top of page

SÜMER KOZMOGONİSİ

Güncelleme tarihi: 29 Eyl 2024


  

    İnsan, her süreçte ve her zaman şu soruları sormuştur ve bugün de soruyor?

- “Evren neden var? Nasıl oluştu?”

- “Ben neden varım?” Nasıl var oldum?”

- “Beni var kılan bedenim, ruhum vs. nasıl oluştu?”

- “Evren nereden geldi, nereye gidiyor?”

- “Ölüm neden var? Ölüm sonrasında ne olmaktadır?”

Ve buna benzer ardı arkası gelmeyen daha nice sorular!

            İnsanın en büyük merakı “evren nedir, nasıl var oldu” sorusudur?

            Evrenin en temel yapısı “Döngü Yasasıdır.”

           Döngü yasasına göre, doğa yasları gereği düzenli olan düzensizliğe, düzensiz olan ise düzene doğru akar. Bu bağlamda evrende “mutlak” olan hiçbir şey bulunmamaktadır. Dolayısıyla döngü, değişim ve devinim sonsuzca sürer.  

               Evrende mutlak doğru ve tek bir gerçek yoktur. Tek bir evren de yoktur. Evrende (+) sonsuzda ve (-) sonsuzda uzam içinde devinen, değişen, kozmostan kaosa; kaostan kozmosa doğru giden, biten ya da başlayan; ölen ve doğan, sürekli bir varoluş ve bitiş eylemi vardır. Bu sonsuz oluş içinde, sonsuz evrenler oluşmaktadır. Yani tek bir evrende değil, çoklu evrende yaşıyoruz.    

            Kadim dönemi insanları da evrenin, dünyanın ve insanın nasıl var olduğunu anlamaya çalışmışlar ve kendi algılarına ve zamanın ruhuna göre, varoluşu açıklamaya çalışmışlardır.

            Mitolojilerde, evrenin oluşumu ile ilgili öyküler vardır. Özellikle "Sümer Yaratılış Mitolojisi" çok önemlidir. Çünkü semavi dinlerde de bu söylemlerin, öykülerin vs. etkisini görmek olasıdır.

            Mitolojik söylemlerde, genel olarak; kozmik okyanus, kozmik dağ, düalist yapı, tanrı-tanrıça ikiliği, bunların savaşımından ortaya çıkan evren, dünya ve insan vs. görüşü temel olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, genel olarak mitolojik söylemlerde evrenin döngüselliği de ortaya konmaktadır. Söz konusu mitolojilerde en etkilisi Sümer Kozmogonisi olmuştur…

            Öyle ki Sümer Kozmogonisi, kendisinden sonra gelen tüm inançlarda etkin bir rol oynamıştır. Bilim insanları semavi dinlerde anlatılan birçok öykülerin Sümer kökenli olduğunu söylemektedirler. 

            Kuzey Mezopotamya ile Güney Mezopotamya da tarih öncesi (yazının bulunmasından önceki tarih) “Obeyd Kültürü ile Halaf Kültürü yaşanmıştır.  Obeyd insanları Fırat ve Dicle kıyılarında kerpiç, tuğla evlerden gelip geçici ve dağınık halde köyler kurmuşlardır. Genç Sümer döneminde çiftçi, çoban, duvarcı ya da buğday ve tarım araçları için kullanılan sözcükler onların dilinden alınmıştır. Güney Mezopotamya da Obeyd, Kuzey Mezopotamya’daysa Halaf kültürü egemen olmuştur.” (Sümerler, Mezopotamya’nın Sıradışı Topluluğu; Helmut Uhlig, Çeviren; Nilgün Ersoy, Totem Yay. s. 13, 2019)

Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, günümüzden 6000-7000 bin yıl önce köylerin oluştuğunu, hayvanların evcilleştirildiğini, çobanlığın varlaştığını, ayrıca toprağın ekilip biçildiğini öğreniyoruz. Sümerler, insanlığa çok önemli değerler bırakmış ve kendisinden sonra gelen tüm insanlığı etkilemiştir. Var olan üretim araçlarının oluşturduğu üretim biçimiyle ortaya konan üretim ilişkilerinin varlaştırdığı düşünsel ve inançsal değerler de o günün ruhuna uygun bir konumda gelişmiştir. O dönemler doğanın tanrılaştırıldığı bir dönemdir. Sümer kozmolojisi de bu algı üzerine kurgulanmıştır.

