Var oluş
- sulzam1956
- 22 May 2024
- 40 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Eyl 2024
EVRENE GENEL BİR BAKIŞ
İnsan, her süreçte ve her zaman şu soruları sormuştur ve bugün de soruyor?
- “Evren neden var? Nasıl oluştu?”
- “Ben neden varım?” Nasıl var oldum?”
- “Beni var kılan bedenim, ruhum vs. nasıl oluştu?”
- “Evren nereden geldi, nereye gidiyor?”
- “Ölüm neden var? Ölüm sonrasında ne olmaktadır?”
Ve buna benzer ardı arkası gelmeyen daha nice sorular!
Esasında insan, kendisini arayan bir varlık. Oysa, dağın, taşın, kuşun vs. böyle bir sorunu yok. Onlar kendi doğallıklarını yaşıyorlar ve doğanın kendilerine vermiş olduğu eylemsellik ve bütünsellik içinde, doğal akışlarına uygun olarak var oluşlarını ve özgün davranışlarını gerçekleştiriyorlar. Çünkü doğanın bir doğrultusu var ve doğa o gerçeklik içinde devinimini sürdürüyor.
Bin yıllardır, bilim insanları, din âlimleri, felsefeciler, edebiyatçılar vs. önceki sayfalarda belirtilen sorulara kafa yoruyorlar. Bilinmelidir ki, bu soruların “kesin” bir yanıtı halen bulunabilmiş, “mutlak” yanıtları verilebilmiş değildir. Belki de bu yanıtlar hiçbir zaman “mutlak bir bilgi konumunda” tam olarak verilemeyecektir. Çünkü her bulunanın veya bilinenin içinde bulunamayanlar veya bilinemeyenler de ortaya çıkmaktadır. Esasında, sonsuz olgular ve sonsuz boyutlar içinde bulunan bir evrende ve belki de birçok evrenlerde yaşıyoruz. İşte, bu sonsuz ve sınırsız boyutlardaki evren veya evrenler karşısında, bunları anlamaya çalışan sınırlı bir bilince sahip olan insan, tüm bu karmaşayı çözmek için uğraşıyor…
Ve insan, usanmadan, yılmadan, gerçeği bulmaya çalışıyor, araştıran ve sorgulayan bir varlık olarak merak ettikleri soruların yanıtını arıyor...
İnsanın en büyük merakı “evren nedir, nasıl var oldu” sorusudur.
EVREN NEDİR:
Evren nedir: Acun, âlem, arz, cihan, kâinat, kozmos isimleriyle de anılan ve var olan şeylerin bütünü olarak algılanan, olgu ve olayların art arda sonsuzca oluştuğu ortam ya da düzenektir.
Başka bir tanıma göre ise kısaca; evren var olan tüm şeylerin toplamıdır. En küçük (atom), mesonlar, pozitronlar, elektronlar, bozonlar, gulonlar, higs parçacığı v.s) gibi atom altı parçacıklardan; en büyük (gökadaları, galaksiler, yıldızlar, gezegenler, meteorlar v.s) maddeye kadar her şeyi kapsayan sonsuz varlıkları kapsar.
Bilim insanlarına göre evrenin yapısı kaotiktir. Kosmos kaostan oluşur, oluşan kosmos da kaosa döner…
Bu durum evrenin en temel yasasıdır. Bu yasa “Döngü Yasasıdır.”
Döngü yasasına göre, doğa yasları gereği düzenli olan düzensizliğe, düzensiz olan ise düzene doğru akar. Bu bağlamda evrende “mutlak” olan hiçbir şey bulunmamaktadır. Dolayısıyla dönğü, değişim ve devinim sonsuzca sürer.
Evreni oluşturan nesnelere baktığımızda olağanüstü bir büyüklük ve insanın algı ve düşünsel boyutunu aşan bir genişlikle karşılaşırız. Bu da insanda ki merak duygusunu kamçılamaktadır.
Evren bir varlık olgusudur. Söz konusu varlığın, bizim dışımızda bir gerçeklik olarak var olduğu bilimsel bir gerçekliktir. “Ben yokken evren ar idi, ben olmayınca da evren var olmaya devam edecektir. Bu nesnel gerçekliktir.
Peki, kimilerinin dediği gibi, bizim yaşadıklarımız bir düş mü? Serap mı? Şu dokunduğumuz bilgisayar, üzerine basıp yürüdüğümüz toprak, içtiğimiz su, bindiğimiz uçak, araba, yediğimiz ekmek, sevdamız, aşklarımız, üzüntülerimiz, sevinçlerimiz vs. bir yanılsama mı? Bunların gerçekliği yok mu?. Şu anda bunları yazarken, parmaklarım gerçek değil mi? Klavyedeki rakamlar ve harfler yok mu? Oysa bu saydıklarımın hepsi gerçek, hiç biri yanılsama ve düşsel değil... Bunların hepsi gerçek, Gökyüzünün maviliğini görüyoruz. Güneşin sıcaklığını duyumsuyoruz, ürüyoruz, soluyoruz, besleniyoruz, konuşuyoruz, müzik dinliyoruz, düşünüyoruz, olayları ve olguları yorumluyoruz, hastalanıyoruz, gülüyoruz, doktora gidiyoruz, aletler yapıyoruz, savaş yapıyoruz ve ölüyoruz. Birisi bize bir yumruk atsa acısını duyuyoruz. Bu gökyüzü, bu su, bu hava, bu toprak, bu ormanlar, bu kentler, evler, çiçekler, otlar, hayvanlar, taşlar, yıldızlar, gezegenler… Bunların hepsi dirimsel bir gerçekliktir. Ama aynı zamanda insanın etkilendiği görünmez enerji boyutlarının da olduğu bir gerçektir. Bu da bir boyut sorunudur. Hawking, 11 boyutlu bir evrende yaşadığımızı söylemiştir. Bizler üç boyutu kavrayan ve buna birde uzay-zamanı katarsak en fazla dört boyutu algılayabilen varlıklarız, bu bağlamda insan, sahip olduğu boyutuyla göremediği, değinemediği, dokunmadığı ve duyamadığı şeyleri algılayamadığı için onlara olağanüstülükler yüklemekte veya “yok” saymaktadır. İnsanın “yok” saydığı şeyler aslında doğanın özünde potansiyel olarak bulunan “gizil nesnellikten” başka bir şey değildir. Gizil Nesnellik, açığa çıkmamış veya insanın duyu organlarıyla algılanamamış olan nesnelliktir.
