ALEVİLİK ve KUANTUM KURAMI (2)
- sulzam1956
- 7 Kas 2024
- 11 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 30 Ara 2024

Evrende her şey titreşiyor. Titreşim nedeniyle makro evrende her şey değişiyor ve dönüşüyor. Einstein, her şeyin enerji olduğunu ve enerjinin kütleye, kültenin de enerjiye dönüştüğünü ortaya koymuştur. Enerji, eylemliliktir, “Enerji, kuvvet uygulamak için gerekli olan güçtür. (Kevser Yeşiltaş, Kuantum Gizli Öğretisi, Sınır Ötesi Yay.2011, 34). Enerji sürekli mi, kesintili mi? Bu sorunun yanıtını, Newton, enerjinin sürekli olduğunu; Max Planck ise enerjinin kesikli olduğunu belirtmiştir. “Max Plnack enerjinin “Kuanta” adı verilen küçük ve birbirinden ayrı paketlerden meydana geldiğini söyledi.” (Esat Korkmaz, Hiçlik ve Kuantum, Anahtar Yay.2017, s. 149.)
Kuantum Mekaniğinde “Kuantum Alan Teorisi” ne göre maddenin yapı taşları Kuantum Alanından oluşmaktadır. Kuantum Alan dendiğinde dalga boyutundan söz edilmiş olur. O halde dalgadan tanecik nasıl oluşmaktadır. İşte burada “Kuvvet” kavramından söz edilmektedir.
Bilim insanlarına göre doğada 4 kuvvet bulunmaktadır.
“a-) Elektromanyetik Güç (Bütün Parçacıklarda)
b-) Zayıf Atom Gücü (Atom Çekirdeğinde)
c-) Güçlü Atom Gücü (Kuarklarda)
d-) Çekim Gücü (Tüm Özdeklerde) bulunur.” (Abdullah Rıza Ergüven, Berfin Yay.2012, s.81).
Doğada bulunan tüm nesneler, söz konusu bu dört güçle oluşmaktadır.
Bilim insanları kuvveti, “bir alanın varlığında ortaya çıkan fiziksel büyüklük” olarak tanımlıyorlar. “Günümüzde evrenin işleyiş yasalarını, varoluşu ve kuvveti açıklayan en önemli model Standart Modeldir. Bu modele göre kuvvet, alan kavramıyla açıklanmaktadır. Buna göre nasıl ki dünyanın, mıknatısın bir çekim alanı yani kuvvet uyguladığı bir alan varsa, en küçüklerin dünyasını oluşturan atomaltı parçacıkların da sahip olduğu bir kuvvet alanı vardır. Bunlara kuantlar (en küçük yük taşıyıcı parçacıkları s.z.) denmektedir. En küçük kuantlarsa Bozan’lardır ve Bozanlar bir kuvvet alanı oluşturur. “Bozonlar alanı, alan kuvveti ve kuvvet ise “evren de dâhil” varlık olarak algıladığımız tüm nesnelerin oluşumunu sağlar.” (Bilim ve Ütopya, sayı 167, Prof. Dr. Cengiz Yalçın, s. 12).
