KURBAN (KUTSALA BİR CAN SUNUMU) (3)
- sulzam1956
- 20 Haz 2024
- 10 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Eyl 2024
(3)
Kurban, kadimden bu yana uygulanagelen ve kutsala sunulan bir adak olmuştur. bu bağlamda Paleolitik (Tarih öncesi çağlar, yontma taş devri) devir sonrası, insanlar, kötülükleri yok etmek ve kendilerine zarar verdiklerine inandıkları tanrılara; hayvan, insan, farklı yiyecekleri kurban olarak sunmuşlardır. Görüldüğü gibi bu kurbanların içinde hem kanlı ve hem de kansız kurbanlar vardır.
Eski çağlarda kanlı kurbanlar hayvanlar ve insandan oluşurken; kansız kurbanlar daha çok bitkisel kaynaklı kurbanlardan oluşmaktaydı.
Kansız kurbanlar daha çok ot, yaprak, ceviz, üzüm, zeytin, kömbe, tahıl ürünler; süt, yağ, bal vs. oluşturmaktaydı. Bu kurban türü uzun süre devam etmiştir.
Kanlı kurbanlar ise daha çok; sığır, koyun, keçi, tavuk; kimi yerlerde at ve kaz ve kurban edilmişlerdir.
Kurban’da kan akıtılması temel bir inanç olarak görülmüştür. Bunun nedeni “kan”ın simgesel anlamıdır.
Kan, can veren, enerjiyi tüm bedene dağıtarak canlılığı sağlayan çok temel bir güçtür. Örneğin “o benim kanlım” diyen birisi; “o benim canımı almak istiyor” demektedir. Demek ki “kan” “can” demektir. Mitolojik düşüncede de kan, hayat taşıyan, yaşam veren güçtür. Kan aynı zamanda “Yaşam İksirinin” (hayatı ölümsüz kılan sıvı) de sembolüdür.
Bu düşünce süreç içinde bilginin ve bilincin gelişmesiyle insanı, şu sonuca götürmüştür: “Bu durumda, kurban için insanın kanını dökmeye gerek yoktur. Çünkü kendi dışında var olan ve kendisi gibi kan taşıyan birçok hayvan bulunmaktadır. O hayvanlar kendisini de beslemektedir. O halde kendisini de besleyen bir hayvanın “canını” kendi canı yerine Tanrı’ya (doğanın canına) sunmak da aynı anlama gelebilir.
İnsanlar yaşamlarında en çok karşılaştıkları ve yaşam için olmazsa olmaz olan dört temel maddeyi en eski çağlardan beri fark etmişlerdir. Bunlar, toprak, hava, su ve ateştir. Hatta ilk filozoflar, varlığın bu dört maddeden oluştuğunu savunmuşlardır. Toprak her şeyin anasıydı. Su onu besleyendi. Isı ve ışık olmazsa yaşamın oluşması olanaksızdı. Hava olmadan hiçbir canlı yaşayamazdı. O halde bu dört temel madde insanlar için vazgeçilmezdir. Bu dört öğeyi insanlar zamanla kutsallaştırmışlar ve onlara tanrısallık da yüklemişlerdir. Hava Tanrı’sı, Su Tanrı’sı, Toprak Tanrı’sı, Ateş Tanrı’sı vs. Ayrıca Bereket Tanrı’sı, Aşk Tanrı’sı, Savaş Tanrı’sı…vs. burada görüldüğü gibi insanlar etkilendikleri, korktukları, çözemedikleri her şeye “kutsallık” vermişler ve onları tanrılaştırmışlardır.
İnsanlar, doğaya karşı vermiş oldukları mücadelede çok zor koşullarda kaldıkları dönemlerde, bu zorlukları çıkaranların bilinmeyen güçler oldukları yönünde bir inanç geliştirmişlerdir. Böyle olunca da bu bilinmeyen “kutsanmış” soyut varlıkları mutlu etmek, onları kızdırmamak ve onlara ödüller, bağışlar yaparak hiddetlerini yok etmek görüşü de insanların bilinçlerine yerleşmiştir.