Evrende mutlak doğru ve tek bir gerçek yoktur. Tek bir evren de yoktur. Evrende (+) sonsuzda ve (-) sonsuzda uzam içinde devinen, değişen, kozmostan kaosa; kaostan kozmosa doğru giden; biten ya da başlayan; ölen ve doğan; sürekli bir varoluş ve bitiş eylemi vardır. Bu sonsuz oluş içinde, sonsuz evrenler oluşmaktadır. Yani tek bir evrende değil, çoklu evrende yaşıyoruz.
Güneş sistemi de yaşadığımız evreni oluşturmuştur. Bilim insanlarına göre, bizim güneşimiz yaklaşık 4,56, milyar, dünyamız da ortalama 4,5 milyar yaşındadır. Yine bilim insanlarına göre içinde bulunduğumuz evreninse 13,7 milyar yaşında olduğu belirtilmektedir.
Biz insanlar ve diğer canlılar koşulların oluşmasıyla dünyada varlaştık. Evrende yalnız değiliz. Başka evrenlerde, farklı şekillerde canlılar olabilir!.
Doğanın yasaları, doğanın aklını ve iradesini oluşturur. Doğanın yasaları kendi kurguları içinde sürekli olarak kendi doğrultusunda işler. Doğanın aklını ve onun oluşturduğu yasaları anlayamayan, doğanın dilini çözemeyen insan, evrenin bilinmeyenleri karşısında şaşkınlığa düşmüş ve hemen hemen her insan kendi bilinç ve algısı doğrultusunda evreni tanımlamaya çalışmıştır.
Bu anlamda “evrenin var oluşu” konusunda da farklı görüşler ortaya atılmıştır.
EVRENSEL GERÇEKLİK
Evrende mutlak doğru ve tek bir gerçek yoktur. Tek bir evren de yoktur. Evrende (+) sonsuzda ve (-) sonsuzda uzam içinde devinen, değişen, kozmostan kaosa; kaostan kozmosa doğru giden; biten ya da başlayan; ölen ve doğan; sürekli bir varoluş ve yok oluş eylemi vardır. Bu sonsuz oluş içinde, sonsuz evrenler oluşmaktadır. Yani tek bir evrende değil, çoklu evrende yaşıyoruz.
Uzay denilen ve evrensel olayların geliştiği o sonsuz ve sınırsız alan, o kadar büyüktür ki onu kavrayabilmek, aklımızı zorlamaktadır. Öyle ki, ışık hızıyla giden (Işık hızı saniyede 300.000 Km. yol alır; yılda 9,5 trilyon km. yol gider) bir araç bizim içinde bulunduğumuz galaksinin bir ucundan diğer bir ucuna ancak yüz bin ışık yılında varabilmektedir. Bu boyutu insan beyninin kavraması olanaksızdır. Oysa evrende milyarlarca galaksi vardır. Galaksi, milyarlarca yıldızın, gezegenin v.s. bulunduğu devasa bir yapıdır.
Şu bilinmelidir ki; yıldızlar da, doğar, gelişir, yakıtını bitirir, enerjisini harcar ve yaşamını tamladıktan sonra ölür. Her ölen nasıl yaşamı sonlandırmazsa, yerini başkaları alırsa; başka boşluklarda, başka yerlerde de başka yıldızlar doğar. Bu olgu sonsuzca var olur. Çünkü evrensel anlamda nesne her yerde vardır. Nesneler sürekli azalır, artar, değişir, dönüşür ve oluşur. Böylece de evrende nesnel anlamda bir son yoktur. Evrenin bir yerinde eksilen nesne, bir başka yerinde artar. Görünen nesnenin ötesinde görünmeyen nesneler bulunur. Görünen eksilirse, görünmeyen onun yerini doldurur.
MİTOLOJİLERE GÖRE EVREN NASIL VAR OLDU?
2 milyon yıllık insanlık tarihinde, 200 bin yıllık Homo Sapiens’in ve 70 bin yıllık Homo Sapiens Sapiens’in var olduğu bir süreçte, insanın zaman-mekan boyutu içinde oluşturduğu algılar ve düşünceler sonucunda, evrenin var oluşuyla ilgili görüşler ve düşünceler de ortaya koymuştur. Bunların ilki mitolojidir.
Mitoloji, bilimin ve teknolojinin egemen olmadığı, ilk insan topluluklarının, evreni, doğayı ve insanı anlamaya dönük oluşturdukları, ortaya koydukları değerler bütününü içerir. Bu değerler, kutsallık yüklenilen ve olağanüstü anlatımları içeren, tanrılaştırılmış objelerden ve yarı tanrılaştırılmış insanlardan oluşmuştur.
Doğanın davranışları, gelişen olaylar ve varlaşan olgular, ilkel insanları şaşırmış ve korkutmuştur.
Mitoloji, doğayı anlama, olayların ve olguların gizini çözmeye çalışma, gelişimleri ve değişimleri yorumlama ve açıklama gereksiniminden doğmuştur.
Mitoloji de, destansı anlatılar, abartılar, olağanüstülükler egemendir. Fizik ve metafizik algılar iç içe girmiş ve kişileştirilmelerle, olaylar ve olgular açıklanmaya çalışılmıştır.
Bütün dinler ve inançlar, mitolojiden etkilenmişlerdir. Dinler, mitolojiden de beslenmişlerdir…
Evrenin varoluşu, dünyanın oluşumu, insanın ortaya çıkışı ve diğer olay ve olgular, mitolojik anlatımlarla geçmişten bugüne kadar taşınmıştır. Öyleki süreç içinde her topluluğun, her toplumun vs. kozmogonisi oluşmuş, bu anlamda Hitit Mitolojisi, Yunan Mitolojisi, Türk Mitolojisi, Latin Mitolojisi, Sümer Mitolojisi, Hint Mitolojisi vs. oluşmuştur.