Yukarıdaki alıntıdan, maddenin nasıl kütle kazandığını görmekteyiz. Burada açıkça anlaşılacağı gibi, madde kuvvetle kütle kazanmaktadır. Kuvvetse bir alanı içermektedir. Alan, içinde sonsuzca enerji paketçikleri taşıyan ve insan bilincine kapalı olan bir ortamdır. İşte yukarıda ki satırlarda da belirtildiği gibi, bâtıni algıda bu algılanamaz olan boyuta “Küntü Kez” veya “gizil nesnellik” denmiştir. Buna göre, her şey buradan çıkmakta ve buraya dönmektedir. Bu mana da Tanrı, her şeye kütle kazandıran, itici gücün veya kuvvetin inançsal bir dille kavramsallaştırılmasıdır. Kuvvet, evrenin her yerinde mevcuttur ve her şeyin içinde bulunmaktadır. Çünkü bu güçler maddeyi oluşturan atomun çekirdeğini ve elektronunu oluşturan güçlerdir. Bu anlamda her şeyin içinde bulunan ve her şeyin varlaşmasını sağlayan en temel güç yani kuvvet, evreni var kılan, maddeleşmeyi sağlayan söz konusu evrenin dört temel kuvvetidir. Bu da tarihsel boyutuyla gelişen düşünce ve bilgi birikimine göre, zamanın ruhuna uygun düşen kavramlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu düşünce, ezoterik (bâtıni) öğreti de dört ana öğe (ateş, hava, su ve toprak) olarak sistemleştirilmiştir. Söz konusu dört öğenin bugünkü karşılıkları; ateş (enerji), su (hayat), hava (nefes, ruh) ve toprak (bedenleşme, nesneleşme, bütünleşme vs.) anlamındadır.
Evrende her şey atomlardan oluşmuştur. Atomlardan oluşan milyonlarca çeşit madde, cisim, biyolojik varlık ve dolayısıyla insan vs. makro evrene bedenlenmiştir ve makro evrenin çok küçük bir parçası olan dünyayı oluşturmaktadır.
Makro evren, insan bilinci tarafından görünen, deneyimlenen madde evrenidir. Makro evreni oluşturan her bir maddenin kendisine özgü özellikleri bulunmaktadır. Bu bağlamda, her bir atomun da kendisine uygun nitelikleri bulunmaktadır. Bu özellikleri sağlayansa atomaltı parçacıklardır.
Acaba, atomdan da küçük olan atom altı parçacıkları nasıl oluşmaktadır? Öncelikle biliyoruz ki, makro evrenin tersine mikro evren, atomları da oluşturan atomaltı parçacıklardan (proton-nötron (Kuarklardan) ve elektrondan (Leptonlardan) vs.) oluşmaktadır. Atomaltı parçacıklar da çok daha küçük parçacıklardan (kuarklar, leptonlar vs.) meydana gelmiştir. Mikro evren, makro evreni var kılan atomların oluştuğu alandır. Burada her şey bir bütünlük içindedir. “Eğer protonlar ve elektronlar olmasaydı, insan da dâhil hiçbir nesne oluşamazdı. Protonları oluşturan kuarklar ve elektronları oluşturan leptonlar olmasaydı atom da oluşmazdı. Kuarkları birbirine bağlayan bozanlar, galonları ve leptonları birbirine bağlayan fermiyonlar ve higs parçacığı gibi kuvvetler olmasaydı, taşıyıcı güçler bulunmasaydı, evrenimiz oluşamazdı.” (Bilim ve Ütopya, Prof. Dr. Cengiz Yalçın’ın makalesi, sayı 167, s. 9). Bu alıntı, bilimsel anlamda evrenin oluşunu ve dolayısıyla nasıl var olduğumuzun yanıtını vermektedir.
“Her şeyden önce kuantum dünyası öbekledir. Kuantum dünyasında hayat olasılıkçıdır. Olaylar hakkında hiçbir zaman kesin konuşamayız. Mikro dünyada atom-altı parçacıklar bir araya gelip ışınıma dönüşerek yok olurlar ya da bunun tersi ışınımdan meydana gelirler. Sürekli bir varoluş ve yok oluş durumu vardır. “(Cankoçak, age. 42).
Makro evrende neden-sonuç ilişkisi vardır ve bu da bir gerekircilik (zorunluluk) oluşturmaktadır. Acaba, mikro evren de böyle bir olgu var mıdır? Bilim insanlarına göre mikro evrende neden-sonuç ilişkisi yoktur? Çünkü mikro evren, kuantum alanını içerir. Burada, yani atomaltı parçacıklar alanında hiçbir sonuç sonradan kestirilemez. Çünkü kuantum alanında sonsuz olasılıklar söz konusudur. Orada her şey her şeyin içindedir ve her şey bütünlükçü bir yapı içerir. Ayrıca, orada hiçbir şeyin hızı ve konumu aynı anda bilinemiyor. Bundan dolayı da bir şeyin anda ki davranışının, bir an sonraki adımda nasıl bir sonuç vereceği kestirilemiyor. Buna “Belirsizlik İlkesi” denmektedir.