Genel olarak Semavi dinlerde (özelikle İslam ve Yahudilik ’de) kurban, hayvan kesmekle yerine getirilmektedir.
Hemen tüm dinlerde kurban, temel olarak, kutsal güçle ilişki kurmak ve insanın kutsal düzene uyumlu olmasını sağlamak amacını güder. Kurban, insanın kendi dünyasal varlığını koruması ve “canlılığı” kutsaması sonucu, Tanrı’ya yönelik yaptığı törenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Kurban; Mezopotamya, Anadolu, Mısır, İran ve İbrani (İbrahim Dinleri) toplumlarında da sıkça görülmüştür. Geçmiş zamanlarda kurban, yalnızca Tanrı’ya ve “kutsallara değil, aynı zamanda tanrı gibi karşılanan krallara da uygulanmıştır.
Kurban, yalnızca belirli bir bölgede değil, dünyanın her yanında egemen olmuş bir tapınma biçimidir. Tarih öncesi insanların en çok başvurdukları bir ritüeldir. Özünde tarım ve bereket tapınımları vardır. Hasadın sürekli olması, verimin düşmemesi, ürünün bereket ve zenginlik sunması için, insanların, bunları yönettiğine inandıkları güçlere dönük yaptıkları ve esası “kan kültüne” dayanan bir uygulama olmuştur. İnsanlar, mevsimsel döngünün sürekli var olması ve onların kızıp gitmemesi için, “insan, eşya, bitki vs.” gibi varlıkları tanrılara adamışlardır.
Bu durum insanlığın çok eski dönemlerinde hemen hemen tüm yerleşim alanlarında uygulanmıştır. Özellikle, Sümer, Anadolu, Keltler (Avrupa), Soğdlar (Orta Asya, İran), İskitler (Orta Asya), Aztek, Maya, İnka, Hint, İskandinav, v.s. toplularında da “kurban” tapımı uygulanmış ve bir çok yerde insanlarda kurban edilmiştir. Eski Asya topluluklarında “At”lar da kurban edilmiştir. En değerli eşyalar ve hayvanlar kurban olarak seçilmiştir. Bu da kurban adadıkları tanrıyı kızdırmamak amacıyla yapılıyordu.
Kurban, bir adanmışlıktır. Yaşamın sürmesi, büyük topluluklara zarar gelmemesi ve var olan yapının devam etmesi için “birilerinin” kendi yaşamını feda etmesi ve kanının akıtılmasına izin vermesidir.
Mitolojik öykülerde de “insan kurban” etmenin yansımaları görülür. Yunan mitolojisinde yeryüzünün ana tanrıçası Gaia’nın ve Hindu Tanrıçası Kali’nin çocuklarını yemesi, Zeus’un Dionyus’un yüreğini yemesi vs. insanın kurban edilmesini yansıtan öykülerdir. Sümer tapınaklarında da tanrılara kanlı (koyun, boğa vs) ve kansız (çeşitli besinler) kurbanlar sunulmuştur.
Burada da şu sonuç çıkarılabilir; Kurban egemen olana duyulan korkunun bir sonucu olarak işlevsellik kazanmıştır. Egemen olan her şey yapmaya yetkilidir. Ona dokunulamaz. O halde egemeni kızdırmamak, onun gazabından kurtulmak için ona ve onu temsil eden güçlere bir şeyler sunup gönlünü almak gerektiği gibi bir düşünsel yapı doğmuştur. Günümüzde bile bu görüş geçerliliğini sürdürmektedir. Bugünde “egemen” olana itaat eden, biat kültürüyle Şeyhi’nin, Şıh’hının, Ağası’nın… bir dediğini iki etmeyen milyonlarca insanlar vardır.
Kurban, doğaüstü bir güce sunulur. Kurban aynı zamanda, kurbanı sunan ile doğaüstü varlık arasında yakınlık kurmaya dönük bir imgesel anlam içerir. Kurban sunan kişi kendisini psikolojik olarak rahatlatır.