Her mitolojik anlatımın ve değerin kendine özgü kozmogonisi de oluşmuştur.
Kozmogoni, evrenin ve dünyanın yaratılışını veya varoluşunu anlamaya çalışır. Bununla ilgili teorileri içerir.
Kadim dönemi insanları da evrenin, dünyanın ve insanın nasıl var olduğunu anlamaya çalışmışlar ve kendi algılarına ve zamanın ruhuna göre, varoluşu açıklamaya çalışmışlardır. Benzer olaylar benzer algılar oluşturur. Bu bağlamda mitolojik öykülerde de zaman ve mekan ötesi olarak, olaylar, olgular, söylemler, nitelikler, kahramanlar vs. birbirine karışmış ve mitolojik anlatılar ve kahramanlar birbirlerinin yerine geçmiştir. Her mitolojik söylem, kendisinden önceki söylemlerden ve anlatımlardan etkilenmiştir.
Mitolojilerde, evrenin oluşumu ile ilgili birçok örnek vardır. Biz burada birkaç örnek sunacağız. Özellikle Sümer Yaratılış Mitolojisi çok önemlidir. Çünkü semavi dinlerde de bu söylemlerin, öykülerin vs. etkisini görmek olasıdır.
Mitolojik söylemlerde, genel olarak; kozmik okyanus, kozmik dağ, düalist yapı, tanrı-tanrıça ikiliği, bunların savaşımından ortaya çıkan evren, dünya ve insan vs. görüşü temel olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, genel olarak mitolojik söylemlerde evrenin döngüselliği de ortaya konmaktadır.
İki tür evren algısından mitolojiler, döngüsel bir evren modeli ortaya koymuşlardır. Oysa semavi dinler “çizgisel evren” modelini öngörmüşlerdir.
Döngüsel evren anlayışına göreyse; evrenin ve dolayısıyla doğanın bir başlangıcı yoktur. Her şey bir döngüsellik içindedir. Bir şey bittiğinde, bir başka şeyi var kılmaktadır. Ölen, yok olmamakta, her ölüm yeniden bir doğuş var etmektedir. Evrenin temel yasası, sürekli devinim, hareket, değişim ve dönüşüm ilkesidir. Ölüm boyutsal bir değişimdir. Bu anlamda “mutlak” yok oluş yoktur. Genel de mitolojik söylemler de bu görüş üzerinde şekillenmiştir.
Çizgisel evren anlayışına göre; bir şey başladığında onun sonu da olacaktır. Başlangıç ve son her şeyde vardır. Biten, sona eren bir şey, bir daha var olmaz. Genel de “semavi dinler” bu görüşü ortaya koyarlar. Buna göre, her şeyin bir başlangıcı vardır ve başlangıcı da, mutlak olup, varlığın dışında bulunan ilahi bir güç yapmıştır. Bu anlamda evren yaratılmıştır. Başlangıcı olan her şey gibi, evrenin de bir sonu olacaktır.
YARATILIŞ MİTOSLARDAN KISA ÖRNEKLER
Günümüzde ulaşılan arkeolojik verilere göre günümüz uygarlığı Neolotik çağ ile başlamıştır. Yaklaşık MÖ 7000-10000 yılları arasında gerçekleşmiştir. Tarımın başlamasıyla insanların artık ürünler elde etmesi, aynı zamanda düşünsel yönden de insanlığın tarihinde büyük bir sıçrama yaratmıştır. Tarım, Anadolu’da ve Mzeopotamyada ortaya çıkmıştır.
Bu bağlamda Sümerler, günümüzün düşünce dünyasını da etkileyen çok üstün bir uygarlık oluşturmuşlardır. Zamanın ruhuna uygun en üst değerleri ortaya koymuşlardır. Denebilir ki günümüz uygarlığının ana taşıyıcı kolonlarını başta Sümerler olmak üzere Mezopotamya ve Hititler olmuştur.
Öyle ki Sümer kozmogonisi, kendisinden sonra gelen tüm inaçlarda etkin bir rol oynamıştır. Bilim insanları semavi dinlerde anlatılan bir çok öykülerin Sümer kökenli olduğunu söylemektedirler.
“M.Ö, 4000’li yıllarda Dicle-Fırat arasını yurt edindiler. Sümerler, Ur, Ereş ve Kiş kentlerinde kendi çiviyazılarını icat ettiler. Ziggurat adı verilen olağanüstü kule-tapınaklar inşa ettiler ve etkileyici bir hukuk, edebiyat ve mitoloji geliştirdiler. Çok zaman geçmeden bölge Sümerlerin dil ve kültürünü alan Sami Akadlarca istila edildi.”(Karen Armastrong, Tanrı’nınnTarihi, Pegasus Yay. 2017, s.30)
Sümer Yaratılış Mitolojisi’ne göre “başlangıçta Nammu isminde bir ilk deniz (kozmik okyanus) vardı. Bu deniz uçsuz bucaksızdı. Tanrı, Nammu’nun ortasında kocaman bir dağ (kozmik veya kutsal dağ) vardır. Yer tanrısı Ki ve Gök tanrısı An, ikisi birlikte bu dağın içindeydiler. Sonra Ki ve An’dan Hava tanrısı Enlil doğdu. Enlil, gökyüzü An ve Yeryüzü Ki’yi birbirinden ayırdı. Böylece yeryüzü ve gökyüzü oluştu. Yeryüzünde ki karanlık bitsin diye de gece aydınlığını sağlasın diye Enlil, Ay tanrısı Nanna’yı doğurdu. Nanna da güneş tanrısı Utu’nun babası olur. Daha sonra su tanrısı Enki oluşur. Bu da tek başına veya diğer tanrıların yardımıyla insanı yaratır.” (Abdullah Rıza Ergüven, Tanrıları Nasıl Yarattık; Berfin Yay.2000, s. 41)
Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Sümerlere göre evren, iki karşıt güç olan “An ve Ki”nin birleşmesiyle oluşmuştur. Bu düalist anlayış, geçmiş dönem kadim topluluklarda ve özellikle Mezopotamya inançlarında da bulunmaktaydı. Sümer düşüncesinde, her şeye gücü yeten, ebedi bir yaratıcının bulunduğuna; ama aynı zamanda dünyada da yarı tanrı insanların (krallar) bulunduğuna inanılıyordu. Bu düşüncenin doğal sonucu olarakda, söz konusu “yarı tanrı” krallar, nasıl ki dünyayı yönetiyorlarsa, söz konusu evreni de yöneten bir Tanrı olmalıydı. Sümerlerin inancı bu metafor üzerine kurulmuştu. Sümer inancına göre, doğada var olan her şey gücünü tanrıdan alır ama doğadaki hiçbir şey Tanrı değildir. Bu anlayışın sonucu olarak da Tanrı’nın her yerde mevcut olduğunu düşünüyorlardı. Sümerliler, her kentin tanrısı olduğuna ve her kentin tanrısının o kenti yönettiğine ve yine dünyadaki bütün tanrıları da yöneten daha güçlü tanrıların da bulunduğuna dönük bir inanca sahiptiler. Böylece, kendilerinden daha güçlü olduğuna inandıkları tanrılara hizmet etmek, onları memnun kılmak gerketiğini düşünüyorlardı. Bu düşünce biçimlerinin birçoğu “kutsal metinlere de” geçmiştir.
