AŞIK VEYSEL
- sulzam1956
- 25 Eki 2024
- 5 dakikada okunur

Aşık Veysel, 1894 Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyünde dünyaya gelmiştir.
Annesi Gülizar Veysel’i koyun sağmaya giderken; yol üstünde doğurmuş, göbeğini de kendi eliyle kesmiş. Veysel yedi yaşına geldiğinde tam okul yıllarında; O yıl Sivas ve çevresinde bir çiçek hastalığı salgını olmuş , O sırada Küçük Veysel de bu hastalığa yakalanmış. Bunun üzerine Sol gözü görmez olmuş. Sağ gözüne de perde inmiş, önceleri. Veysel sağ gözüyle ancak ışıkları fark edebiliyormuş. Veysel’in sağ gözünü doktorlar açabileceklerini söylemişler. Gel gör ki talihsizlik yine yakasını bırakmamış. Bir gün bahçede dolaşırken o gözüne de bir değneğin ucu batmış ve o gözde akıp gitmiş ve böylece Veysel’in iki gözü de görmez olmuş.
Sivas ozanlar kentidir. Veysel’in köyünde de bağlama çalan, türkü söyleyen ozanlar bulunmaktaydı. Bunlardan birisi de Ahmet amcadır. Veysel ara sıra Ahmet amcanın evine uğrar ve çalınan sazı ilgiyle dinlermiş. Babası, oğlunun ilgisini görünce; ona bir saz almış ve Veysel’e bir uğraş alanı yaratmıştır. Veysel İlk saz dersini de Çamşıh'lı Ali Ağa'dan almıştır. Belirli bir süre sonra Veysel saz çalmaya ve türkü söylemeye başlamıştır. Veysel. Başlangıçta hemen her ozan gibi ünlü halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiştir. Geleneksel kalıba uygun davranmıştır.
Veysel 1919 yılında babası ve annesinin isteğiyle Esma adında bir kızla evlenmiştir. Karisi bir çocuğunu da bırakarak yanaşmalarıyla evden kaçmıştır. Bu olay çok koymuş Veysel'e. Daha dertli olmuş ve iyice içine kapanmış. Çocuğu kısa bir süre ölmüştür. Bir süre sonra Veysel yeniden evlenmiş ve eşinden iki oğlu, dört kızı olmuştur.
Aşık Veysel, 1931 yılında Sivas’ta düzenlenen “Halk Şairleri Bayramı” na katılmış ve ilk defa sesini orda duyurmuştur.
Cumhuriyetin Onuncu yıl dönümünde yani 1933 yılında sair Ahmet Kutsi Tecer’le tanışmıştır. Ahmet Kutsi Tecer Veysel'i. dinlemiş ve onda ki söz gücünün ve şiir yazma yeteneğinin ayırdına vararak Veysel’in tanınmasına öncülük etmiştir. Ahmet Kutsi Tecer Veysel’in şiirlerine ışık tutmuş ve O’nun şiirlerini aydınlığa kavuşturmuştur. Veysel'i tanıtan ilk şiiri Atatürk için söylediği: "Türkiye'nin İhyası Hazreti Gazi" şiirdir. Veysel bundan sonra hızla tanınmış ve yurdun her yanında konserler vermiştir.
Aşık Veysel Halk ozanlarından en çok Karacaoğlan'ı, Yunus'u, Emrah'ı, Dertli'yi severdi. Veysel'in Ahmet Kutsi Tecer'in düşünce dünyasında ayrı bir yeri vardı. Veysel, O'nun aracılığıyla Koy Enstitüleri'nde bir sure saz öğretmenliği de yapmıştı. Aşık Veysel, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Cifteler, Kastamonu, Yıldızeli, Akpınar Köy Enstitüleri'nde saz öğretmenliği görevinde bulunmuştur.
Aşık Veysel 20. Yüzyılın en etkili halk ozanı olarak değerlendirilmiştir. Veysel'in gönül gözüyle kimsenin göremediği gerçekleri görmesi, şiirlerinde ki lirizm ve gerçekçilik ve sözlerindeki uyum ve ustalık onu kimi ozanlardan ayrıcalıklı kılmaktadır. Çağında yaşamış bir çok ozana ve sanatçıya ilham kayağı olan Veysel, kendine özgü ezgisi ve sesiyle herkesin gönlünde konacağı bir yer edinmiştir. Çağında yaşayan ozanların piri, babası sayılmıştır.
1952 yılında İstanbul'da büyük bir jübilesi yapılan Aşık Veysel'e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, "Anadilimize ve Milli Birliğimize Yaptığı Hizmetlerden" dolayı özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlamıştır.