İnsanlar ve insan toplulukları hem sevinçlerinde ve hem de acılarında yüce varlığa, var edici güce ve kutsanan varlığa “kurbanlar” sunmuşlardır. Bu aslında insanın gelişen her olay ve olguyu Tanrı’nın veya Kutsal Varlığın” sonsuz gücüne bağlamalarından dolayıdır.
Kurban özünde Tanrı’ya yaklaşmak için yapılan ibadet biçimidir.
Kurban olayında her zaman neden- sonuç ilişkisi aranmıştır. Baharda eğer yağmur yağmıyorsa, toprak verimli olamaz. Oysa bahar ayları yağmurun en çok yeryüzüne düştüğü aydır. Eğer bu aylarda uzun süre yağmur yağmazsa insanlar bunu Tanrı’nın bir cezası olarak değerlendirmişlerdir. Bunun üzerine de Tanrı’ya bir can bağışlayarak yağmur yağdırıp toprağa can verilmesini dilemişlerdir. Burada önemli olan şey bir cana karşılık bir başka canın verilmesini istemektir. Bugünde buna benzer uygulamaları görebilmekteyiz.
Kişi, kurban sunarak Tanrı’ya yakınlaşır ve böylece hem kendi canını hem kendi gurubunu ve hem de toplumunu kurtarmayı amaç edinir.
Kurban, pagan inançların egemen olduğu ilk topluluklarda “Pagan Kan Hukuku” ndan beslenmiştir.
Pagan Kan Hukuku’nda insanın, topluluğun ya da toplumun kurtuluşu Kurban’ın özünü oluşturur. Bu konuda Erol Sever şunları söylüyor: “Nasıl ki “maden” den cevherler, parça durumundaki maden tozlarının, eritilip, ısıtılıp kullanılacak eşya konumuna getirilmesi ve burada parçalanmış olan madenin yeniden bütünleştirilip, biçimlendirmişse ve böylece madene yaşam verilmişse; kurbanda da böyle bir işlevsellik vardır. Tıpkı parçalanmış bir madeni tencerenin eritilip, biçim verildikten sonra, yeni ve iş gören bir madeni tencere olması gibi. (Erol Sever; İslam’ın Kaynakları ll. Muhammed; Pencere Yay. 1997, s. 18-19). Bu anlamda kurban, dağılmayı, parçalanmayı veya yok olmayı vs. önlemeye dönük bir inancın ortaya çıkardığı bir “yeniden doğma” düşüncesine dayanır. Böylesi bir mitolojik söylemde “Embriyonun ve ölümün mekânı olan anne rahmi, aynı zamanda yeniden doğuşun da mekânıdır. “Spermin ve yumurtanın kendi varlıklarını yok ederek bir başka şeye dönüşmesi, yeni bir varlık oluşturması aynı zamanda ölüm ve doğumun iç içeliğini de ortaya koymaktadır. Burada “kurban” her ölenin, yeni bir şey yarattığı anlamında gelir.” (Sever, age; s. 18-19)
Pagan Kan Hukuku, birçok yerde uygulanmıştır. “Burada söz konusu olan, toplumun ileri gelenlerinden birisi “örneğin kral” kendi toplumunu kötülüklerden ve gelecek olan doğasal zararlardan kurtarmak için kendi canını “kanını” verirdi. Yani, temsil ettiği topluluk için kendisini adardı.” (Sever, age). Burada da bir toplumu, bir insanı vs. kurtarmak için, bir canın verilmesi düşüncesinin, kurbanın ana düşüncesi olduğunu göstermektedir.
Tarihte çok eski zamanlarda, birisi hastalandığında o hasta iyi olsun diye “kurban” kesilirdi. Bu olgu bugün de birçok yerde uygulanmaktadır. Günümüzde, birisi bir kaza geçirdiğinde, hastalıktan kurtulduğunda, ev, araba veya önemli bir eşya aldığında, evlilik ve sünnet törenlerinde vs. kurban kesilir. Bu aslında şu demektir: Tanrı’ya “ben sana bir “can” sunuyorum” sen de beni iyi et.