Sümerler, dünyada, 2000 yıl egemenlik kurmuş olan bir medeniyettir. Çok ileri düzeyde değerler üreten ve kendisinden sonraki bütün uygarlıkların oluşmasında etkili olan Sümerler, bilimde (tıpta, astronomide, matematikte, takvimde vs.) de çok değerli buluşlar yapmışlardı. Ayrıca felsefede, inançsal boyutta ve mitolojik alanlarda da ileri düzeyde gelişmişlerdi.
“Sümerler herhangi bir başlangıç aşaması öngörmemişlerdi. Evrenin her zaman var olduğunu, zamandan bağımsız bir nitelik taşıdığını düşünüyorlardı...Sümer mitleri, gök ve yerin birlikteliğinden “kozmik dağ”ın oluştuğunu, ikisinin arasından da “hava”nın doğruğunu söylemişlerdir.” (Burak Eldem; Kozmik Okyanus, İnkılap Yay.2011, s.26-27-28).
Buradan da anlaşılacağı gibi, Sümerler de evrenin bir başlangıcının olmadığı görüşünü ve inancını taşıdıklarını görüyoruz. Bu da “vardan var oluşu” savunmaktır.
Babil Yaratılış Destanı; (İÖ 2300’lü yıllar):
Babiller’de Sümerlerin ardılı olarak, önemli mitolojik öyküler ortaya koymuşlardır. Mezopotamya mitolojisi dediğimizde hemen aklımıza Babil gelir. Babililer de “vardan var oluşu” savunmuşlardır. En önemli destanları “ Enuma Eliş” tir.
-Babil yaratılış söylencesine göre; başlangıçta su vardı ve kargaşa egemendi. Evreni iki tanrı yönetiyordu. Bunlardan birisi, tatlı su tanrısı olan Apsu, diğeri de tuzlu su (denizin, kozmik okyanusun) tanrısı Tiamat’tı. Bu iki su (tatlı ve tuzlu su) tanrısı birbirleriyle karıştılar. (söz konusu olan Fırat-Dicle ve Basra Körfezi denizidir. (Alaeddin Şenel, Bilim ve Ütopya Dergisi, Eylül 2003, 111. Sayı, s. 14). Bu iki suyun birleşmesiyle de kara parçası oluştu.
“Enuma Eliş’te büyük ruh Ea, toprağı kanla yoğurarak insan yapar. Büyük ruhların ayak işlerine koşsun, onlara hizmetkar, köle ve kul diye…” (Şükrü Günbulut, Ortadoğu Din Kültürü, Kaynak Yay. 1996, s.16).
Bu aıntılardan da anlaşılacağı gibi, Mezopotamya mitolojisinde de insanın, topraktan yoğurarak yarattıldığı belirtilmiştir.
Türklerde yaratılış söylencesi:
-Başlangıçta uçsuz-bucaksız su vardı. Yalnızca su yaratılmıştı. Tüm bu yokluk içinde Tanrı Kara Han (Karanlık) vardı. Her şey su ve tanrı Kara Han’dı. Zamanla sularda bir Ak Ana (ışık) göründü. Ak Han, Tanrı Kara Han’a yarat dedi. Tanrı Kara Han’da kendine benzer kişiyi yarattı. Tanrı’da yaratma isteğini uyandıran Ak Ana isminde bir kadındı. Yaratanla- yaratılan birlikte uçuyor, birlikte yüzüyorlardı. (Ergüven; age. S. 13)
Kara Han, yarattığı kişinin denize batmaması için, sudan bir yıldız yükseltti. Daha sonra kişiyi suyun dibine göndererek oradan bir avuç toprak çıkarmasını söyledi. Kişi toprağı çıkardı ve Kara Han, toprağı suyun üzerine serpti ve böylece karalar oluştu. Fakat Kişi çıkardığı toprağın bir kısmını ağzında sakladı. Amacı farklı bir dünya yaratmaktı. Fakat kişinin ağzındaki toprak o kadar çok şişti ki, boğulmak üzereyken Kara Han bunu fark etti ve tükürmesini istedi. Kara Han’ın yarattığı dünya düzdü. Fakat kişinin ağzından çıkan toprak, her tarafa dağılarak bataklıklar ve tepecikler oluşturdu. Kara Han buna çok kızarak kişiye Erlik lakabını verdi ve onu Nur ve ışık dairesinden kovdu. Kara han daha sonra dokuz dallı bir ağaç yarattı ve her dalın altına bir adam var etti. Bunlar yeryüzünün dokuz insan soyunu yarattılar… (Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitolgya, Gerçek Yay. 1998, s. 10)
Eski Yunan Yaratılış söylencesi:
-Başlangıçta khaos vardır. Khoas birden Nyks (gece) ve Erebos (ölüm) iki çocuk doğurur. Bunların çiftleşmesinden de Aither (boşluk) ve Hemara (gündüz) doğar. Sonraları Nyks, Erebos’un göğsüne bir yumurta bırakır ve bu yumurtadan doğan sevgi, karanlığı kovar ve kozmos’u (düzeni) getirir. (Şenel, Bilim ve Ütopya age, s. 19)
ZERDÜŞT
Zerdüştlük, ilkçağ döneminde Mezopotamya bölgesinde yaygın bir inanıştı. Özellikle İranlılar Zerdüştlük dinine mensuptu.
