EVREN NEDİR
- sulzam1956
- 23 Eki 2024
- 10 dakikada okunur

Evren’in ne zaman ve nasıl var olduğu konusu hem bilimsel, hem felsefi ve hem de dinsel yönden tartışılmaya devam edilmektedir. Çünkü bu konu halen belirsizliğini sürdürmektedir. Tüm bu tartışmalara karşın, bilimsel yönden bir takım veriler ortaya konmuş ve bazı kuramlar geliştirilmiştir.
Din bize yalnıza “inanın” demektedir. Oysa yalnızca inanmakla evrensel gerçeğe ulaşmak olanaksızdır. Dinler “inan” söylemiyle durağanlık ve sorgulamamazlık getirmekte ve inançlarımızın “mutlak doğru” olduğunu söylemektedirler.
Oysa insan sorgulamadan duramaz. Sorgulayan insan inancı aşar. Onun ötesine geçer. Burada felsefe ve bilim devreye girer.
Felsefe, sorgulamakla başlar ve insanı araştırmaya yönlendirir.
Bilim, felsefenin bıraktığı yerden başlar ve gözlem ve deneylerle olay ve olguların genel işleyiş yasalarını ortaya koymaya çalışır.
Tüm bu tartışmalara karşın, evrenin varoluşuna ilişkin bilimsel yönden bir takım veriler ortaya konmuş ve bu anlamda bazı kuramlar geliştirilmiştir.
Evren nedir? Nasıl oluşmuştur? Evren nereden gelip, nereye gidiyor? Evrenin bir başlangıcı ve bir sonu var mıdır? Bir başlangıç varsa, başlangıçtan önce ne vardı? Vs. gibi sorular insanoğlunun aklını hep kurcalamıştır.
Bu konuda birçok bilim insanı kafa yormuş ve bu olguları sorgulamıştır.
Örneğin; daha, İ.Ö. 340 yılında Yunanlı düşünür Aristo; dünyanın yuvarlak bir küre şeklinde olduğunu söylemiştir. O dönemde insanlar dünyanın tepsi biçiminde düz olarak görüyorlardı.
Dünyanın çevresi 40.010 km. Bu gerçekliğe yakın olarak tahmin eden gökbilimci Eratosten (Eratosthenes; (İÖ; 275-192) olmuştur. Eratosten dünyanın çevresini günümüzden yaklaşık olarak 2200 yıl önce 39.690 km olarak hesaplamıştır.
Aristark (Aristakos İÖ, 3. YY); dünyanın basık bir çember (elips) üzerinde dolaştığını söylemiştir.
Lampsak (Lampsakos İÖ, 3. YY.) dünyanın, üzerinde yaşam taşıyan tek dünya olmadığını söylemiştir.
İ.S.ikinci yüzyılda yaşamış olan Ptolemy (Tolemi) veya Batlamyus; dünya merkezli bir gök modeli geliştirdi. Ay, Güneş ve diğer gezegenlerle birlikte 7 gök cisminden söz ederek, her bir gök cisminin bir küre üzerinde durduğunu belirtmiştir.
1514 yılında Nicholas Copernicus, güneş özekli (merkezli) ve dairsel bir evren modeli ortaya koymuştur.
1609 yılında Galileo güneş merkezli modelin gerçek olduğunu Teleskopla yaptığı gözlem sonucunda ortaya çıkmıştır.
Kepler (1571-1630), evrenin dairesel değil, elips olduğunu belirtmiştir.
1687 yılında Sir İsaac Newton, evrensel çekim yasasını ve cisimlerin devinimini oryaya koyan matematiksel formülasyonu ortaya koymuştur.
Bilim hızla gelişiyordu.
Tüm bu gelişmeler sonucunda bugün de ortaya konan evrensel oluşumla bazı modeller geliştirilmiştir.
Ama bugün en geçerli model Standart Model olarak öne çıkmıştır.
Standart Model: Bu kurama göre, evren geçmişte ve gelecekte, her an ve her noktasında hep aynı görünümdedir. Evren genişledikçe, aradaki boşlukları doldurmak üzere sürekli yeni maddeler oluşur. Evrenin bir başlangıcı ve sonu yoktur.