                “Sümerlerin kökeni tam olarak bilinmemektedir. Bir olasılığa göre, kuzeyden inip aşağı Mezopotamya’ya gelip yerleşmiş olan el Ubeyd adı verilen bir halkın varlığından söz edilmektedir. Sümerler bunları yenerek buraya yerleşmişlerdir. “(Mircea Eliade; Dinsel İnançlar ve Düşünce Tarihi, Kabala Yay.2003)

               Bu demektir ki Sümer öncesi bu mekanlarda topluluklar yaşamışlardır.

            Sümerler, “M.Ö, 4000’li yıllarda Dicle-Fırat arasını yurt edindiler. Sümerler, Ur, Ereş ve Kiş kentlerinde kendi çiviyazılarını icat ettiler. Ziggurat adı verilen olağanüstü kule-tapınaklar inşa ettiler ve etkileyici bir hukuk, edebiyat ve mitoloji geliştirdiler. Çok zaman geçmeden bölge Sümerlerin dil ve kültürünü alan Sami Akadlarca istila edildi.” (Karen Armastrong, Tanrı’nın Tarihi, Pegasus Yay. 2017, s.30)

            Sümerler, evreni farklı boyutlardan oluştuğunu düşünmüşler ve her boyutu yöneten tanrılar bulunduğuna inanmışlardır. Her boyutta bir tanrı veya tanrıça olsa da yaratıcı tanrılar gök, yer, deniz vs. tanrıları olmuştur. Bu bağlamda gök tanrısı “An”, hava tanrısı “Enlil”, Su tanrısı “Enki” ana tanrıçaysa “Ninhursağ”dır. Bu tanrı ve tanrıçalar birlikte dünyayı ve insanı yaratmışlar ve birlikte evreni yönetmişlerdir.   (Dünya Dinleri Gizli Tarihi, Ezoterik-Bâtıni İslami İnançlar, Sokak Kitapları Yayınları; 2012)

               “Sümer metinleri rahipler tarafından gerçekleştirilip sınıflandırılmıştır. Sınıflandırmada önce üç büyük tanrı, sonra da üç gezegen tanrı belirlenmiştir. Üç büyük tanrı, “AN, ENLİL ve ENKİ’dir. Üç gezegen tanrısı SİN (SUEN), UTU ve İNANNA’dır. “Mircea Eliade; Dinsel İnançlar ve Düşünce Tarihi, Kabala Yay.2003)

            Gezegen tanrıları Sin, Ay tanrısı, gecelerin tanrısı, geceyi yönetiyor ve aydınlatıyor.

            Utu, Güneş tanrısı, gündüzü aydınlatıyor,

            İnnana; Venüs, aşk ve bereket tanrısı…

            Sümer kozmogonisine göre başlangıçta “Nam mu (yani ilk deniz, sonsuz okyanus) vardı. Nammu, doğuran anadır. Bütün tanrılar Nammu’dan doğmuştur. Nammu, An ve Ki’yi döllenmesiz olarak doğurmuştur.” (Eliada, age.)

            Sümerlere göre evren yeryüzü ve gökyüzünden oluşmuştur. Bu iki farklı boyutlardaki evren oluşumunu An ve Ki bir araya gelerek onları birleştirmiş ve yaşamın oluşmasını sağlayan koşulları var kılmışlardır. An; “gök”, Ki; “yer” anlamına gelmektedir.

            “Sümerlerde kentler hem dinsel hem de siyasal birlik oluşturuyordu. Her kentin bir panteonu ve yerel bir tanrısı vardı. Sümerlerin en evrensel tanrıları “An”, “Enlil”, ve “Enki” dir.  Ur kentinde tapılan tanrı Nanna Ay, Utu ise güneş tanrısıdır. İnanna gök ve sevi tanrısı, Dumuzi hayvan sürülerinin koruyucudur. “(Abdullah Rıza Ergüven, Tanrıları nasıl Yarattık; Berfin Yay. s.40, 2000)

            Enki aynı zamanda “bilgelik tanrısı” olarak bilgisiyle evreni yöneten yetkin bir tanrı olarak görülmüştür.

            Enlil, bolluk ve bereket tanrısı görülmüş ve toplumsal yaşamı yönettiğine inanılmıştır.

            Ninhursağ, ana tanrıça olarak bütün canlıların anası olmuştur.