Zerdüştlük ya da diğer adıyla Mecusilik inancı iyilik ve kötülük arasındaki mücadele esasına dayanır. Bu inançta iyilik tanrısı Ahuramazda (Hürmüz), kötülük tanrısı ise Angremanyu’dur (Ehrimen). Zerdüştlükte bu iki tanrı arasındaki mücadeleden Ahuramazda’nın galip çıkacağına, böylece iyiliğin kazanacağına inanılır.
Zerdüşt inancına göre evren iyi ve kötünün çatışması vardı. Evren iyi ile kötünün çatışmasından doğdu.
Zerdüştlük felsefesine göre dünya beş temel elementten oluşur. Bunlar toprak, su, hava, ateş ve bitkidir. Peki, Zerdüştlükte ateş kutsal sayılmaktadır. Zerdüştlüğe göre ateş, tanrı Ahuramazda’nın oğludur ve aynı zamanda iyi ile kötüyü birbirinden ayıran bir güçtür.
Zerdüştlük inancına göre dünya dört evreden oluşur ve her devre 3 bin yıl sürer. Buna göre;
-Birinci dönem insanın yaratıldığı dönemdir. Burada İyilik ve kötülük ortaya çıkar ve 3 bin yıl sürer.
-İkinci evrede dünya kötülüklere sürüklenir. 3 bin yıl da bu sürer.
-Üçüncü evrede iyilik ve kötülük arasında mücadele olur ve bu mücadeleyi iyilik kazanır. Böylece Zerdüşt halka doğruyu, güzeli göstererek karanlık ve aydınlığı birbirinden ayırır. Bu da 3 bin yıllık bir süreci kapsar.
-Dördüncü evrede ise nihayet bütün kötülükler yok olur ve tüm dünyada barış ve kardeşlik hüküm sürer. 3 bin yıllık bir süreçtir bu da…
Zerdüştlükte ateşe su dökülmesi asla kabul edilmez. Çünkü ateş, sadece suç ve günahlardan arındıran değil aynı zamanda ilahi bir güç kaynağıdır. Tüm bunlar dışında Zerdüştlük inancıyla ilgili şunlar söylenebilir;
Dünyanın en eski tek tanrılı dini olan ve İran’da ortaya çıkarak Pers imparatorluğunun resmi dini olan Zerdüştlük inancına günümüzde dünya üzerinde yaklaşık 250 bin kişi inanmaktadır. (Esat Korkmaz, Zerdüştlük Terimler Sözlüğü, Anahtar Kitapları, 2004).
2. SUNUM
SEMAVİ DİNLERE GÖRE EVREN NASIL VAROLDU?
Semavi dinlere göre evren Tanrı tarafından yaratılmıştır.
Tevrat’ta evrenin yaratılışı şöyle anlatılır: Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı.
Ve Allah dedi “Işık” olsun ve ışık oldu. Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü. Allah “Kubbe” olsun ve sular (yerdeki ve gökte ki) sular ayrılsın dedi ve Allah kubbeyi yaptı. Vs…
Özellikle göksel dinlerin ilki olan Tevrat’ta Evrenin altı günde yaratıldığı açıkça belirtilmiştir. Buna göre; Tanrı birinci gün gökyüzünü ve yeryüzünü; ikinci gün Işıkla- Karanlığı; üçüncü gün toprağı- suyu, bitkileri, meyveleri, sebzeleri; dördüncü gün güneşi ve ay’ı; beşinci gün canlıları; altıncı gün ise “Kendi Suretine” benzeyen insanı yarattı. Tevrat’a göre, altı günde evreni yaratan Tanrı çok yorulur ve yedinci gün dinlenmeye çekilir.
Tevrat’ta geçen ve Âdem’den başlayarak; İsa Peygamberin doğumuna kadar geçen Peygamberlerin isminden geriye doğru giderek, evrenin hangi tarihte yaratıldığını hesaplayan Ortaçağda yaşamış olan Yahudi bilim insanları “yaratılışı İ.Ö. 3760 yılında gerçekleştiğini hesaplamışlardır. Hatta “İrlanda Başpiskoposu olan James Ussher, 1650 yılında, evrenin İ.Ö. 4004 yılında yaratıldığını öne sürmüştür.” (Alâeddin ŞENEL; Siyasal Düşünceler Tarihi; Bilim ve Sanat Yay. 1996 s. 13) . Bu tarihe göre evren günümüzden yaklaşık ortalama 6000 yıl önce Tanrı tarafından yaratılmıştır.
Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan İncil; özünde Tevrat’ın devamıdır. Hıristiyanlığa göre Tanrı,"Yaratıcı "dır ve evreni Tanrı yaratmış ve onu evreni yoktan var etmiştir. O hiçbir şeye gereksinim duymaz. Varlığı bir başka varlıkla değerlendirilemez. Hiçbir eşyanın sıfatına uymaz. Hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. “Bu var edici güçten, akıl, akıldan da ruh doğmuştur. Bu da Teslis inancını doğurmuştur. Allah her şeyi yaratan ve her şeyi bilen ve yapan anlamında “Baba”; akıl olarak Baba’dan doğan oğul İsa ve Ruhul-Kudüs’ten (Kutsal Ruh (var edici enerji, güç)) ibarettir. Tanrı dünyayı yarattı. Bozulan insanlığı ve düzeni, yeniden yapılandırmak ve dünyaya adalet ve barış getirip insanlığı kurtarmak için Tanrı Mesih’i (İsa’yı) gönderdi. Tanrı her şeyin üstündedir. O, İnsanların efendisidir.” (Abdullah Rıza ERGÜVEN; Tanrıları Nasıl Yarattık; Berfin Yay. 2000; s.100). Bu durumda İsa, kurtarıcı olarak yeryüzüne gönderilmiştir.