Standart modele göre Big-Bang sonucu evren genişlemeye başlamıştır. Evren, yapısındaki yoğunluğa bağlı olarak ya sonsuza kadar genişlemeyi sürdürecek ya da kütlesel çekime yenilerek belli bir süre sonucunda çökmeye uğrayacaktır.
Standart Model, evrenin yapı taşlarını ve bunlar arasındaki ilişkileri açıklayan bir modeldir. Buna göre; maddelerin yapı taşları atomlardır. Atomların yapı taşlarıysa atom altı parçacıklardır. Atom altı parçacıklarsa (elektron, pozitron, proton, nötronlardır. Bu temel parçacıklarsa Kuarklardan, leptonlardan vs. meydana gelmiştir. Kuarklar ise en temel olan (pozitif ve negatif) enerjilerden oluşmuşlardır.
“Evrendeki bütün maddeler, en temel parçacıklar olan 12 adet parçacığın birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu 12 tane parçacığın 6’sı kuark (proton, nötron s.z), 6’sı ise leptondur (elektron, s.z). Doğadaki her şey kuark ve leptonların birleşmesinden şekillenmiştir. Kuarklar güçlü nükleer kuvvetin etkisi altında, leptonlar ise zayıp nükleer kuvvetin etkisii altındadır. Kuark ve leptonların oluşturdukları birleşimlere “Standart Model” adı verilmiştir.” (H. Yalçın İnan, Kozmos’tan Kuantum’a 1043 üncü Saniye’den Bugün’e, Dorlion Yay. 2018, s. 114).
“Proton ve nötronlar en temel parçacık olan kuarklardan oluşmuştur.” (Deniz Şahin; Yaşamın Tarihi, Bilim ve gelecek kitaplığı, 2011).
“Çevremizde gördüğümüz her şey şu 3 parçacığın kombinasyonlarından oluşur: Elektron, u (aşağı) kurak (aşağı) ve d (yukarı) kurak.”(Cern ve Büyük Patlama, Prof. Kerem Cankoçak, 2019, s. 45).
Bu alıntılardan da anlaşılacağı üzere evren, atom altı parçacıkların oluşturduğu atomlardan meydana gelmiştir.
Evrende her şey Hız-hareket-frekans ve titreşimle oluşmaktadır. Hız-hareket-frekans ve titreşim azaldıkça görünür nesnellik (şekil alma, biçimlenme veya bedenleşme) gerçekleşmekte ve her şey görünür olmaktadır. Hareket-hız-frekans ve titreşim arttıkça algılanabilir nesnellik göreceli olarak daha da azalmaktadır. Belirli hızlarda ses, daha yüksek hızlarda renk, daha da yüksek hızlarda ısı vs olarak algılanır. Hız, öyle bir aşamaya gelir ki insanın algı boyutunun dışına çıkar.
Zaman da, hıza ve titreşime uygun olarak görecelik taşır.
Kütle, hızlandıkça zaman kısalır, tam tersi durumundaysa zaman uzar.
Işık hızına ulaşan bir kütle veya nesne de zaman sıfırlanır. Çünkü o aşama da nesneyi oluşturan tüm atomların titreşimi eşitlenmiş olur.
Bilim, evrenin var oluşunu, olgulara, verilere, ölçülebilir olana, sonuçlara vs. göre kuramlar oluşturarak ve farklı teoriler ortaya koyarak açıklamaya çalışmaktadır.
Bugün en geçerli bilimsel kurama göre evren, Big-Bang’la ortaya çıkmıştır. Buna karşın bu kuram dışında, örneğin plazma evren modeli gibi çok daha değişik kuramlar da bulunmaktadır.
Ama günümüzde, bilim insanlarınca kabul görmüş olan teoriye göre evren, 13,7 milyar yıl önce Big-Bang’la yani büyük bir patlamayla var oldu. Peki, büyük patlamadan önce ne vardı?