Aşık Veysel, birçok radyoda, tv'lerde programlarda yer almış, konserlere, dinletilere katılmıştır.
Değerli ozanımız Aşık Veysel 21.03.1973 yılında Hakk'a yürümüştür.
Aşık Veysel’in ozanlık geleneği içinde ki yeri
Ozan, sessiz toplumun konuşan sesidir. Ozanın en etkili yönü şiirlerini saz eşliğinde söylemesidir.
Ozanlık geleneği Anadolu Kültürü'nün en belirgin yönüdür.
Ozan sözcüğü yalnız Anadolu'da değil, aynı zamanda Mısırda, Orta Asya’da da kullanılmıştır. Sözü edilen bu bölgelerde saz eşliğinde şiirler söyleyen, destanlar anlatan kişiler yaşamıştır. Bu geleneğin en önemli yanı, sözlü geleneğe sahip olmasıdır.
Bu şiir kalıbı, daha çok koşma tarzındadır. Bu şiir tarzında çoğunlukla uyaklı ve 11'li kalıp kullanılmıştır. Ama bazen 7'li, 8'li kalıpların da kullanıldığı olmuştur.
Bu gelenekte bağlama en önemli çalgıdır.
Peki zan kimdir; ozan, bir toplumun kültürel edinimlerini, özlemlerini, geleneklerini, göreneklerini, acılarını, sevinçlerini, ağıtlarını, oyunlarını, halaylarını, zenginliklerini, yoksunluklarını, kızgınlıklarını, kahramanlıklarını, kavgalarını, dramlarını, kazanımlarını, kederlerini, sevgilerini, aşklarını, sevdalarını, tarihlerini...vb. çoğunlukla saz eşliğinde dile getiren bilim insanlarıdırlar. Ozanlar toplumun ortak aklı ve söz taşıyıcılarıdırlar.
Ozanlar eserlerini genelde doğaçlama yoluyla üretirler. Geleneksel halk ozanlığı süreğinde yazarak şiir üretenler çok azdır.
Ozan aynı zamanda toplum önderleridirler. Yaşama yön verirler. İnsanları etkilerler. Sürekli söz üretirler. Aynı zamanda aktarıcı ve yayıcıdırlar. İçlerinde düşünerek, tartarak şiirler okuyan ozanlar da vardır. Bunlar doğaçlamadan çok, daha düzenli, daha anlamlı söz kalıplarını kullanırlar. Ozanlar, gönül gözünü kullanırlar. Ozanlar biçimsellikten uzak, öze değer veren, sezgisel yönleri ileri derecede gelişmiş bulunan insanlardır.
Bu geleneksel yapı içinde Aşık Veysel 20. yüzyılın en etkili ozanlarından birisi olmuştur.
Aşık Veysel sözlerini seçen, söylemlerini doğru bir şekilde kullanan, gönül gözü ve sezgi gücü ileri derecede gelişmiş yaratıcı bir ozandır. Aşık Veysel, ürettiği şiirlerde, kullandığı dille çağdaş bir duruş sergilemiştir. Veysel'in en belirgin yönü, gözleri görmemesine karşın gönül gözüyle kimsenin göremediğini görebilmesidir.
Aşık Veysel şiirlerinde doğayı, toplumu ve insanı anlatmış ve bunlar arasındaki bağıntıyı çok iyi bir şekilde çözümleyebilmiş ve şiirlerinde bu konularda çok güzel örnekler sunmuştur. Aşık Veysel’in Alevi- Bektaşi değerlerini de şiirlerinde yansıtmıştır.
Aşık Veysel daha çok doğa üzerine eserler üretmiştir. Onun konusu daha çok, toprak, ceylan, gül, bülbül, hak, adalet...olmuştur. Veysel, toplumsal konulara da değinmekle birlikte bu konuya çok derinlemesine inmemiştir.
Aşık Veysel’in felsefesini onun “Toprak Şiiri” özetler. O şiirde ozan; toprağın yaratıcılığını, gizleyiciliğini, dostluğunu, zenginliğini, cömertliğini, paylaşımcılığını ve dirimselliğini anlatan bir görüşü dile getirmiştir.