İslam, yaratılış konusunu, farklı ayetlerde açıklayarak kendi görüşünü ortaya koyar.
“O, inkâr edenler görmüyorlar mı ki başlangıçta göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi, 30)
Bu ayeti çözümlediğimizde; başlangıçta her şeyin bitişik durumda olduğunu, yani her şeyin birleşik konumda bulunduğunu söylüyor. Bir gün Allah evrende farklıların oluşmasını istedi; yeri ve göğü birbirinden ayırdı. Ve evrende çokluk böylece oluştu. Ayrıca bugünkü bilimsel verilere göre; ilk canlılar su da oluştu. Bu gerçekliğe vurgu yapılmaktadır. Aynı söylem Tevrat’ta da bulunmaktadır.
“O Allah gökleri ve yeri yoktan var edendir. (Enam Suresi, 101”. Bu ayette de görüldüğü gibi tek yaratıcı Allah’tır. Allah her şeyi yoktan yaratmıştır.
“Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? Gökten yere her işi O evirip düzene koyar... (Secde Suresi, 4-5). Bu ayet, açıkça Allah’ın evreni altı günde yarattığını bildirmektedir. Evrende olan- biten her şeyin Allah’ın isteğiyle oluştuğunu anlatmaktadır. Genel anlamda tek tanrılı dinlerin söylemi birbirine benzemektedir.
“Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında bir başka Yaratıcı var mı? O'ndan başka İlah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? (Fatır Suresi, 3)
Bu ayet, Allah’tan başka yaratıcı olmadığını, dünyada yararlandığımız tüm şeyleri Allah’ın bize sunduğunu veya verdiğini ve dolayısıyla Allah’a gönül bağıyla bağlanmamız gerektiğini belirtmektedir.
“Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O'nundur. Şüphesiz ki Allah elbette zengindir, elbette övgüye layıktır (Hac Suresi, 64). Bu ayette var olan her şeyin Allah’ ait olduğudur. Evrenin varlığı Allah’ın emriyle olmuştur.
“Bir de senden acele azap istiyorlar. Hâlbuki Allah asla va'dinden caymaz. Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir. (Hac Suresi, 47)
Kur’an da göklerin 7 gök olarak yaratıldığını belirten ayetler…
Bakara 29, İsra 44, Müminun 17-86, Fussilet 12, Talak 12, Mülk 3, Nuh 15, Nebe 12
Örneğin;
Bakara 29; ….O’nu yedi kat olarak yaratıp düzenledi…
İsra 44; Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. (Ona bağlıdırlar ve etkisindedirler.)
Kur’an da evrenin 7 günde yaratıldığına ilişkin ayetler…..
Öncelikle şu ortaya konmalıdır ki; Kur’an’da da evrenle ilgili ikili bir yapı görülmektedir. Yer ve gök olarak iki yapı düşünülmüştür.
Ve evrenin yaratımıyla ilgili şu ayetlere başvurulabilir.
Allah tüm evreni 6 günde yarattı ve yedinci gün Arş’a çekildi.
Ayetler;
A’raf 54; Yunus 3, Hud 7, Furkan 59, Secde 4, Fussilet 9-12, Kaf 38, Hadid 4, Mücadele 4, Talak 12, En’am 101, Enbiya 30 vs…
Örneğin:
Araf 54; Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri 6 günde yaratan, sonra Arş’a istiva (çıkan) eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, Ay’ı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki yaratmak ve emretmek de O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir.
Secde 4; Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri 6 günde (devirde) yaratan, sonra Arş’a istiva eden Allah’tır. O’ndan başka bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır.
Yunus 3; Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri 6 günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek Arş’a istiva eden Allah’tır.
Hicr 85; Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile yarattık….
Nahl 3; Allah, gökleri ve teri Hak ile yarattı. O, koştukları ortaklardan münezzehtir.
Enbiya 31; Onları sarsmasın diye, yeryüzünde bir takım dağlar diktik, yollar açtık….
Ayrıca,
Mearic 4, Tanrı katında 1 gün, 50.000 yıldır.
Hac 47 ve Secde 5. Ayetler dede, bir günün 1.000 yıl olduğu belirtilir.
Bu ayet bizim algıladığımız gün kavramıyla, Kur’an da belirtilen gün kavramının aynı olmadığını, Allah’ın nezdinde gün kavramı, bizim anladığımız gün kavramı arasında büyük farklıklılar bulunduğunu belirten ayettir; Allah nezdinde bir günün bizim bin (1000) yılımıza eşit olduğunu belirtiyor. Tevrat’ta ismi geçen Peygamberlerin ismi Kur’an’da da geçer.
Genel olarak bakıldığında semavi (Göksel veya Tek Tanrıcı dinler) dinler evrenin yaratılışı konusunda birbirine benzer veya yakın şeyler söylemişlerdir. Tek tanrıya inanç ve evrenin Tanrı tarafından yoktan yaratıldığı görüşü bu dinlerin en temel görüşüdür. Bu görüşler bugün ulaşılan bilimsel görüşlerle birçok yönden büyük oranda çelişmektedir. Nedensellik yasasına göre, bir şeyin nedeni bir başka şeyse; o halde her şeyi yaratan “yaratıcının “nedeni nedir? Bu sorunun yanıtı yoktur. Bundan dolayı tanrı’nın varlığını fizikteki “nedensellik” yasasına bağlamak sorunu çözmüyor. Bu soru kendi içinde yanıtını da vererek bu konuyu olumsuzlamaktadır. Yani hem olumlu hem de olumsuz yanıt iç içedir. Bir paradoks olsa da bu böyledir.
EVRENİN VAROLUŞU KONUSUNDA Kİ FELSEFİ AÇIKLAMALAR
FELSEFECİLER NE DİYOR
Filozof; Yunanca Philosophia (Phila “sevgi” ve Sophiya “bilgelik” ) sözcüklerinden türemiş ve dilimize yerleşmiştir. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi Filozof “Bilgi Sevgisi” anlamına gelmektedir.
