CUMHURİYET DÜŞÜNCESİ
- sulzam1956
- 29 Eki 2024
- 4 dakikada okunur

Cumhur; Arapça (cumhur: Halk; anlamına gelir.) Arapça “Cumhur” sözcüğünden türemiştir. Halkın istenciyle seçtiği yöneticiler tarafından yönetilen devlet biçimidir.
Cumhuriyet, yönetim erkini halktan alır. Cumhuriyet yönetiminde yöneticiler güçlerini halktan alırlar ve dolayısıyla halka karşı sorumludurlar.
Cumhuriyet, yöneticilerin güçlerini “ilahi güçten” aldıklarını söyleyen “teokratik yönetimin tam karşıtıdır. Kral ya da padişah monarşiyle devleti yönetirlerdi. Krala ya da Monarka dokunulmazdı. Çünkü bunlar güçlerini Tanrı’dan aldıklarını söylerlerdi. Tanrı’dan alınan güce kim karşı gelebilir ki? Bu yolla Monark, yani tek bir kişi devleti keyfince yönetirdi. Cumhuriyet’le birlikte yönetimler “gökyüzünden, yani ilahi olandan” yeryüzüne indirildi. Kutsal olan değil, halkın kendisi yöneticisini belirler oldu.
Cumhuriyet yönetiminde “Seçim” en temel işlevdir. Halk seçim yoluyla kendisini yönetecek insanları seçer.
Halkın egemenliğine dayanan Cumhuriyet, çağdaş dünyada uygulanan en geçerli yönetim şeklidir.
Cumhuriyet yönetimiyle insanlar ümmet ve kul anlayışından, yurttaş ve birey olma anlayışına getirildiler.
Cumhuriyet, kişinin özüne kavuşması, kendi bilincini, kimliğini, özgürlüğünü kazanmasıdır.
Cumhuriyet yönetiminde, hiçbir aileye, hiçbir guruba, hiçbir ırka vs. ayrıcalık tanınmaz. Herkes seçilmek koşuluyla yönetime katılabilir.
Cumhuriyet yönetiminin olmazsa olmazı, devleti yönetenlerin Seçimle gelmiş olmalarıdır. Seçilenlerin görev süreleri Anayasayla, kanunla belirlenir. Yönetime seçilenler seçildikleri süre içinde görevlerini yaparlar ve süreleri dolduğunda ise görevi bırakırlar. Görevi bitenlerin yerine yeniden seçim yapılır ve aynı görevi yeni seçilenler yürütürler ve bu işlev bu ilkelere üzerinden sürer gider.
Cumhuriyet yönetiminde erkler ayrılığı vardır. Bu erkler ayrılığı Cumhuriyet Yönetiminin özünden sapmaması ve seçilenlerin de denetim altına alınması için bir nevi kurulu düzeni kendi düzleminde sürdürülmesi için kurulmuştur. Buna göre Yasama, Yürütme ve Yargı üçlüsü Cumhuriyet’i daha da önemli kılan bir yönetim şekline sokmaktadır.
Cumhuriyet, halkın örgütlenmesiyle yönetime katılması, güçler ayrılığının işlevsellik kazanması alınacak kararlarda halkın katılım ve kamuoyu iradesinin yönetimde etkin olmasıyla "Demokrasi" oluşur.
Demek ki; Demokratik Cumhuriyet;
-Bireyin özgürleşmesi,
-Yöneticilerin yönetme gücünü kutsaldan değil halktan alması;
-Kulluktan yurttaşlığa geçilmesi;
-Ümmet bilincinden, bireysel bilince geçilmesi, vatandaşlık bilincinin egemen olması ve kişinin kendi kararını kendisi vermesi, yani bireyin kendisi olması,
-Teokratik yönetimden kurtulup, halkın egemenliğinin geçerli olması;
-Yönetenlerin, yönetimlerini yasalar ve kurallar ölçüsünde yerine getirmesi,
- Demokrasinin uygulanmasının koşullarının var olması,
- Yasaların ve kuralların çağdaş insani değerlerle donanması,
-Bireyi ve toplumu geliştirici değerlerin egemen olması,
-Her türlü yönetim alanlarında keyfiliğin kalkıp, yasaların ve kuralların geçerli olması,
-Halkın seçilme ve seçme hakkına kavuşması,
- Aklın ve bilimin öncülüğünde kararlar alınması,
- Toplumda ki davranışların ve uygulamaların başkalarının hakkını kısıtlamaktan uzak olası,
- Yaşam hakkının kutsal sayılması.....