            Sümerler tanrıların ve tanrıçaların insan görünümünde, ama insanüstü güçlere sahip olduğuna inanmışlardır.  “Sürekli çalışan ve çok yorulan tanrılar ve tanrıçalar, kendi işlerini yapmaları için kendi görünümlerinde insanı (Lulu Amela”yı yaratmışlardır. Onların çoğalması için de Lulu’nun yaşam özünden dişi (kadını) yaratmışlardır.” (Öztürk, age)

            Buradan da anlaşılacağı gibi, insanı tanrılar kendilerine benzer varlıklar olarak ve kendilerine hizmet etsinler diye yarattıklarını öğreniyoruz.

            Sümerlere göre evrenin var oluşunun mitolojisi:

            “Başlangıçta bir ilk deniz vardı. Bu deniz tanrıça Nammu ile kişileştirilmiştir. Nammu An’ı doğurur (göğü var kılar s.z); yer Ki’dir. İkisi birden hava tanrısı Enlil doğar (dünyayı yöneten Enlil’dir. S.z) Enlil, gökle yeri (An ve Ki’yi) birbirinden ayırır. Ama yine de karanlık egemendir. Karanlığı yenmek için de Enlil, Ay tanrısı Nanna’yı doğurur. Nanna’da güneş tanrısı Utu’nun babası olur. Daha sonra su tanrısı Enki oluşur. Enki’de diğer tanrılarla birlikte insanı yaratır.” (Ergüven age, s.41)

            Bu söylenceden de anlaşılacağı gibi, oluşan her şey, var olandan oluşmuştur. Doğanın devingenliğine ve döngüselliğine yüklenilen sıfatlar, alegoriler ve anlamlar bütünselliği görülmektedir. Bütün mitolojiler böyledir.

            Bu söylencede her şeyin ana kaynağı olarak “ilk deniz” den söz ediliyor ve “ilk denizin” sonsuzca var olduğunu belirtiyor. İlk deniz yaratılmamış zaten mevcut olan olarak görülüyor. Bu da “vardan var oluşu” içeriyor. Nammu yeri ve göğü eyleme dönüştüren ve “yere göğe yaşam veren anne” olarak görülüyor. (Burak Erdem, Kozmik Okyanus, İnkılap Yay. 2011, s. 45)

            Sümer inançlarında, krallar tanrı adına toplumu yönetiyorlardı. Krallar tanrılarla konuşup onlarla bilgi alışverişinde bulunuyorlardı.  Sümer inancı somut varlıklar üzerine kurgulanmış inançları kapsar. Doğanın ötesinde bir tanrı algıları yoktur. Doğa olaylarına yükledikleri anlam bağlamında nesnel dünyanın verileri etkisinde tanrılar yaratmışlardır.

            Sümerler, günümüz uygarlığının kültürel kodlarını ve önemli değerlerini ortaya koyan bir uygarlık yaratmışlardır.

            Sümerler MÖ 4000’li yıllarda ilk yerleşimlerini gerçekleştirmişlerdir. Ancak Sümer öncesi toplulukların da yaşamış olduğu bir tarihsel gerçekliktir.

            Erdoğan Çınar’ın Samuel Noah Kramer’ den aktardığı bilgiye göre, Sümer Kral Listesi’nde “Krallık gökten indiği zamandan Tufan’a kadar toplam beş kentte sekiz kral 241.200 yıl hüküm sürdü”, denmektedir. (Erdoğan Çınar, Aleviliğin Gizli Tarihi, Çiviyazıları Yay. 2004, s. 169) Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, 6000 yıllık Sümer tarihinden önce de o topraklarda insanlar yaşamışlardır.

            Sümerler, üretim araçlarını geliştirmişler, gökyüzünü izlemişler, gün, hafta, yıl süreğini ortaya koymuşlar ve tapınaklar yapmışlardır. 60’lı matematik sistemini kurumuşlar ve tıpta da gelişmelere sağlamışlardır.

            “Tarihte ilk meclis, ilk tarihçiler, ilk vergi, ilk ilaç formüller, ilk atasözleri, ilk kütüphane, ilk aşk şarkısı… Sümerlerde ortaya Çıkmıştır. “(Çınar, age, s. 170)

            Bu da gösteriyor ki Sümer uygarlığı, tarihsel anlamda kendisinden sonraki tüm toplumları etkileyen bir uygarlık olmuştur.

            Sümerler ayinler için tapınaklar yaparak, toplu ayinleri gerçekleştirmişler ve toplumsal hafızaya birlikte ibadet etmenin yolunu, erkanını belirlemişler. İbadetlerinde müziğe de yer vermişler ve bugünkü Aleviliğin Cemlerine benzer ritüeller gerçekleştirmişler.

