İNANÇ ÜZERİNE
- sulzam1956
- 21 Eki 2024
- 5 dakikada okunur

İnanç, bir insanın; bir şeye bağlanması, bağlandığı şeyin doğruluğuna, varlığına karar vermesi ve o şeyin gerçekliğini kabul etmesidir. Onun doğruluğundan, varlığından emin olmaktır.
İnançta güven esastır. Esasında insan, kendisini güvende görmesi için inanca yönelir. Çünkü özünde inanç, insanın iç dünyasını rahatlatan bir işlev görür.
İnanç bir şeyi onaylama, onayladığı şeye yönelme, onu içselleştirme ve ona saygı duymadır.
İnançta saygı ve sevgi esastır.
Saygı, güçlü olana yapılır ve onun güçlü olduğunu kabullenmedir. Saygının derin olarak yaşanması, süreç içinde saygı duyulan şeye “kutsallık” yükler.
O halde inanç aynı zamanda “kutsalı” gerekli kılar. Kutsal olan dokunulmazdır. Çünkü kutsal, güçlü ve ulaşılmaz olan, bu anlamda “dokunulmazlık” yüklenilen ve üzerine titrenilen ve bu anlamda korunması gereken bir varlıktır. Çoğunlukla imgesel ve simgeseldir. İnsel duyguların kavrayamadığı alanı kapsar.
İnanç, bir gereksinimdir. Çünkü insan boşluğu, sınırsızlığı kavrayamaz. Kavrayamadığı her şey onda korku ve çekingenlik var kılar. Özünde insan “eksik” bir varlıktır. Kendisini tamamlamak için, nesneleri veya kendisinin ürettiği tinsel varlıkların kendisine katması gerekir. Bu anlamda insan kendisinde neyi eksik görüyorsa, onu tamamlamaya çalışır. İnsan çoğu kez dış dünyasının dirimsel verileriyle birçok gereksinimini karşılar. Ama özünde eksiklik duyup da karşılayamadığı şeylere de büyük bir özlem duyar ve onun ulaşılamaz olduğunu duyumsadığında da onun gücü karşında eksikliğini görür ve bunu kutsallığa taşır.
Bir insan, her şeyden önce kendisidir. Dünyada “kendisi” olmayan milyonlarca nesne, çok karmaşık olay ve sonsuz olgular var. Örneğin, buğday tohumunun içinde gizli “onlarca buğday” varken, o buğdaylar kendisi olabilmesi için açığa çıkması gerekmektedir. Denizin içinde ki bir damla “kendisi” olamamış olandır ve bütünün içindedir. Evrendeki her nesne, her olay ve ver olgu insanı bütün yönleriyle etkilemektedir. İnsan çoğu kez aklıyla dış dünyasının kendisini etkileyen olay ve olgularına karşı koruma yöntemini geliştirebiliyor ve geliştirmiştir de. Ama üstünden gelemediği fakat kendisini etkileyen her olay ve olgulara kaşı da “çaresizlik” göstermiştir ve göstermektedir. Çaresizlik korku yaratır. İşte “inanç” en başta bu korkunun ve çaresizliğin bir sonucu olarak orta çıkmıştır.
Korkunun temelinde ise “sığınma” güdüsü vardır. Sığınma her zaman güçlü olana yapılır.
Her insan özünde güvenli bir ortamda yaşamak ister.
Her önse önce kendisi var olmak ister.
Her insan en son tahlilde kendi “çıkarını” gözetir.
Yaşamda kalmanın önemli verileridir bu değerler.
Oysa dünya insanlar için hiçte güven vermemektedir. Her olay ve olgu insanın yaşamını tehdit etmektedir. Deme ki insan kendisini koruma altına almalıdır.