Görüldüğü gibi Cumhuriyet yönetimi toplumu dönüştüren bir yönetim anlayışıdır. Cumhuriyet çağdaş değerleri toplumsal anlayışta geçerli kılacak koşulları özünde taşır ve insanı merkez olarak alır.
Özünde, Cumhuriyet bir yönetim şeklidir. Cumhuriyetin niteliğini belirleyen onun hangi anlayışı ve toplumsal değerler bütününü geçerli görmesiyle ilintilidir.
Cumhuriyet devletin yönetim şeklini belirlerken onun niteliğini tam olarak belirlemez. Yani devleti yönetenlerin, yönetme gücünü nerden aldıklarına ilişkin alanı belirler. Ama, asıl olan Cumhuriyet’in niteliğidir. Yani özüdür. Cumhuriyetin niteliği onun nasıl bir Cumhuriyet olduğunu da ortaya koyar.
Çünkü tek başına yöneticilerin halk tarafından seçilmesi Cumhuriyet’i erdemli, akla uygun ve insan merkezli bir yönetim yapmamaktadır.
Günümüzde bile faklı Cumhuriyet uygulamaları bulunmaktadır. İslam Cumhuriyeti, Laik Cumhuriyet, Demokratik Cumhuriyet... vs. gibi uygulama biçimleri vardır.
İslam Cumhuriyeti; bugün bile İran’da ve daha başka İslam ülkelerinde uygulanan yönetimdir. Bugün İran’ı mollalar (din adamları) yönetmektedir. Ama İran’da da bunlar seçim yoluyla gelmektedirler. Yani adı Cumhuriyet’te olsa, orada mollaların tartışılmaz bir egemenliği söz konusudur. Seçim sadece biçimsel olarak vardır. Cumhuriyet’le demokrasi bütünleşmemiştir. Kısacası İran’da ki ve başka baskıcı yönetimlerde ki cumhuriyet demokrasiyi içermediği sürece o Cumhuriyet demokratik bir cumhuriyet olamaz.
Aynı şekilde biçimsel anlamda monarşi olan bir devlet, niteliksel olarak demokratik bir yönetimi uygulayabilir. Buna en iyi örnek İngiltere’dir. Kraliçe Devletin başıdır ama orada demokratik bir yönetim vardır.
Yine Faşizmde de yöneticiler halk tarafından seçilmiştir ama burada baskıcı ve otoriter bir yönetim egemendir. Dolayısıyla bu Cumhuriyet anlayışında da akla, bilime ve insan merkezli anlayışa uygun bir Cumhuriyet niteliği bulunmamaktadır.
Oligarşi; burada egemen sınıfları temsil eden kesimlerin yönetimi söz konusudur. Böylesi bir yönetimde herkesi kapsayan, tüm halkın yararını gözeten bir Cumhuriyet anlayışı söz konusu değildir.
Demokratik Cumhuriyet, işte asıl olması gereken Cumhuriyet anlayışı budur. Demek ki Demokrasi olmadan gerçek Cumhuriyet’i; yani tüm halkın yararını düşünen halkın katılımını sağlayan, halkı ve bireyi özgürleştiren, çağdaş değerleri toplumda geçerli kılan... bir yönetim söz konusu olamaz.
Şurası bir gerçek ki, eğer yönetenler, yönetme güçlerini halktan alıyorlarsa bu Cumhuriyet’tir. Ama her "Cumhuriyet" demokratik değildir.
Cumhuriyet özü yönetim erkinin gökyüzünden yeryüzüne, ilahi bir güçten, halka geçmesidir. Cumhuriyet’in en önemli niteliği budur. Bu da "halk ne derse doğru der yada halk ne yaparsa doğrudur" yanlışına götürmemelidir. Halkın bilinç düzeyi, demokratik olgunluğu, bilinçli örgütlülüğü...vs. yeterli düzeyde değilse, o zaman "Halk Egemenliği" bazen yönetimleri çapsız ve otoriter yöneticileri faşizme taşıyabilir. Bu tehlike her zaman vardır ve tarihte de bunun örnekleri yaşanmıştır. Halkın istemleri bazen toplumu 1000 yıl gerilere de taşıyabilir. bundan dolayı "Halk İradesi" söylemi paraoksal olarak hem doğru ve hem de yanlıştır. Burada ki ölçü, halkın bilinç düzeyi, çağdaş değerleri içselleştirmesi ve o değerlere sahip olup olmaması, özgür karar alma yetisi ve demokratik olgunluk...gibi ileri düzeyde değerlerle buluşup buluşmadığı olmalıdır.
Comentarios