Makro evrende varlaşan nesnelerde, bir başlangıç (doğum) ve bir bitiş (ölüm) vardır. Ve bu durum, insan bilincinde doğrusal veya çizgisel bir algı oluşturuyor. Acaba, “mikro evrende, atomaltı parçacıklarda da böyle bir oluş söz konusu mudur?” Bu sorunun yanıtı da hayırdır. Çünkü mikro evrende bir başlangıç ve bir son yoktur. Burada her şey iç içedir. Bu alan da gelişen her şey dairesel bir algı oluşturur. Bu algı, hızla dönen bir pervane gibidir. Nasıl ki hızla dönen bir pervanede başlangıç ve son olmazsa, her şeyin hızla hareket ettiği kuantum alanında da bir başlangıç ve bilincinde doğrusal bir son bulunmamaktadır.
Makro evrende üreme veya çoğalma vardır. Acaba,” mikro evrende üreme veya çoğalma nasıl olmaktadır?” Özellikle biliyoruz ki, makro evren, mikro evrenden doğmuştur. Dolayısıyla mikro evrende yer alan atomlar arasında doğumlar, oluşlar, ortaya çıkışlar olmaktadır. Ama atomaltı parçacıklarda bu durum çok daha karmaşıktır. Atomaltı parçacıklar, karşılaştıkları kuvvetlerle bir araya gelip veya yoğunlaşıp daha güçlü ve birleşikli parçacıklar oluşturmaktadırlar. Böylece, potansiyellik taşıyan alandan, kütle kazanarak maddeyi oluşturacak atomları oluşturabilmektedirler. Örneğin: Bir bulut konumunda bulunan kuarkların alanından, taşıdığı güçle kuarkların bir araya gelmesini sağlayan bozonlar, damlacıklar gibi tanecikleri oluşturmaktadırlar. Bu da maddeleri oluşturan proton, nötron vs ’nin doğmasını var kılmaktadır.
Makro evrende belirli koşullarda ve süreçler de benzer olaylar, benzer sonuçlar doğurur. “Bu kural mikro evrende işlemekte midir?” Doğanın en temel davranışı, “benzer olayların, benzer sonuçlar doğurmasıdır”. Buna karşın, mikro evrendeki işleyiş, makro evrendeki gibi olmamaktadır. Çünkü orası, atomaltı parçacıkların dünyasıdır ve her şey bütünsel bir yapıyla iç içedir. Ve orası “tekillik” konumundadır. Dolayısıyla mikro evrende de birbirine benzer olaylar benzer koşulları var kılar ve yasa orada da geçerlidir. Esasında mikro evren, makro evrenin çorba halidir.
Makro evrende her şeyin bir kütlesi vardır ve her kütle zaman-mekân birlikteliği içinde var olur. “Mikro evrende kütle ve dolayısıyla zaman-mekân birlikteliği var mıdır?” Mikro evrende zaman-mekân yoktur. Orada tek bir mekân ve tek bir süreç vardır ve o da “an” dır.
Makro evrende her oluş bir süreci-zamanı gerektirir. “Mikro evrende oluş, bir süreç gerektirir mi?” Mikro evrendeki oluş “an” içinde gerçekleşmektedir. Mikro evren, sonsuz dönüşümlerin, devinimlerin, değişimlerin olduğu atomaltı parçacıkların evrenidir.
Bu konuda buna benzer daha nice sorular sorulabilir.