Bu sorunun kesin ve güvenilir bir yanıtı halen verilebilmiş değildir. Bilim insanları patlamadan öncesini değil, sonrasını ele almaktadırlar. Çünkü, patlamadan öncesi deneyimlenememektedir. Zamanın, Big-Bang’la başladığını söyleyen bilim insanları, zaman ötesinin felsefenin ve inancın alanına girdiğini belirtmektedirler. Bu anlamda bilimin alanı Big-Bang’tan sonrasını içermektedir. Dolayısıyla Big-Bang’tan öncesi metafizik alan olduğundan, Big-Bang’ın öncesinde na vardı? Sorusu, bilimin konusu olmaktan çıkmaktadır. Tüm bu gerçekliğe karşın, Big-Bang’tan önce ne vardı? Sorusunu soran birçok bilim insanı da bulunmaktadır ve onlar, bu sorunun yanıtını bulmaya çalışmaktadırlar.
“Büyük patlamadan hemen öncesinin nasıl olduğunu hiç kimse bilmemektedir… Büyük patlama anında, maddeyi oluşturan parçacıklar meydana geldi. Bu aşama da madde ve enerji son derece yoğun bir yapıdadır. Öyle ki o esna da 1 çay kaşığı büyüklükte ki evren 100 milyon trilyon, trilyon, trilyon kilo edecektir. Big-Bang aşamasında ki evrenin çapı 2,5 cm’dir. Evrende ki tüm hidrojen atomları ilk 3 dakikada oluşmuş durumdadır.” (Deniz Şahin, Yaşamın Tarihi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2011, s. 86-87). Bu kurama göre Big-Bang aşamasında evrenimiz, küçük bir nokta kadar bir hacimde, sonsuz denecek kadar sıkışmış ve yoğunlaşmış bir enerji yumağıydı. Sonuçta, söz konusu enerji yumağı, her nasıl olduysa patlayıp açığa çıktı. Peki, bu yoğunlaşma, “bu enerji yumağı” bir an da mı gerçekleşti? Bunun öncesi yok muydu? Bu sorunun yanıtı halen verilebilmiş değildir. Buna, bilimsel anlamda, bugüne kadar bir yanıt verilebilmiş değildir. Ama, dinsel düşüncede bu soruya ilişkin bir yanıt bulunmaktadır. Dinsel düşünceye sahip olanlar, her şeyi yaratan bir üstün gücün, “Tanrı” nın bu yoğunlaşmayı sağladığını ve Big-Bang’ı Tanrı’nın yarattığını belirtmektedirler. Dinler “mutlak bilgi verdiklerinden” buna inanılması gerektiğini söylemektedirler. Felsefi düşünceye göreyse bu konuda değişik ve birbirinden farklı görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin; idealizme göre her şey “düşüncemizde” vardır ve varlıkları Tanrı yaratmıştır. İdealizme göre düşüncenin ötesinde madde yoktur.
Dolayısıyla da idealist düşünce, dinsel düşünceye yakın bir anlayışla evrenin Tanrı’nın eseri olduğunu savunmaktadır. Buna karşın materyalist felsefeye göreyse, madde gerçektir ve düşüncelerimiz maddenin bir ürünüdür. Materyalizme göre evreni yaratan bir üstün güç yoktur. Bir bakıma “oluş”, maddenin kendi öz yapısının ürünüdür ve oluşlar her an yaşanmaktadır. Bu anlamda materyalist evren düşüncesine göre Big-Bang gibi, başka Big-Bang’lar da olmuştur ve bu tür oluşlar her zaman da olacaktır. Materyalist düşünceye göre Big-Bang öncesinde de onu var kılacak enerji vardı. Buna göre, Big-Bang, bir başka evrenin yapısından ortaya çıkmıştır. Bu oluşum ölüm ve doğum gibidir. Çünkü ölüm ve doğum birbirini sürekli var kılan bir olgudur ve her ölüm yeni bir doğumdur ve oluş sonsuzca devinimlerin değişik boyutlarıdır. Big-Bang’ta böylesi bir oluşumdur.
“Evrende bir ilk “Büyük Patlama” olabilmesi için, patlaması gereken durumun daha önce var olması gerekir! Daha önce de evrenin var olması gerekir. Değilse, patlamaya neden olan özdek nereden geldi? Özdek olmayınca patlama da olmaz.” (Abdullah Rıza Ergüven; Evren-Doğa, Varlığın Kendiliğindenliği, Berfin Yay. 2012, s. 155).
Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi, Big-Bang öncesinde de “oluşlar” olduğu; yani, Big-Bang’tan önce de bir özdek bulunduğu, bir gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, büyük patlamadan önce de var olan ve çok küçük boyutta bulunan özdek vardı ve evren, söz konusu var bulunan özdeğin yoğunlaşıp genleşmesiyle ve artık bulunduğu konumu sürdüremez duruma gelmesiyle patlamış ve bu patlama sonucu da var olmuştur.
“Varlık da yokluk gibi sonsuzluk içindedir ve her ikisi de “bir vardır, bir yoktur. Kuantum Kuramı’na göre çok düşük enerjilere sahip olan parçacıklar, hiç yoktan ortaya çıkabilirler, varlıklarını kısa bir süre sürdürüp yine ortadan kalkabilirler.” (Tanju Ertunç, Tanrı Varsayımı Üzerine, Logos Yay. 2000, s. 40). Bu bağlamda evren de hiç yoktan ortaya çıkan parçacıklardan oluşmuş olabilir.
Evrenin oluşumunu açıklayan Big-Bang kuramı ve düşüncesi, günümüzde bilim insanlarınca büyük bir kabul görmektedir.
Big-Bang kuramına göre evren, bir ışık huzmesi olarak belirmiş ve aynı anda zaman da başlamıştır. Buna göre büyük patlamadan önce zaman yoktu. Bu olabilir mi? Eğer zaman, Big-Bang’la başladıysa, big-bang’ı oluşturan muazzam yoğunluk nasıl oluştu. Bu bir anda olabilir mi? Dinler bu sorunun yanıtını kolayca verebilirler. Dinlere göre söz konusu yoğunlaşma ve patlama bir yaratıcı tarafından an içinde oluşmuştur. Fakat bu açıklama bilimsel açıdan çok sorunludur? Çünkü bu yanıtta bir “nedensellik” düşüncesi vardır. Burada evrenin “nedeni” yaratıcı Tanrı’dır. Bu durumda, o halde “nedeni” var kılanın “nedeni” de yok mudur? Sorusu akla gelmektedir. Bu bağlamda evreni yaratan Tanrı’nın da bir nedeni olmalıdır? Eğer bir anlamda eğer evrenimizin nedeni, bir başka varlıksa, evrenimizin ortaya çıkmasını sağlayan, neden bir başka evren olmasın?
Bilim insanlarının büyük bir çoğunluğunun görüşü, zamanın Big-Bang’la başladığı tezi, içinde bulunduğumuz evrenimiz için “evet olabilir” yönündedir. Ama, evrenimizin başlamasını sağlayan bir süreç de vardır. Bu anlamda başka evrenler için de zaman olmalıdır. Örneğin: Ben, dünyaya geldikten sonra benim için zaman, ben annemin rahmine girip beden almamla ve ben doğduktan sonra başlamıştır. Ben “öldükten” sonra da bu sürecektir. Ama bu “öznel zamandır”. Oysa, ben doğmadan önce de evren, dünya ve zaman var idi. Ben “öldükten” sonra da bu olgu devam edecektir. Bu durum evren için de geçerlidir.
Bizler pozitif bir evren de yaşıyoruz. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz pozitif evrene göre düşünüyoruz ve algılarımız buna göre oluşuyor. Örneğin: Bizim evrenimiz için zaman, Big-Bang’la başlamıştır ve zaman ileriye doğru akmaktadır. Yani dünyaya doğuyoruz, sonra sırasıyla bebeklik, çocukluk, ergenlik, orta yaş, yaşlılık ve ölüm skalasında bir süreç yaşıyoruz. Yani on yaşında ki bir çocuk dokuz yaşına dönemez. Yaşı ileriye doğru gelişir. Yaşadığımız evrende her olay, olgu bu doğrusallıkla işlemektedir. Oysa, “her şey karşıtıyla vardır” ilkesi gereği, negatif evren veya evrenler de olmalıdır!
