gerçek dosttur. Böylesi dostların olduğu bir ortamda kişi yalnızlığını unutur ve yaşama daha severek sarılır. Ama dostlarını yitiren, dostlarından uzak kalan bir insan, büyük insan yığınları içinde yalnızdır. İşte bu yalnızlık insana acı verir. Kişiyi güvensiz kılar ve toplumdan uzaklaştırır. Ozan dizelerinde bu gerçekleri dillendirmektedir. Ozan, Hallaç-ı Mansur’un asılmasını, kafasını uçurulmasını sorgulamakta ve “Ene-l Hak” diyen Mansur’un asılmasını anımsatmaktadır. Mansur’un “Ene-l Hak (ben tanrıyım, tanrı bende)” demekten başka bir suçunun olmadığını oysa evrensel gerçeğin Mansur’un sözlerini doğruladığını söylemektedir. Mademki her şey tanrının bir belirtisidir. Her şey Tanrısaldır. Bu sözün neresi yanlıştır?... Ama bunu söyleyenlerin Dar’a çekildiğini ve bu nedenle öldürüldüğünü hatırlatmaktadır.

                       

 Yadigâr Aydın Orhan; Âşık Daimi, Hayatı ve Eserleri; Can yayınları 1999; Sayfa 434)

Zaman Süleyman; Derinliklerin ozanı Aşık Daimi; Can Yay. 2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

           

 

 

 

コメント


bottom of page