DİN ÜZERİNE
- sulzam1956
- 21 Eki 2024
- 3 dakikada okunur

Din, inançlar sistemidir. Sınırları belirlenmiş, yasaları ve kuralları konulmuş, ilkeleri ve değerleri açıklanmış, yapılması veya yapılmaması gerekenleri yani emir ve görevleri ortaya konulmuş vs. sistemli bir inançlar bütünselliğidir.
Bu anlamda her din inancı kapsar ama her inanç din değildir.
Özünde inanç ve genelde din tamamen ruhsal doyum olgusuna dayanır. Dini inanç, insanın kutsal bir varlığa kendisini bağlamakla başlar ve kendi davranış kalıplarını o yüce (tinsel) varlığın istenci sonucunda oluştuğuna inanır. Kişi kendisini inandığı “yüce varlığın” eseri sayar. Böylece din, kul ile Tanrı arasında gerçekleşen iletişimin kulun yaşamında ki yansıması olarak karşımıza çıkar.
İnsan var olduğundan bu yana yaşamın gizini aramıştır. Ve halen de bu gizi aramayı sürdürmektedir. İnsan var olduğu sürece de bu gizi aramayı sürdürecektir. Çünkü halen evrenin ve yaşamın sırrı çözülebilmiş değildir. İnsan felsefe, teknik ve bilim yoluyla kendince görüşler, düşünceler ileri sürerek bu gizi çözmeye çalışmaktadır. Ama şu bilinmelidir ki; milyonlarca çeşitli nesnelerin somut gerçekler olarak ortaya çıkması ve bunlar arasında ki sonsuz ilişkiler ve bu ilişkilerin sonsuzca değişkenliği evrensel gizin çözümlenmesini ve gerçekliğe ulaşmanın zorluklarını yaratmaktadır. Çünkü bulunan veya çözümlenen herhangi bir şeyin içinde tekrar bilinmeyen ortaya çıkmaktadır. Ve bu olgu sonsuzca sürmektedir. O zaman evrende sonsuz gerçeklik vardır diyebiliriz.
Din de evrenin bilinmesi için kendince bir yöntem geliştirmiştir. Ama dinin yöntemi statik ve kesindir. Dine göre insan bu gizi asla çözemez. Çünkü insan aklı bu gizi çözmeye yeterli değildir. Din evrenin varoluşunu yüce bir yaratıcının gücüne bağlar. Bundan dolayı da evrenin varoluş gizinin ancak yüce yaratıcının bileceğini, hiçbir insanın bu gizi çözemeyeceğini söyler. Ve bu söylemle bütün araştırma ve sorgulamanın (felsefi ve bilimsel...) yolunu kapar.
Doğaya karşı insanın güçsüzlüğü, zamanın ileriye doğru akmasından dolayı geleceğin bilinememesi, yaşamın amacının çözülememesi, doğal afetlerin insanlara zarar vermesi ve insanların onları durduramaması; insanın ölüm karşısında ki acizliği, irade dışı olay ve olguların insan yaşamında etkin bir konumda bulunması, büyük salgın hastalıkların insanı toptan ölüme götürmesi; ölüm sonrası bilinemezliği, evren karşısında kendisini cılız ve küçük görmesi; evrenin muntazam işlemesi karşısında ki şaşkınlığı ve ona duyulan hayranlığı.....bg. gibi nedenler insanı bir inanca yöneltmiştir. Bu anlamda din zayıflığın, korkunun, güçsüzlüğün, çözümsüzlüğün... bir sonucu olarak insanın manevi bir güce yönelmesi ve onan bağlanması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Din toplumsal anlamda insanları topluluk içinde bir araya getiren bir kurum olduğu gibi; farklı inanç ve dinler sonucunda insanların birbirine düşman olmalarını da getirmiştir. Tarihsel olarak bakıldığında da bu böyledir. İnsanlık tarihi aynı zamanda dinlerin birbirine karşı verdiği savaşların tarihidir de.
Din insanın kendi iç dünyasını rahatlatması işlevini de görür. Bu anlamda kişiye huzur veren, rahatlık sağlayan, insanı belirli korku ve çözümsüzlükten kurtaran manevi bir doyum sağlar. Bu anlamda yayarlı bir işlevi yerine getirir.
Din yöneticiler ve sistem sahipleri tarafından insanları sömürmenin bir aracı olarak kullanılmıştır. Bu anlamda insanı geliştiren değil, onu gerileten, öte dünya kavramıyla avutan bir işlev görmektedir.
İnsan tinsel ve dirimsel bir varlıktır. Nasıl ki dirimsel açlığımızı yiyerek, içerek, ...vs. gideriyorsak; tinsel (ruhsal) açlığında giderilmesi gerekmektedir. İnsanı tek başına maddi bir varlık saymak büyük bir yanılgıdır. İnsanın kendi çözümsüzlüğünü kendinden üstün bir güce havale ederek o sorumluluktan kurtulması, kendisini rahatlatması akıl sağlığı açısından da önemlidir. Bu anlamda din veya üstün bir gücün varlığına inanmak (bunun adı Allah, Tanrı, mit, doğa... vs. olabilir. ) insan ve toplum açısından gereklidir.
Bir şeyin zararlı ya da yararlı olup- olmadıkları zaman ve mekân sorunudur. Anakronik yöntemlerle olaya bakış insanı yanılgılara götürür. Eğer bir insan “ineğe” tapıyor ve ondan haz duyuyorsa, rahat oluyorsa onun manevi duruşuna kim karışabilir.
Aslında tüm diğer değerler gibi, dini değerlerinde hem yararlı ve hem de zararlı yönleri vardır. Bu özünde toplumsal üretim biçimi ve toplusal yapıyla ilgili bir sorundur. Kapitalizm yoksulları inançla, futbolla, cinsellikle, arabeskle... Kandırıyor. Ama diğer bir yandan da bir bakıyorsunuz insanlar bu değerlerle psikolojik rahatlama sağlıyorlar.
Olaylara bu yöntemle bakmak gerekir diye düşünüyorum. Yani nihilist olmamak, olay ve olgular arasında bağıntı kurarak çözümlemek doğru bir duruş olur. Dini veya bir başka şeyi yok saymakla onu yok edemezsiniz. Onun maddi temelleri var olduğu sürece bu olgular da varlıklarını sürdürürler.
Bu bir paradokstur aslında. Doğru ve yanlış; artı ve eksi; yukarı ve aşağı; karanlık ve aydınlık; erkek ve dişi; inanç ve inançsızlık....yani her şey karşıtıyla düşünülmeli. Doğrunun içinde yanlış; yanlışın içinde doğru aranmalıdır.
Yorumlar