Peki negatif evrende zaman aynı düzlemde mi ilerlemektedir? Yani zaman ileriye doğru mu akmaktadır? Bunu bilemiyoruz. Ama bu sorunun yanıtı büyük bir olasılıkla “hayır” olmalıdır. Çünkü karşıt evrende tam tersi bir karşıt zaman süreci yaşanıyor olabilir. Karşıt evrendeki süreç, eksiye (-) (yani geriye) doğru bir akışla olabilir. Yani burada, yaşlılık, orta yaş, genç, ergenlik, çocukluk, bebeklik ve doğum (yani karşıt evrenin ölümü) şeklinde ters bir doğrultu da gerçekleşebilir. Belki de geriye doğru akan bir karşıt zaman, yani bir negatif evren söz konusu olabilir. Karşıt (negatif) evrenden pozitif evrene, pozitif evrenden karşıt evrene sürekli bir akış olabilir. Karşıt (negatif) evren öyle bir aşamaya gelir ki, o aşamada artık eski konumunu koruyamayarak, o andan itibaren patlayıp pozitif evreni var kılmış olabilir. Ve böylece varlaşan evren de ileriye doğru akan bir süreç gerçekleşmiş olabilir. Pozitif evren, yani içinde bulunduğumuz evrenimiz böyle var olmuş olabilir. Bunun tam tersi de gerçekleşebilir. Bu döngü sonsuzca birbirini var kılarak, her bitişin bir başlangıç ve her başlangıcın bir bitişle gerçekleştiği bir oluşumun içinde de olabiliriz.
İşte bu döngüsel evren algısına, “Bâtıni evren algısı” diyoruz. Bâtıni algıya göre de evrensel oluşun gerçekliği bu düşünce üzerinedir. Yeniden konumuza dönersek...
Ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim insanı, fizikçi Prof. Kerem Cankoçak şöyle diyor: “Büyük Patlama her şeyin başlangıç noktası değil, tam tersine bir ara dönemdir. Bir faz geçişidir bir anlamda. Üstelik Büyük Patlama kuramı, büyük olasılıkla başka evrenlerin varlığını da zorunlu kılmaktadır.” (Cankoçak, age. s. 55). Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, büyük patlama, başka evrenlerden kopan bir küçücük enerjiyle gerçekleşmiş olabilir.
İşte süreç içinde bizim de beden bulmamızı sağlayan ve evrenimizi var eden bu patlama sonucu büyük bir enerji meydana gelmiştir. Söz konusu açığa çıkan enerjinin yoğunlaşmasıyla da atomaltı parçacıklar varlaşmıştır. Atomaltı parçacıkların ortaya çıkması ve bunların bir araya gelip, birbirleriyle bağ kurmasıyla da nesneler oluşmuştur. “Büyük patlama ile uzay ve zaman ortaya çıkmış, atomaltı parçacıklar var olmuştur. Bu parçacıklardan elektronlar ve protonlar bir araya gelerek yaratılışın ilk atomu olan Hidrojen atomunu ortaya çıkarmıştır.” (Cihangir Gener, Ezoterizmin Bilimsel İspatı Kuantum; Bilgelik Okulu Yay. 2014, s. 111). Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, evren enerji boyutundan parçacık boyutuna geçtiği aşamada atomaltı parçacıklar oluşmaya başlamış ve oluşan ilk parçacıklarsa “elektronlar ve protonlar” olmuştur. İlk element ise Hidrojendir. Çünkü Hidrojen bir elektron ve bir protonun bağ kurmasıyla varlaşmıştır. Bugün bilinen 100’den fazla elementin her biri, sahip olduğu proton sayısına göre belirlenmiştir. Yani, nesnel evrenin oluşumunun en temel parçacığı proton ve elektrondur. Bâtıni Algı da buna “Hakk” denmiştir. Buna göre Hakk, varoluşun ilk tözü, özü ve itici gücüdür.
“Her şey Büyük Patlamayla başladı. Büyük Patlamadaki ışınım çok kısa süre içinde madde parçacıklarına dönüşüp, yine çok kısa süre içinde atom-altı parçacıkları oluşturdu. Birkaç yüz bin yıl sonra da (tam olarak 380 bin yıl) ilk atomlar meydana geldi”. (Prof. Kerem Cankoçak; Cern ve Büyük Patlama, Asi Kitap, 2019, s. 13).
Yani büyük patlamayla, önce pozitif ve negatif enerji açığa çıkmış ve pozitif enerjinin daha etkin bir konuma gelmesiyle birlikte, atomu oluşturacak olan parçacıklar da varlaşmıştır. Bugünkü bilgilerimize göre evren dediğimiz olgu ve içinde yaşadığımız dünya ve nesnel gerçeklik yani kısacası her şey bu parçacıkların eseridir.