Öncelikle bilinmelidir ki, bilim insanlarının ortaya koyduklarına göre kuantum da;
a-) Dalga-parçacık ikiliği;
b-) Belirsizlik İlkesi;
c-) Olasılıklar;
d-) Dolanıklılık
e-)Tamamlayıcılık ilkesi vs. (John Polkınghorne, Kuantum, Dost Kitabevi, 2014) gibi özellikler söz konusudur.
Dalga-Parçacık ikiliği: Evrenin yapısını oluşturan en temel iki özelliğidir. İkisi de birbirine bağlıdır. Bu ikili yapı, sonsuzca oluşumları var kılan iki ana yapıdır.
Evrende, her nesne, her madde, her olgu ve her oluşum hem dalga hem de parçacık özelliğini içinde taşır. Örneğin, suya atılan bir taş, çevresinde dalgalar oluşturur. Ama o dalgalar aynı zamanda suyun bir özelliğidir. Yani suda oluşan dalga, sudan bağımsız değildir. Bu anlamda dalga, suyun değişik bir boyutudur. Işık da dalga boyutuyla hareket eder ve bilim insanlarının ortaya koydukları gerçekliğe göre ışık, bir girişimle veya engelleyici bir alanla karşılaştığında parçacık boyutuna geçer. Bu aynı zamanda nesnelleşme boyutudur. “Dalga-Parçacık ikiliği, “kendilikler, bazen parçacık biçiminde, bazen de dalga biçiminde davranabilirler yollu kuantum ilkesidir.”(John Polkınghorne, Kuantum, Dost Kitabevi, 2014, s. 132).
Bâtıni algıda da her şey her şeyin içindedir. Hiçbir şey birbirinden ayrı olamaz. Dolayısıyla her şeyin toplamı Bir’dir ve çokluk Bir’in farklı boyuttaki görüntüleridir. Bugün ulaşılan bilgilere göre, tüm madde, ışığın değişik boyuttaki yoğunluğundan veya yeğinliğinden oluşmuştur.
Maddenin tek kaynağı enerjidir ve ışık da bir enerjidir. İnsanların belleğinde enerji deyince akla “ışık” gelir. Güneş en büyük enerji kaynağıdır ve enerjisini ışıkla yayar. Bu anlamda ışıkla-enerji birbirinin yerine kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Big-Bang aşamasında da patlama ışık olarak açığa çıkmıştır. İnanç ve dinsel metinlerde de ışık yerine “nur” sözcüğü kullanılmıştır. Tanrı’dan çıkıp ilk beliren şey “nur” olarak sunulmuştur. Nur’un içerdiği anlam, bu mana da Alevilikte ki “Hakk” kavramıyla özdeş bir yapı içerir. Hakk, var olanların kaynağıdır. Bugünkü dille söylersek bunun adı ışıktır.
Kaygusuz Abdal “Yer u gök hazine içinde sır idi/İkilik yoğ idi, heman bir idi” (Hasan Güneş, Quantum ve Alevilik; Su Yay.2019, s. 30)
Alevilik de “Tanrı-doğa-insan” bir bütün olarak görülür. Bu özellik, diyalektik düşüncenin de çok önemli bir özelliğidir. Diyalektiğe göre evrende birbirinden ayrı olan hiçbir şey yoktur. Çünkü, her şey her şeyle ilintilidir. “Dalga-parçacık ikililiği teorisi, tüm maddelerin yalnızca kütlesi olan bir parçacık değil, aynı zamanda da enerji transferi yapan bir dalga olduğunu gösterir.” (wikipedia.org/wiki/Dalga-parçacık_ikiliğ)
Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, dalga boyutu enerji aktaran bir alandır. Parçacık boyutuysa dalga boyutundaki enerjiden kütle alan ve nesne konumuna gelen enerjinin değişik formdur (biçimdir.) Burada bilinmesi gereken en genel anlayış, her şeyin bir enerji olduğudur.
Ünlü bilim insanı Hawking: “Evrenin toplam enerjisinin sıfır” olduğunu söylemiştir.