Doğanın nesnel verilerine karşı, süreç içinde kendisini korumayı sağlayabilen insan; özellikle tinsel boyutlu, soyut verilerde etkisiz kalmıştır ve bu da insanı “imge güçlere” karşı yönlendirmiştir. Nesnelerde çözümlenemeyen her olgu, soyut bir algıyı var kılar. Bu anlamda soyut, gizil nesnellikten kaynaklanır.
O halde inanç ve din insan kaynaklıdır.
İnsanlığın ilk dönemlerinde “ din” kavramı yoktur. “70–140 milyon yıl önce hiçbir din olayına rastlanmamıştır.” (Tanrıları Nasıl Yarattık; Abdullah Rıza ERGÜVEN; Berfin Yay. 1. Bas. 2000; S. 21). Bunun nedeni insel (insan) bilincinin halen gelişmemiş bir düzeyde olmasındandır.
Demek ki insel bilinç geliştikçe, soyut kavramlar da gelişmiş ve soyut kavramlar geliştikçe; orantısal olarak “imgesel algı da” gelişmiştir. İmge, “Tanrı” kavramının ortaya çıkmasında en önemli etken olmuştur.
Demek ki “Tanrı” insan kaynaklıdır. Hiçbir hayvan “Tanrı” gerçeğine ulaşamaz.
Güneşimizin yaşı yaklaşık 8 milyar yıldır.
Dünyamızın yaşı yaklaşık 4,5 milyar yıldır.
“Dünyada yaşam 3,5 milyar yıl önce ortaya çıkmıştır. İnsanın (insanımsıların) ortaya çıkması 7 milyon yıl; İnsana benzer fosillerin bulunması yaklaşık 2 milyon yıl; İnsel bilincin ortaya çıkmasıysa yaklaşık 2,5 milyon yıl öncedir.” (Tanrıları Nasıl Yarattık; Abdullah Rıza ERGÜVEN; Berfin Yay. 1. Bas. 2000; S. 2).
İnsel bilinç ortaya çıkmadan önce “Tanrı Kavramı” yoktu. “Homo Erectus insanın ilk atalardır. Homo=İnsan, Erectus=Dik duran anlamlarına gelmektedir. Homo Erectus iki ayakları üzerinde dik olarak yürümeye başlayan insan demektir. Homo Erectus yaklaşık 1,9 milyon yıl ile 250 bin yıl öncesinin insanıdırlar. Bu dönemde din adına, inanç adına her hangi bir veri söz konusu değildir.”
Yine bir başka tür olan Homo Habilis ise günümüzden 2,5 milyon yıl öncesinde yaşamıştır. Habilis=Yetenekli İnsan demektir. Taştan aletler ve silahlar yapmışlardır.
Homo Sapiens ise; düşünen insan demektir ve günümüzden yaklaşık olarak 150–100 bin yıl önce ortaya çıkmışlardır ve bugünkü modern insanın atlarıdırlar. Düşünen insan süreç içinde düşündüklerini beyinde tasarımlamaya başlamıştır. Bir nesneyi beyinde tasarlamak, onu beyinde biçimlendirmek zamanla soyutlama yapmayı da doğurmuş ve bu soyutlama yetisi sonunda “Tanrı” kavramını da var kılmıştır.
İlkçağ insanın kültürel birikimleri, süreç içinde onların inançları olmuştur.
İlk insanın kendisinden güçlü gördüğü her şeyden korkması ve korkan birisinin de “bir şeye sığınma” isteği ve içgüdüsü, insanı inanca iten en önemli işlevdir.
İnsan tarihsel süreç içinde aklıyla doğasal birçok etkiyi kırmış ve kendisi için zararlı olan birçok doğal olayı aklıyla yenmiştir. Ama onu halen kokutan bilinemezlikler vardır. İnsanın bulduğu her yeni şeyde yine bir bilinmeyen çıkmaktadır. O halde bilinen her şeyde bilinmezlik de olacaktır ve olgu sonsuzcadır ve sınırsızdır.
Nesneler de ki sonsuz bilenemezlik sürdükçe inanç ve dolayısıyla “Tanrı”da varlığını sürdürecektir.