“Özdek, yalnız hidrojen ve helyumdan oluşan bir öğe oluşunca, bütün öbür öğeler de bunlardan oldu. Soluduğumuz oksijen, örgenlerdeki kömür, bedenimiz ve yaptığımız araçlardaki madenler, altın bg... Bu da milyarlarca yıl süren evren-doğa süreçlerinin yaratısı” ... (Ergüven; age. s. 52). Buradan da anlaşılıyor ki, evrende ilk oluşan atom hidrojen ve helyumdur. Önce hidrojen sonra da helyum oluşmuştur ve tüm evren, tüm var bulunanlar hidrojenin çocuklarıdır. Hidrojense tek bir protonun ve elektronun birleşmesiyle oluşmuştur. Protonsa kuarkların, glounlarn vs...
“Başlangıçtaki yoğun enerjiden Einstein ’in ünlü formülünün (E=mc2) ifade ettiği gibi madde, yani atom-altı parçacıklar ortaya çıktı” (Cankoçak; age. s. 28).
Bu anlamda, nasıl ki matematikte bütün sayıların temeli bir (1)’se ve tüm diğer (Pozitif ve negatif) sayılar birin katlarıysa, hidrojenden sonra ki bütün elementler de hidrojenin katlarıdır. Ve yine nasıl ki matematikte 0 (sıfır) etkisiz eleman ve nötr, yansız ve tepkisizse, gizil nesnellik alanı da bu konumdadır. Buna bilim dilinde “Kuantum Dalgalanması” denmektedir. “Kuantum dalgalanması, belirsizlik ilkesi doğrultusunda enerji miktarındaki geçici değişimlerdir. “Kanadalı fizik ve astronomi Prof. Dr. Mir Faysal, Kuantum (temel parçacık) sisteminde enerji hiçbir zaman tam sıfır olamaz. Kuantumun olduğu her yerde enerji mevcuttur ve madde enerjiden ortaya çıkmıştır” (http://t24.com.tr/yazarlar) diyerek, enerjinin sonsuzluk içerdiğini ve her şeyin enerjiden oluştuğunu ortaya koymuştur. Faysal’ın bu görüşü ve düşüncesi Bâtıni Algıda ki “gizil nesnellik” düşüncesine uygun ve ona denk düşmektedir. Bâtıni Algıya göre “gizil nesnellikle” (0, sıfırla, ki bu mutlak yok anlamında değil, potansiyellik anlamında s.z) nesnellik (1 bir) arasında sonsuzca geliş-geçişler vardır. Oluş, sıfır ile bir arasında ki sonsuzca geliş gidişin döngüsüdür. Bu döngünün başı ve sonu yoktur.
Bir (1) nereden çıkmıştır? 0’dan… O halde sıfır, Big-Bang’dan önceki konumdur. Yani sıfır, felsefi anlamda hiçlik alanıdır. Evrenin yapısı 1’se karşı evrenin yapısı “-1’dir”. (0) sıfırsa söz konusu her iki evrenin ana maddesini, enerjisini taşıyan bütüncül, yani potansiyel alandır. Sıfır, evrenin total enerjisini, bütünsel hammaddesini taşıyan ana bellektir ve oluşun nötr konumudur. Bir anlamda sıfır gizli hazinedir. Prof Dr. Mir Faysal’a göre “hiçlik (0 alanı s.z) denilen olgu, madde (pozitif s.z.) ve anti maddenin (negatifle s.z.) denge konumunda olmasıdır.”
Bu bağlamda, bir sayının 0’dan aşağısı negatif, yukarısı pozitiftir. Negatif olan, insan bilinci tarafından algılanamayan, eksi konumunda bulunan, açığa çıkmamış bulunan karşıt evrendir ve dolayısıyla o da vardır. Pozitif olansa, içinde bulunduğumuz, nesnel olarak bilinen, görünen olandır. Bu bağlamda evrenimiz, 0’dan yani potansiyel konumda bulunan, diğer bir anlamda total enerjiden (tanrıdan) “Südur Ederek” (fışkırarak)” veya türüm (türeyerek, doğarak) olarak açığa çıkmıştır.
Comments