DOĞA ve İNSAN
- sulzam1956
- 1 Eyl 2024
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 28 Eyl 2024

İnsanlık tarihi, milyonlarca yıl öncesine dayanır. Yaklaşık 3,700 bin yıldan bu yana var olan Lucy İnsanı’ndan bu yana, insan evrimleşmiş, 200 -250 bin yıl önce Homo Sapiens, 70 bin yıl önce Homo Sapiens Sapiens ve sonrasında günümüz insanı ortaya çıkmıştır. Bu tarihi süreç içierisinde bir çok uygarlık varlaşmış, yıkılmıştır. Doğanın kendisini sürekli yenilemesi sonucunda doğasal yok oluşlarla biyolojik yaşam da kesintilere uğramış ve yeniden başlamış olabilir. Bu anlamda içinde bulunmuş olduğumuz uygarlık yaklaşık 10 bin yıllık bir süreci kapsamaktadır. Oysa Homo Sapiens Sapiens’in (soyut kavrama ulaşmış olan düşünen insan) 70 binlik tarihinde birkaç uygarlığın gelip- geçtiğini söylemek hiç de yabana atılacak bir düşünce olmasa gerekir.
İçinde bulunmuş olduğumuz 10 bin yıllık uygarlığa baktığımızda, bu uygarlığın kökenlerinin Mezopotamya, Mısır, Anadolu, Maya ve Aztekler oluğunu görüyoruz.
Bu bağlamda Anadolu toprakları, uygarlığın mihenk taşı konumdadır. 35’e yakın topluluğun, küçüklü büyüklü devletlerin yerleştiği bu topraklar, insanlığın kültürel kalıtın a çok önemli değeler katmışlardır. Özellikle 9000 bin yıl önce yaşamış olan Luviler, 5 bin yıl önce yaşamış olan Sümerler, Hattiler, Hurriler ve Hititler gibi devletler ve topumlar, kendilerinden sonra gelen tüm uygarlıkları etkilemişlerdir.
Bu topluluklar tamamen doğayla iç içe yaşamışlar, zamanı ruhu içinde, bilginin ulaştığı aşamalar bağlamında doğasal olaylara anlamlar vermişler ve kendilerini etkileyen her doğa olayına üstün güçler ve kutsallıklar yüklemişlerdir.
Günümüz uygarlığının kadim dönemi insanları, evrenin, doğanın ve toplumda oluşan olayların bilinmeyen güçlerce var edildiklerini düşünmüşlerdir. Dünyayı yönetenlerin bilinmeyen güçler olduğuna inanmışlardır. Dolayısıyla her olayı, varlaşan her olguyu var eden görünmez güçlere olan inanç nedeniyle milyonlarca “tanrı” yaratmışlardır. Ama insanı en çok cezp eden gökyüzü olmuştur. Çünkü, güneş, ay, yıldızlar, gezegenler gökyüzünde, hava olayları, bulut, yağmur, şimşek, yıldırım, rüzgar gökyüzünde meydana geliyor. Su gökyüzünde yağan yağmur sonucunda oluşuyor. Ayrıca güçlü hayvanlar da insanı etkilemiştir. İnsanı en çok korkutan ise ölüm olmuştur. Ölen insanların, bedenleriyle birlikte ruhunun da toprağın altına gittiğine ve dolayısıyla yer altında da bir yaşamın bulunduğuna inanmışlardır.
Korku ve merak insanı her zaman araştırmaya itmiş ve korku, insanı etkileyen her şeye inanç oluşturmuş ve tapınmayı ortaya çıkarmıştır.
İlk insanların tanrı algısı, içkincidir. Yani doğanın içinde ve her varlığın özünde bulunan bir tanrı algısı geliştirmişlerdir.
Zamanla üretim araçlarının ilerlemesi üretim ilişkilerinin de gelişmesiyle, doğaya olan inanç, soyut olana yönelmiş; ruhlara tapım ve atalar ruhuna inançla birlikte “Tanrı” da doğanın ötesine taşınmıştır. Doğanın ötesine taşınan “tanrı” nın yeryüzündeki temsilcileri krallar olmuştur. Özellikle feodal üretim biçimiyle gelişen bu inanç “Büyük Baba” anlayışını ve inancını da var kılarak zaman içinde “Nasıl ki bir aşireti “Büyük Baba” bir deveti “Bir Kral” yönetiyorsa, alegorik olarak bu evreni, doğayı da yöneten bir tek üstün güç olmalıdır” düşüncesi gelişmiş ve böylece “tek tanrı” inancı doğmuştur.
Şurası önemlidir ki, insanlar doğada her şeyin bir döngü içinde olduğunu görmüşler ve bu düşünceyle “Ölümsüzlük” düşüncesinin ve inancını da doğurmuşlardır. “Öldükten sonra dirilme inancı” nın temeli de bu inanca dayanmaktadır.
Doğada en temel yasanın değişim, dönüşüm olduğunu fark eden insanlar, ruhun da “yeniden doğacağını” düşünmüşlerdir.
Bu görüş ve inanç biçimleri, bütün dinleri ve kültürleri etkilemiştir. Her şey, tüm kültürler geçmişten beslendikleri için de tüm dinlerin ve kültürel değerlerin ortak hafızasında geçmiş inançaların ve kültrel değerlerin birçoğunu bulabilmekteyiz. Kök aynı olunca dallar köklere bağlı olmaktadır.
Comments