Üreten insan toprağa sevgi besler. Köylü toplumu besinini topraktan çıkarır. Bundan dolayı da toprağa sevgi beslemeli, toprağı hor kullanmamalıdır. Doğada her şey öyledir. Her şey doğar, ölür; ölen yeniden doğar. Toprak şiiri bir yandan üreten köylünün, toprağa gereken değeri gözetmesini savunurken, diğer bir yandan Veysel’in yaşama, insana, evrene ve Tanrı’ya bakışını da anlatmaktadır. Veysel bu şiirinde sonsuzluk içinde sonluluk bulunduğunu evrende üretkenliğin temel olduğunu, her şeyin yeniden, sürekli oluş ve yok oluş içinde bulunduğunu... bu şiirinde anlatmaya çalışmıştır. Aşık Veysel, var oluşun gizini toprak özgülünde bize sunmaktadır.
Veysel, şiirlerinde ölüm teması üzerinde çok durmuştur. Veysel, dünyanın geçiciliğini, ölümün gerçekliğini anlatmıştır. Bu geçicilik bağlamında insanın kısa ömür sürecinde insan gibi yaşamanın önemini vurgulamış ve insan olmanın en belirleyici yönününse "insanın nefsini yenerek benlikten kurtulmasıyla" olası olduğunu ileri sürmüştür.
Aşık Veysel, çağının ozanı olmasını bilmiştir. Her zaman birlik ve beraberlikten söz etmiştir. Örneğin:
“ Yezit nedir, ne Kızılbaş / Değil miyiz? Hep bir kardaş/
Bizi yakar, bizim ataş / Söndürmektir tek çaresi" diyerek, toplumdaki farklılıkların düşmanlık yaratmamasını, muhabbettin, sohbetin, barışın egemen olmasını savunmuştur. Veysel’e göre farklılıklar zenginliktir. Doğada tek bir çiçek yok ki, toplumlarda da tek bir insan tipi, tek bir insan ırkı olsun.
Veysel bir dörtlüğünde şöyle diyor:
Bir küçük dünyam var, içimde benim
Mihnetim, ziynetim bana kafidir
Görenler dar görür, geniştir bana
Sohbetim, ülfetim bana kafidir
Veysel bu dörtlüğünde kendi içinde kendine ait farklı bir dünyasının bulunduğunu belirtiyor. Yunus’un “Bir ben var oda benden içeri” dediği gibi, Veysel’de deruni bir bakışla, kendisini oluşturan, kendisini kendi yapan tinsel bir benden söz ediyor. Her insanın kendi iç dünyasının bulunduğunu, başkaları onu görmese, beğenmese bile, o kişinin kendisi olduğunu belirterek, insan olmanın en büyük değerini bizlere sunuyor. Ozana göre her insan özünde bir dünyadır, yada insan evrenin prototipidir.
Bir dörtlüğü şöyledir:
Gönül bir güzel sevmiş ayrılmaz/ Dolanır peşinde çoban misali
Hiç kimse bu derdin dermanın bilmez/ Azmış yaraları perişan halli" diyerek, aşkın ve sevginin farklı bir tanımını sunmuştur.
Aşk, insanı çevresinde bir girdap içinde döndürür. Aşık olan aşkını merkeze yerleştirir ve onun ardından sürüklenip durur. Aşk insanı perişan eder, dermansız ve kimliksiz bırakır. Aşk özünden ayrılmış bir parçanın, özüne kavuşmak için büyük bir özlemle geldiği bütüne yönelme isteğidir. Bu dizelerde de bunu görmekteyiz.
Ozan, ölüm gerçeğini şu dizelerle anlatıyor:
Can kafeste durmaz uçar/ Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır, yıllar geçer, / Dostlar beni hatırlasın.
Doğada doğum-ölüm döngüsü sonsuzca vardır. Bu anlamda her doğan ölür. Kuş konduğu kafeste uzun süre kalmaz. Bir gün mutlaka kafesini terk etmek zorunda kalır. Dünya da insan için bir kafestir ve birgün bu kafesten uçup gidecektir. Bu anlamda hiç kimse, hiçbir var olan dünyada kalıcı değildir. Çünkü her ölüm bir doğumu, her doğumsa bir ölümü içinde taşır. Bu doğasal diyalektiktir.
Aşık Veysel, dünyanın toplumsal gerçekliği üzerine de şiirler üretmiştir. Ayrıca, sevgi, dostluk, dayanışma, barış, kardeşlik vb. gibi değerleri de şiirlerinde her zaman yansıtmıştır.
Aşık Veysel bilimsel ve teknik gelişmelere de uzak kalmadı. Çağın olgularıyla ilgili bir ozandı.
Evren sonsuz ama küçük birimler ölümlüdür. Bu sonsuzluk içinde ölümsüzleşmek, kişinin bıraktığı eserlerle olasıdır.
Aşık Veysel bıraktığı eserlerle ölümsüzleşmiştir.
Önünde saygıyla eğiliyorum.
Comments