Bâtıni öğretide sıfır, esasında açığa çıkmamış potansiyelliktir. Sıfır, etkisiz ve yüksüz enerjidir. Örneğin: İnsanın açığa çıkmamış yetenekleri vardır. Bu o kişinin potansiyeli, taşıdığı enerjidir. İnsan, söz konusu yeteneğini, taşıdığı potansiyelini uygulamaya koymadığı sürece o potansiyel sıfır konumdadır. Sıfır, potansiyel olarak pozitif ve negatif enerjiyi içinde taşır ama söz konusu enerji etkisizdir. Bu olgu, bütün evrenin enerjisi için de aynıdır.
Kuantum kuramına göre evren hiçlikten var olabilir. Bu durum “Kuantum Dalgalanmasıyla” gerçekleşir. Kuantum Dalgalanması, belirsizlik ilkesi dâhilinde, enerji miktarında ki geçici değişimdir. Madde, hiçlik içinde sürekli yanıp-sönen noktacıklar gibi, kuantum dalgalanması sonucunda var olmuş olabilir.” (Çağrı Mert Bakırcı; www.evrimagacı.org.)
Buna göre kuantum alanında bir şeyin beden alması, ancak enerji miktarındaki anlık değişimlerle gerçekleşmektedir. Ama bunun gerçekleşmesinin zamanı ve süreci belli değildir. Dalgadan tanecik boyutuna geçiş anlıktır ve zamanı belli değildir.
Nesimi diyor ki; “Derya-yı muhit cuşa geldi/Kevn ile mekân huruşa geldi” (Süleyman Zaman, Yedi Ulu Ozan, Can Yay. 2009, s. 127). Nesimi, “Denizler, karalar coştu, evren, tün varlık eyleme geçti” diyerek, sanki Kuantumdan söz ediyor.
Dalga, rüzgârın veya bir başka itici gücün etkisiyle ortaya çıkan salınımdır, devinimdir, titreşimdir vs. Rüzgârla birlikte su yüzeyinde kıvrılarak oluşan fokurdamalar da devinimler de titreşimdir ve her titreşim dalgayı da içerir. Suda ki dalgayı titreşim konumuna sokan rüzgârın gücüdür.
Dalga, bulut gibi ağar. Alanı içerir. Dalga, küçük bir noktadan çıkar ama genişleyerek büyür. Açılıp saçıldıkça da kabarcıklar oluşur. Bu bağlamda her bir kabarcık, kütle de oluşturur. Dolayısıyla, “Kuantum Alanı” denilen sonsuzca parçacığın oluşturduğu çorbada, doğanın dört temel kuvvetinin etkisiyle, her an tanecik boyutuna geçen sonsuzca atomaltı parçacıkları mevcuttur. Bu anlam da “Kuantum Alanı”, içinde parçacıklar taşıyan potansiyellikler taşır. Aynen bir bulutun trilyonlarca yağmur damlacıkları taşıdığı gibi. Böylece, nesnel evreni var kılan parçacıklar, dalgalanma sonucunda ortaya çıkmakta ve potansiyellik, eylemsellik kazanarak nesnelleşmektedir. Dolayısıyla dalga ve parçacık, aynı enerjinin, farklı yoğunluktaki değişik görünümüdürler… Bu olguya bâtıni algı da “Gizil Nesnellik” denmektedir. Gizil nesnellik, açığa çıkmamış nesnelliktir. Esasında var olan ama insan bilinci tarafından algılanamayan gerçekliktir. Bâtıni algı da “vardan varlaşma” da bu ilkeye dayanır.
Dalga-tanecik ilişkisine göre, hız arttıkça dalga boyutu; hız azaldıkça tanecik boyutu artar. Örneğin: Işık hızına yaklaşan bir taş, taş özelliğini yitirir ve camı kırmadan geçebilir. Dünya ışık hızına ulaşsa, her şey tek bir nokta konumuna dönüşür. Ama evrende hiçbir madde ışık hızına ulaşamaz.