Kurban, insanın iç dünyasıyla, dış dünyası arasında uyum sağlamaya ve insanın gönlünü rahatlatmaya dönük bir inançtır. İnsanlar başta kendilerine ve çocuklarına, aile bireylerine ve gerekse mensup oldukları aidiyetlere zarar gelmemesi için kurban keserler. Bunda da kurbanın koruyucu bir işlev gördüğüne dönük bir inanç bulunur.
Dünyayı ve yaşamı karmaşık ve zora sokacak her türlü eylemlerin önüne geçmek kurbanda asıl amaçtır.
Doğanın periyodik dönüşümünü her zaman sürdürmesi, var etme gücünü koruyup zenginlik ve bereket sunması ve üretici yönünü yitirmemesi vs. düşüncesi ilkçağ insanının en temel algısıydı. Burada amaç, doğanın dönüşümünü sağlayan bu görünmez gücün gönlünü almaktır.
İnsanlar için doğanın gizemli yanları çoktur. Aynı zamanda doğada gizil güçler olduğuna dönük inanç da vardır. Yine dünyada birçok “gizli güçlere sahip insanlar” olduğuna dönük görüşler ve inançlar da bulunmaktadır. Bunlar “ermiş insanlardır”. Dolayısıyla doğada “yok edici güçler” olduğu gibi, ermişlerde de insanları etkileyici ve yok edici güçler olduğuna dönük inançlar bulunmaktadır. Onun için bu tür gizemsel güçleri olduğuna inanılan “erenlere, mürşitlere, yatırlara vs.” da “kurban” verilir. Burada amaç, onların insanlara zarar vermemesine dönüktür. Dolayısıyla bu tür mekânlar ziyaret edilir ve kurbanlar kesilir, kan akıtılır, etler yenilir ve böylece cana can katılır.
Dağlara, ırmaklara, göllere, vs. de kurbanlar kesilir. Özellikle “dağ kültü” çok önemlidir. Dağ, gökle yerin birleştiği yüksekliktir. Eski çağ insanlar tanrıların dağlarda yaşadığına inanırlardı.
Bu eylem aslında insanın elde etmiş olduğu maddi ve manevi değerlere doğaüstü güçler tarafından zarar gelmesini önlemeğe dönüktür. İşte kurban bunun için sözü edilen doğaüstü güçlere sunulan bedeldir. Bir başka anlatımla, kurban, insanın kendisini kötülüklerden, zararlardan kurtarmak için Tanrı’ya sunduğu nesnedir.
“Köleci toplumlarda köle sahibi öldüğünde, bir kölesi de ona “kurban edilirmiş”.
Aztek’lerde ve İnka’larda, toplu “kurbanlar” kesilirmiş. Bu toplumlarda Krallar tahta çıktığında ya da Güneş tapınmalarında yine toplu olarak “kurbanlar” kesilirmiş.
Mısır’da ve Ortadoğu’da, Kral ailesinden birisi öldüğünde, hizmetçilerden birisi de onunla birlikte gömülürmüş.” (Ana Britannica, Cilt 14 “Kurban” maddesi.)
Günümüzde bile bazı gerici ve yobazlar, “çocuklarını “kurban” amacıyla kesmektedirler.” Bunları az da olsa gazetelerde ve televizyonlarda okumakta ya da izlemekteyiz. Bu tür inançları çok tanrılı inançların günümüze yansımaları olarak değerlendirebiliriz.
Her insanın yaşama hakkı en temel haktır. Kutsal adına da olsa, böyle bir yola başvurmak ancak sakat kafaların yapabileceği bir iştir.
O halde Kutsal Nedir? Özünde ulaşılamaz, bilinmeyen, düşünce boyutuyla nesnel olarak kavranamayan “gizil nesnellik” konumundaki nesnelliği çözümlenemeyen, doğanın işleyiş yasalarının bilincinde olamayan vs. insanların bu olaylar karşında duydukları korku dolayısıyla geliştirdikleri inanç veya ibadet biçimleridir. Kutsallıkta, üstünlük, saflık, güce tapma, kendisinde olmayana duyulan saygınlık vardır.
Saygı ise güçlü olanın güçlülüğünü kabul etme duygusudur.