            Sümerler Ayin-i Cem yapmışlar ve ritüellerinde on iki hizmet uygulamışlar.

            Ünlü Sümerolog Samuel Noah Kramer bu konuda şu bilgileri vermektedir.

                        “Gudea bir dizi ilahın yardımıyla tapınağı temizledi... Törende kullanılacak bütün yiyecekleri adak içkilerini ve tütsüleri hazırladı. Bunun ardından tapınağın gereksinimlerini karşılayacak bir grup tanrıyı atama işine geçti… “(Kramer’ den aktaran Erdoğan Çınar, age. s. 172.)

            Erdoğan Çınar, tapınağı (Cem Evi), m töreni (Ayin-i Cem), yiyecekleri (lokma), tütsüleri (Çerağ) bir grup tanrıyı da (on iki hizmetli) olarak değerlendirmiştir. Ben ce günümüzün değerlerine çevirdiğimizde bunların doğru olduğunu düşünüyorum.

            Sümerler ’in uyguladığı on iki hizmeti Kramer’ den aktaran Erdoğan; bu hizmetleri şu şekilde sıralamıştır:                        1-) Arabacı

                        2-) Kâhya

                        3-) Mübaşir

                        4-) Silahtar

                        5-) Müzisyen

                        6-) Kuşbaz

                        7-) Keçi Çobanı

                        8-) Dalyan Denetçisi

                        9-) Ulak (haberci)

                      10-) Tahıl Denetçisi

                      11-) Mabeyinci

                      12-) Kapı Bekçisi (Çınar, age, s. 173)

            Günümüz Aleviliğin ritüellerine benzer bazı uygulamaların Sümerlerde de uygulandığını burada görüyoruz.

            Sümerler Tilmun adında “hastalığın ve ölümün olmadığı”, kurdun kuzuyu parçalamadığı, yaşlılığın bilinmediği vs. bir cennetten söz etmişlerdir. (Samuel N. Kramer’den aktaran Helmut Uhlig, age. s. 41)

            Sümerlerin ortaya koydukları değerler, günümüzde de etkisini sürdürmektedir.

            Tufan olayının da Sümer kaynaklı olduğunu Sümer mitolojisinden anlıyoruz.

                         “Tüm korkunç fırtınalar bir araya geldi,

                        Yok edici Tufan, kudurdu onlarla birlikte

                        Yedi gün, yedi gece

                        Tufan ülkede delice geçip gittikten,

                        Koskoca gemi büyük sularda fırtınayla sallandıktan sonra

                        Güneş tanrısı ortaya çıktı, göğü ve yeri aydınlatarak

                        Ziusudra koca geminin bir lombarını açtı.

                        Kahraman Utu’nun ışığı koca gemiye girdi,

                        Kral Ziusudra,

                        Utu’nun önünde diz çöktü.

                        Bir öküz kesti kral, koyunu (kurbanı) bolca sundu” … (Uhlig, age. 84).

            Bu şiirden de anlaşılacağı gibi, tanrılar korkunç bir fırtına oluşturmuşlar ve bu fırtına yedi gün yedi gece sürmüş. Kral Ziusudra geminin lombarını (gövdesini) açmış, Utu'nun (güneşin) ışığını görmüş ve sevinmiş. Diz çökerek güneşi selamlamış, kurban keserek bunu kutlamış.

         Bu öykü ve kral Ziusudra "Nuh Tufanı" olarak kutsal kitaplara geçmiştir.

 

 

Kaynak:

Armastrong, Karen; Tanrı’nın Tarihi, Pegasus Yay. 2017.

Erdem, Burak; Kozmik Okyanus, İnkılap Yay. 2011,

Ergüven Abdullah Rıza; Tanrıları nasıl Yarattık, Berfin Yay. s.40, 2000

Öztürk, Zeynel; Dünya Dinleri Gizli Tarihi, Ezoterik-Bâtıni İslami İnançlar, Sokak Kitapları     

                         Yayınları; 2012).

Erdoğan Çınar, Aleviliğin Gizli Tarihi, Çiviyazıları Yay. 2004,

Uhlig, Helnut, (Çev.; Nilgün Ersoy); Sümerler, Mezopotamya’nın Sıradışı Topluluğu; Totem Yay. 2019.

 

                                     

 

                                                                                             

Comments


bottom of page