Çünkü insan hem dirimsel ve hem de tinsel bir varlıktır.
Dirimsel varlığımızı doğanın verileriyle gidermekte olan insan; tinsel (ruhsal) isteklerine tam bir karşılık bulmamakta ve tinsel yönü açlıkta kalmaktadır.
İnsanı inanca yönlendiren de bu tinsen bir etkidir.
Korku ve tinsel açlık insanı inanca iten en temel etmenlerdir.
“İnsel bilincin gelişmesinden (100–20 bin yıl öncesi) günümüze kadar yaklaşık 300 milyon “Tanrı” yeryüzünü kaplamıştır.” (Tanrıları Nasıl Yarattık; Abdullah Rıza ERGÜVEN; Berfin Yay. 1. Bas. 2000; S. 21)
Günümüzden yaklaşık 3000 yıl önce tek Tanrı kavramı dünyaya egemen olmaya başlamıştır.
“Din, kutsala olan bağlılık ve insanın kutsalla ilişkisini betimleyen inanış ve doğmalar bütünüdür. Kutsal olana dönük yapılan her türlü ibadet ve törenler dinin özünü oluşturur.” (Büyük Larousse, Cilt 5; ilgili madde): Din sınırları belirlenmiş ve kuralları konulmuş ve anlamda sistemleştirilmiş inançtır.
Tarihsel anlamda bakıldığında ilk dinin animizm olduğunu görmekteyiz. Animizm “canlıcılık” demektir. İlk insan, doğayı gözlemlemiş ve her şeyin değişim ve dönüşüm içinde birbirini tekrarladığını görmüştür. Baharda doğan, yazın gelişen, sonbaharda dökülen ve kışın ölen bir nesne veya bir olay, yine baharda doğmaktadır. Doğadaki olaylar birbirini takip etmektedir. Ölen doğmak, doğan ölmektedir. Doğa bir süreklilik, değişim, oluşum ve yeniden kendini var kılma düzeneği içinde hareket etmektedir. Bir insan ölmekte başka bir insan doğmaktadır. Hayvanlar içinde bu söz konusudur. Hava da yazın sıcak, kışın soğuk, baharda yağmur… vs. gerçekleşmektedir ve bu olgu sonsuzca sürmektedir. O halde her şey canlıdır. Durağan olan bir şey yoktur. Demek ki tüm bu devinimi sağlayan şey “nesnelerde bulunan ruh”tur. Yani her nesnenin “ruh”u olduğunu düşünen ilk insanlar en güçlü olana da “kutsallık” yüklemişlerdir. Bu anlamda da “çoktanrılı” bir inanç gelişmiştir.
Animizm aynı zamanda “çoktanrıcı” bir dönemi kapsar. Çoktanrıcı bir yapı, toplumlar geliştikçe, bilim ve akılda da gelişmeler yaşanmış ve süreç içinde nesnelerde bulunduğuna inanılan “ruh”un aslında doğayı var kılan enerji olduğu ortaya çıkınca nesnelere ve doğaya tapım yerine “imge tanrılara” inanmak gereği ortaya çıkmış ve bunun sonucunda da “tek tanrılı” inançlar varlaşmıştır.
Tek tanrılı inanç insanlığı imgesel bir “tanrıyla” buluşturmuştur. Tek tanrı anlayışı Henoteizm’e yönelmeyle başlamıştır. Bu da çoktanrıcılık aşamalarından geçerek tarihsel olguların ve koşulların oluşmasıyla tek tanrı inancını ortaya çıkarmıştır.
Henoteizm çoktanrıcılık ile tek tanrıcılık arasında bir geçiştir.
Tek tanrı inancı günümüzden yaklaşık 3000 yıl önce var olmuştur.
İnsanlık onlarca binlik dönemde Politeizm’i (Çoktanrıcılığı) yaşamıştır.
コメント