“Türkler, Gök-Tengri inancına sahiplerdi. Ayrıca güneş, Ay, yer, su, ata ve ocak kültleri de vardı. Tüm bu değerlere “kutsallık” yüklemişlerdi. Her zaman bu kutsallara karşı ayinler, törenler düzenlerlerdi. Özellikle Gök-Tengri ’ye, yer-su, dağ vs. ruhlarına ve atalara kurban keserlerdi. Sabahları kalkıp güneşin doğuşunu izler ve güneşe dua ederlerdi. Güneşin yaşam için çok gerekli olduğunun biliyorlardı ve ona saygı gösteriyorlardı. Ayrıca hakana ve hakanın soyuna da kurbanlar keserlerdi.
Kurbanlar, genellikle kutsal alanlarda kesilirdi. Dergâhlarda, mabetlerde, önderlerin ve saygın insanların evlerinde gerçekleştirilirdi. İnsanlar ayrıca ruhların yüksek yerlerde kaldıklarına inanırlardı ve bu bağlamda dağ tepelerine de kutsallık yüklerlerdi. Bu nedenle kurbanları bazı dağların tepelerinde keserek dağ ruhlarıyla, ata ruhlarını anarlardı.
“Eski Türklerde kurbanlık hayvanın eti parçalanmadan pişirilirdi. Anadolu Aleviliğinde de kurban eti parçalanmadan rehberin veya tekkede kara kazana konarak pişirilir. Etler haşlanır. Bu kurbana “Terceman” denir. Pişen ete ise “Terceman Lokması” denir.” (Anadolu’nun Gizli Kültürü, Alevilik; Nejat Birdoğan Berfin Yay. 3. Bsk. 1995 s. 519-524).
Bir başka anlamda Passah veya Fısıh Kuzusu mitolojisinde de kurban ritüelinden söz edilir. “Passah veya Fıssıh Kuzusu Mitolojisi arkaik (eski) İbrani Kan Hukuku anlayışının anlatımıdır. Fısıh (İbranilerde, topal anlamına gelir”. (Erol Sever. Age. 23-24). Bu mitolojik anlatım, topal kuzuyu kurban etmeye dayanır. “Eski çağlarda canlı hayvanın önce arka ayak parmakları kesiliyor, sonra kuzu kesilerek parçalara ayrılıyor ve daha sonra da ateşte közlenerek yeniliyordu. Bu olaya, “maden” mitolojisinin yansıması söz konusu. Parçalanan maden, eski haline getirilir. Topal, eksik ve parçalara ayrılmış kuzu, insan bedenine katılarak onlara yaşam sunmaktadır. (Erol Sever, age; 23-24). Burada söz konusu olan, bir can canından olur, ama o can başka canlara “can” olur. Entropi yasasının toplumsal algısı söz konusu. Buna göre, kapalı alanlar dışardan enerji almak zorundalar yoksa yaşam enerjileri biter.
Bir anlamda kurban yeniden doğuşu simgeleyen bir güç olmuştur.
Bir çoban düşünün, sürüsüne kurt dalıyor. Çoban ne yapar? Sürüyü kurtarmak için “kurda saldırır” ve bu uğurda canında da olabilir. Burada söz konusu olan “çobanın koyunları için “kurban” olmasıdır…
Bir aile büyüğünün, ailesine gelecek olan bir zararı önlemek için, ölümü göze alması ve gerektiğinde canını vermesi; bir aşiret liderinin aşiretini koruması için kendisini feda etmesi veya bir halk önderinin, halkına gelecek zararı önlemek amacıyla kendisini adaması vs. kurbana birer örnektir. Burada söz konusu olan, kendi canını vererek başka canların yaşamasını sağlamak ve bu yolla yeniden doğuşu gerçekleştirmektir.