Belirsizlik İlkesi: Ünlü fizikçi Werner Heisenberg, “bir elektronunun konumu ve hızı aynı an da belirlenemez” diyerek “atomaltı parçacık dünyasında “belirsizlik ilkesinin” geçerli olduğunu ortaya attı ve daha sonraki yıllarda bunun doğru olduğu belirlendi. Atomaltı parçacıkların alanı olan mikro evrende, her şey çok hızlı hareket eder. Dolayısıyla, bir parçacığın an içinde bulunduğu konumla, hızı bilinemez. Çünkü gözleyen birisi, parçacığın hızını ölçse, o an da bulunduğu konumu; bulunduğu konumu ölçse bu kez aynı an da hızını ölçemez. Bu durum, esasında gözlemcinin algısına göre bir sonuç üretiyor. Dolayısıyla makro evrende hızı ve boyutu ölçülebilen bir olayı, bir olguyu mikro evrende ölçmek olanaksızlaşıyor. Böylece, gözlemleyen parçacığın bütünsel yapısını algılayamıyor. Bu da sonsuz olasılıkları var kılıyor. Bununla, mikro evrende, neden ve sonuç bağının kurulamayacağı ve hiçbir şeyin önceden kestirilemeyeceğini ortaya çıkarıyor. Bir başka anlatımla, “belirsizlik ilkesi”, atomaltı parçacıklarda, aynı anda hem hızın hem de konumun belirlenemeyeceği ilkesine dayanıyor. Bu anlamda hız ölçüldüğünde mekân, mekâna bakıldığında hız bilinemiyor… Bu durum da görülenin ardında, görülemeyen gizli bir gerçeklik olduğunun bilincini veriyor. Bu da insanı, her düzenin içinde düzensizlik, her düzensizliğin içinde de bir düzen olduğu gerçeğiyle buluşturuyor.
Kuantuma göre, görenle gözlenen arasında bitmez-tükenmez bir bağ vardır. Bu görüş de aynı zamanda, eğer bir şey varsa, onu algılayan olduğu sürece o şey, algılayınca (öznece) mevcuttur. Doğal ki, o şey, algılanmadığı sürece, özne için yoktur. Ama nesnel olarak o vardır. Çünkü var olanın gerçekliği, özneye bağlı değildir. Bu düşünceyi en anlaşılır biçimde Ömer Hayyam şu rubaisinde ortaya koymuştur:
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok!
Ömer Hayyam’ın bu dizeleri, öznel bilinci çok yetkin bir konumda açıklamaktadır. Ama şu da bir gerçek ki nesnel ve dirimsel evren, öznel bilincin dışında mevcuttur. Evren, nesneler, madde vs. öznel bilincin dışında bir doğa gerçekliği olarak vardır. Bu dizelerden hareketle diyebiliriz ki, Hayyam, Hayyam olarak bugün yok ama, dünya, maddeler, yıldızlar, gezegenler, güneş, bitkiler, hayvanlar, insanlar vs. olanca gerçekliğiyle varlar. Bu anlamda bir gerçeklik olarak, nesnel evren, öznel evrenin varlığına bağlı değildir ve dış dünyanın gerçekliği, kişiden, öznel bilinçten bağımsız olarak bulunmaktadır. Evren, dünya, oluş, vs gibi nesnel gerçeklikler, asla öznel bilince bağımlı değildirler. Bir insan doğmadan önce de bu gerçeklikler vardı ve o insan öldükten sonra da bu gerçeklikler olacaktır.