Bilinenin içinde bilinmeyenin de birlikte var olduğunu gören veya bunun farkına varan bazı insanlar; her yeni tanımlanan şeylerden yeni bilgilerin de doğduğunu gördüler. Bu insanlar her bilinenden, bilinmeyenin de bulunduğu gerçeğinden hareketle; bilinmeyenin bilinmesine yönelik eylemde bulundular. Bilinmeyeni bilme veya çözme işlevini yüklendiler. İşte bu kişilere “Filozof” denir.
Filozof bilgiye ulaşmaya çalışır. Bilgi sonsuzdur. Bilinmeyen bir şeyi çözdüğünde bundan tekrar bilinmeyen çıkar. Bu böylece sonsuzca sürer. Filozof bilinmeyen sonsuz bilgi içinde bilinmeyeni bilmeye yönelik eylemde bulunan kişidir.
Filozof şeylerin yapısını, araştırır. Doğada oluşmuş ya da oluşacak olan olay, olgulu ve oluşların nedenlerini, niçinlerini bulmaya çalışır.
Evren nedir, nasıl oluştu? İnsan nasıl var oldu? İnsanla evren arasında nasıl bir ilişki vardır? İnsanla diğer varlıklar arasında ki farklılık nedir? Bu farklılıklar neden oluşmuştur. Doğada oluşlar, olaylar ve olgular nasıl oluşmaktadır? Evrende bir denge var mıdır? Yoksa dengesizlik en temel olan mıdır? Evrende Entropi geçerli midir? Evrenin yasaları, kuralları var mıdır? Bu yasa ve kurallar nasıl oluşmuştur? Evren yaratılmış mıdır? Yoksa sonsuz mudur? Evrenin bir başlangıcı ve sonu var mıdır? Ölüm nedir? Ölüm bir son mudur? Evrende bir son varsa, sonun sonu nedir? Eğer evren sonsuzsa, o halde ölüm nedir? ….vs. gibi soruları soran ve bunlara yanıt bulmaya çalışan kişiler filozofturlar.
Filozof’un ulaştığı bilgileri sistemli bir şekilde ortaya koymasına ise Felsefe denir. Felsefe en son ve en genel bilgiyi arar. Bunun için sürekli sorgular. En son bilgi ve her şeyi kapsayan en genel bilgi var mıdır?
Felsefe; varlığın (doğanın ve toplumun) ve insanoğlu düşüncesinin, bilme sürecinin genel yasalarının bilimidir. (Felsefe Sözlüğü; Aziz Çalışlar.)
Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı gibi Felsefe; varlığı, evreni, insanı, anlama bilincidir. Doğa olaylarının muhteşemliği ve bu muhteşemliğin insan belleğinde oluşturduğu sonsuz gizemlilik insan da hayranlık uyandırmıştır. Gizemli olan her şey de aynı zamanda korku da vardır. Çünkü bilinmeyen şey insanda korku yaratır. Belki de insanda ki bu korku insanı araştırmaya itmiştir. Bilinmeyeni bilme ve bilerek korkuyu yok etme düşüncesi.
Bu gizemlilik karşısında şaşkına dönen ilk insan doğayı anlamaya çalışmış ve onunla uyumlu bir yaşam geliştirmiştir. İlk insan doğayla uyumlu yaşamıştır. Başlangıçta doğayı değiştirme değil, onun verdikleriyle yetinmiştir. İlk insan doğayı anlamaya çalışmıştır.
İnsan doğayı üretim aşamasına geldikten sonra onu değiştirmeye başlamıştır. Bu da uzun bir süreci kapsamıştır.
İnsanın doğaya ve doğa olaylarına karşı bedeninde oluşturduğu korku ve çekingenlik zamanla kendini koruma güdüsünün gelişmesini sağlamış ve bu güdü sonucunda insanlar bazı araçları yapmaya başlamışlardır. Doğada bulunmayan bazı araçları yapmaya başlayan insanda güven oluşmuş ve güvenle birlikte zaman içinde korku meraka dönüşmüş ve bu merak sonucunda insan bazı şeyleri değiştirmeyi ve doğayı kendi hizmetine sunmayı başarmıştır. Bize bugünkü bilimsel ve teknik gelişmeyi sağlayan korkunun meraka dönüşüp, insanın araç yapması ve doğayı değiştirmesi sonucundur.
Doğa olayları karşısında şaşıran insan ondan korktuğu için ona çeşitli tapınım şekilleri geliştirmiştir. İnsanlık tarihinde milyonlara varan tanrılar oluşmuştur. Öyle ki her klanın, boyun, aşiretin… Tanrısı olmuştur. Bu aslında doğadan korkunun sonucudur. İnsan yarattığı imge tanrısıyla doğa olaylarından korunmaya çalışmıştır. Ama zamanla üretimin artması, üretim araçlarının gelişmesi ve buna paralel olarak insan bilincinin de ilerleme göstermesi sonucunda doğaya egemen olmaya ve doğa olaylarının arasında ki bağıntıları kurmaya ve onları anlamaya başlamaları ve bazı olgu ve olayları çözmeyi başarmaları insan bilincinin ve toplumsal yaşamın daha da merkezileşmesini kaçınılmaz kılmıştır. Artık tek, tek düşünceler değil, sistemli ve her yerde geçerli olan düşünce kalıplar ve kurallar bütünü uygulanır olmuştur. Öyle bir sürece gelinmişti ki; artık insan sorguluyor, araştırıyor, çözmeye çalışıyor, çözdüklerini yasa haline getirip onu tüm insanlığın hizmetine ve bilgisine sunuyordu.