Süreç içinde bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte, insanlardaki toplumsallık değerleri daha da artmış; kabileler, klanlar, boylar, aşiretler yerine devletler, imparatorluklar vs. gibi daha büyük yapılanmalar oluşmuştur. Gittikçe artan toplumsal ilişkiler kendiliğinden insanlar arasındaki büyük ayrışımları da azaltmış ve toplumsallık içinde farklı farklı inançlarda da birleşmeler, aynı inanç altında bir araya gelmeler da varlaşmıştır. Öyle bir sürece girilmiş ki; artık orada çok tanrılı, çok inançlı anlayışlar yerini tek tanrılı inanca bırakmak zorunda kalmıştır. Bunun en büyük nedeni üretimin artması, üretim araçlarının gelişmesi ve bu nedensellik içinde küçük topluluklar ve guruplar halinde yaşayan insanların daha kompleks bir konuma gelmeleridir. Eskiden her klanın, her boyun ve her aşiretin farklı tanrıları bulunurken; tarımın gelişmesi ve yerleşik düzenin kurulmasıyla birlikte insanın toplumsallığında da büyük dönüşümler oluştu. Bunların en başında tek Tanrı anlayışı gelmektedir.
Tek tanrı anlayışının günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce oluşmaya başladığı söylenebilir. Semavi dinlerin atası Hz. İbrahim’dir. Hz. İbrahim İ.Ö. 2000’li yıllarda yaşamıştır. Harran’da (Şanlıurfa’da) dünyaya geldiği ve Filistin topraklarında yaşadığı sanılmaktadır. Hz. İbrahim, büyük bir tüccardı.
Kutsal Kitaba göre Hz. İbrahim’in 90 yaşına kadar çocuğu olmaz. Karısı Sare buna çok üzülür. Hz. İbrahim’e cariyesi Hacer’le evlenmesini ister. İbrahim çocuk özlemiyle Hacer’le evlenmeyi kabul eder.
Bu arada Hz. İbrahim Allah’a yalvarır. Eğer çocuğum olursa kendine kurban edeceğini söyler.
Hacer’le evlendikten sonra bir çocukları olur. Adını İsmail koyarlar. İsmail doğduktan sonra Hz. İbrahim Allah’a verdiği sözü anımsar. Bu sözünü tutmak için oğlunu kurban etmeye karar verir. İsmail’i kurban etmek için hazırlar; keskin bıçağı İsmail’in boynuna sürter ancak bıçak İsmail’in boğazını kesmez. Hz. İbrahim buna şaşar. Tam o sırada gökyüzünden bir “koç” indirildiğini görür. Allah Cebrail’le bir koç göndererek İsmail’i, İbrahim’e bağışlar.
Kuran’a göre “Koç” Hz. İsmail için indirildi.
Tevrat’a göre ise “koç” Hz. İshak’a indirildi.
Pagan döneminde insanlar “tanrılar” adına kurban ediliyorlardı. Burada amaç tanrıların gönlünü almak, azaplarından kurtulmak, zarar vermelerini önlemektir. İnanç böyledir. Bu görüş insanı diğer varlıklardan üstün gören bir anlayışı simgeler.
Bu anlamda insan doğada kendini diğer varlıklara göre kutsamıştır. Kendisini merkeze alan insan, kendi canını korumak anlamında, başka canları feda etmekten çekinmemiştir. Bu anlamda insan merkezli bir düşünce yapısından ele alındığında Kutsal Kitaplardaki “koç söylencesi” insanlık açısından bir devrimdir. Çünkü bu söylence insanı “kurban olmaktan kurtarmıştır.”
Hz. İbrahim “Koç Söylencesiyle” bu olguya son vermiştir. Böylece insanların kurban edilmelerinin önünü kapatmıştır.
Hz. İbrahim’in kurban söylencesinin uygulamaya konulmasıyla birlikte, çok tanrılı inanç motifi, yerini tek Tanrılı inanç sitemine bırakmıştır. Koç Kurban Söylencesi, tek Tanrılı inancın oluşmasında da etkili olmuştur.
Kurban söylencesiyle, insanların "kurban" edilmesi sona erdirilmiştir. Kurban olacağım korkusuyla yaşayan bir insanı düşünün. Bu korku bu söylenceyle ortadan kalkmıştır. İnsanlar “kurban” edilmekten kurtulmuştur.
Comments