Kuantum kuramı, insan ile dış dünyanın etkileşiminde, dış dünyanın yani nesnelerin birincil, özneninse (insanın) ikincil konumda olduğunu ortaya koymakla birlikte, ikisini birbirinden ayırmanın yanlış olduğunu ve her ikisinin birbirleriyle ilintili ve bağıntılı olduğunu belirtir. Buna göre, her şey her şeyle ilintilidir. Özneyle nesnel olan birbirinden ayrılamazlar. Çünkü özne, nesnenin dışında kendisini var kılamaz. Nesne de öznel (bilinç) tarafından algılanır. Ama temel olan nesnel olandır. Yani insan veya bilinç önce var olmalı ki, nesneyi algılayabilsin...
Şu da bilinmelidir ki, makro ve mikro evrende her şey “hız-hareket-frekans ve titreşimle” oluşmaktadır. Hız-hareket-frekans ve titreşim azaldıkça görünür nesnellik (şekil alma, biçimlenme veya bedenleşme) gerçekleşmekte ve bu koşullarda her şey görünür olmaktadır. Tam tersine hareket-hız-frekans ve titreşim arttıkça algılanabilir nesnellik göreceli olarak daha da azalmaktadır. Buna karşın, var olan şeyler, öyle bir yüksek hıza ulaşır ki, öyle bir aşamaya gelir ki o andan itibaren insanın algı boyutunun dışına çıkar. Ondan sonrası, insan bilinci için algılanamayan boyuttur.
Zaman da hıza ve titreşime uygun olarak görecelik taşır. Bu bağlamda, bir nesnenin hızı arttıkça zaman kısalır, tam tersi durumundaysa zaman uzar.
Işık hızına yaklaşan bir kütle veya nesne de zaman sıfıra yakın olur. Işık hızında ise zaman durur. Bu aşama bir nesneyi oluşturan bütün atomlar, aynı frekanslara ve titreşimlere ulaşır. Böylece her atom eşitlenmiş olur. Eşitlenen atomlarda da eylem olmaz. Bu aşama da her şey durağanlaşır.
Kaygusuz Abdal diyor ki:
Evvel bu ten yoğ idi, can idim ben
Kul değüldüm, o dem sultan idim ben
Vücudum yoğ iken, can gülşeninde
Gülistan gül-i hanadan idüm ben (Harmancı; age. s. 218)
Kaygusuz Abdal, kendisinin bedenleşmeden, dünyaya gelmeden önce de “can” yani ruh veya enerji olarak var olduğunu belirtmektedir. Esasında, vücut bulmadan önce de var olduğunu söylemektedir. Günümüzün bilimsel kavramlarıyla söylemek istersek ozan; “bedenleşmeden önce, mikro düzeyde yani kuantum boyutunda bulunduğunu” vurguluyor. Bugünün kuantum boyutu, kadim dönemlerde ve bâtıni algıda tanrısal alan olarak ortaya konmaktaydı. Çünkü “Kuantum Boyutu” makro evrene göre “hiçlik” boyutudur. Çünkü hiçlik boyutu enerjinin ve atomaltı parçacıkların eylemsiz (nötr) konumudur veya karşıt (negatif) boyut alanıdır. Bu alan, bâtıni düşünce de tanrı algısı olarak sunulmuştur. Ozan, ikinci dizesinde, “insan olarak doğmadan önce tanrısal alanda yani kuantum boyutun da olduğunu ve dolaysıyla tanrıyla iç içe bulunduğunu açıklıyor”. Sultan kavramı, bâtıni algı da “tanrı” anlamında kullanılmaktadır. Üçüncü ve dördüncü dizelerdeyse ozan, “ben yokken, vücut bulmamışken, gül bahçesinin içinde, bir bütünsel yapı da mevcuttum” demektedir. Bu düşünce, bâtıni algıda “parça-bütün” ilişkisini ortaya koymaktadır. Bunu bugünün bilimsel diliyle anlatmak istersek, bu düşünceler, makro ve mikro bağıntısını yani parçacık-dalga ve gizil nesne- nesne ilişkisini belirtmektedir.
Bu da göstermektedir ki bâtıni algı, en küçük boyutlu varlıkların dahi algılanmasını, var olduklarının bilincini veren bir algıdır.
Comments