Aslında var olan tüm insanların çoğunluğu, soru sormadan olanı kabullenip onu bir yaşam biçimi olarak sürdürürler. Ama küçükte olsa birkaç insanın sorgulamasıyla başlayan ve insan bilincini devinime geçiren eylemi hem felsefeyi ve hem de bilimsel-teknik gelişmenin itici gücünü yaratmıştır. Bu insanlara ne kadar saygı duysak azdır. Günümüzde de öyle değil midir?. İnsanlığın çok büyük bir kısmı tüketici konumundayken; dünyayı güzelleştirmeye ve daha iyi bir yaşam sürdürmek için yeni buluşlar yapmaya çalışan kaç insan vardır? Bunların sayısı çok azdır.
İLK DOĞA FELSEFECİLERİ
Evren, doğa, insan ve varoluş konusunda ilk soru soran kişi ilk Filozof’tur.
Genel kabule göre Felsefi anlamda ilk soru soran Miletli Thales’tir. Bu anlamda ilk Filozof’ta Thales olarak kabul edilir. Thales düşüncelerini bir Anadolu kenti olan Milet’te açıklamıştır. Milet Anadolu’nun Ege bölgesinde bulunan ve Aydın ilinin içinde yer alan antik (ilkçağ uygarlığı) bir kenttir. İlk Filozof Anadolu topraklarında yaşamıştır. Anadolu birçok filozofun, düşünce ve görüşün ilk pırıltılarının doğduğu önemli yerleşim merkezidir.
Milet (Miletos) Anadolu’da (Büyük Menderes ırmağının yanında) İÖ; 1550’lü yıllarda Giritliler tarafından kurulan bir antik kenttir. Bu kentte çok önemli filozoflar yaşamıştır. Bunlar Thales, Anaksimandros, Anaksimenes ve Hekataios’tur.
Yine ilkçağ uygarlıklarından sayılan çok önemli bir kentte Efes’tir. Efes (Ephesos) İzmir’in Selçuk ilçesi yakınlarındadır. İÖ; 7. yy.da kurulan bu antik kent’te çok önemli uygarlık merkezlerinden biriydi. Efes tarihte birçok halkların uğrak yeri ve yaşam alanı olmuştur. Bugün diyalektik felsefenin babası sayılan Heraklietos Efes’te yaşamıştır. Xenophanes’te Anadolu Filozoflarındandır.
Ozanların babası sayılan Homeros İÖ: 9.yy.da İzmir Pınarbaşı’nda yaşamıştır.
Yukarıda isimlerini belirttiğim filozoflar bugün birçokları tarafından Yunanlı olarak sunulmuşlardır. Oysa bu Filozof ve ozanlar Anadolu toprakları üzerinde yaşamışlardır. Anadolu’nun toprağından, güneşinden yararlanmış, Anadolu’nun suyunu içmiş, havasını solumuş ve Anadolu’nun meyvesini, sebzesini yemişlerdir. Bu Filozof ve düşünürler Anadolu’ca düşünmüşler Anadolu insanın ortak düşüncesini ve ulaştıkları bilinç birikimini bize sunmuşladır.
Bu Filozoflar ilk doğacı filozoflardır. Yani doğa olaylarını, doğanın sunduklarıyla açıklamaya çalışmışlardır. Doğayı doğadan koparmamışlardır. Doğa dışında imge bir tanrıya gereksinim duymadan, maddenin hareket yasalarını bulmaya uğraşmışlardır. Gözlem, akıl ve sezgi bu Filozofların en önemli itici gücü olmuştur. Bu filozoflara göre evrenin ilk nedeni de maddedir. Madde dışında bir güç aramak yanlıştır.
Thales (M.Ö; 624-545): Varlığın en temel niteliği ve var edici temel kaynak, değişmeyen haldeki SU’dur.
Thales’e göre her şey Su’dan oluşmuştur. Çünkü su her biçime kolayca girebilen bir maddedir. Su katı, sıvı ve gaz haline gelebilir. Su olmazsa bitkiler büyümez, yağmur yağmaz, soluduğumuz hava olmaz. Su hayatın özüdür. Su olmazsa bitkiler olmaz; bitkiler olmazsa hava olmaz; hava olmaza yaşam olmaz. Suyun bu gücünü gözlemleyen
Thales; akıl yöntemiyle sorgulamış ve vardığı düşünsel birikimle her şeyin temelini su olarak açıklamıştır. Thales, gökbilimin, fiziğin, geometrinin de kurucusu olarak kabul edilir. Thales gemicilere yıldızlarla yön bulmayı öğretmiştir. Thales’e göre evren sınırsızdır.
Anaksimandre: (M.Ö. 610-546); Varlığın en temel niteliği ve var edici temel kaynağı APERİON’dur. Yani sonsuz-sınırsız ve belirsiz olan şeydir.
Anaksimandros; evrenin ya da maddenin ilk ilkesinin her biçime girebilen belirsiz ve sınırsız bir töz olduğunu söylemiştir. Canlıların balıktan türediğini söyleyerek ilk evrimci görüşü ortaya atmıştır. Aanaksimandros’a göre, insanı Tanrı yaratmamıştır, insan hayvanlardan türeyerek çoğalmıştır. Bu filozofumuz, canlıların sularda başladığını ve ilk canlıların da balıklar olduğunu söyledi.
Anaksimenes (M.Ö.585-525): Varlığın en temel niteliği ve var edici temel kaynağı HAVA’dır. Hava, nefes soluktur. Nefes ve soluk ruhtur. Birliğin temel ilkesi havadır. Çünkü hava her biçime girebilir.
Heraklietos (İÖ 550—480); evren yanan ve hiç sönmeyen sonsuz bir ateş gibidir. Yaratan ve yaratılan yoktur. Sonsuz oluşlar vardır…. Her değişir, değişimi sağlayan ve değişmeyen tek şey, Logos’tur.
Heraklietos doğanın ilk maddesinin ateş olduğunu söylemiştir. Çünkü en çok değişme ve hareket ateşte vardır. Güneş olmazsa hayat olmazdı. Ona göre evren hiçbir güç tarafından yaratılmamıştır. Evren düzenli olarak parlayan ve sönen; sonsuzca yaşayan ve sonsuzdan gelen ateştir. Bütün şeyler, zorunlu olarak ateşten türer. Heraklietos buna “Logos” demiştir. Herakleitos’a göre bütün şeyler değişerek kendi karşıtına dönüşür. Soğuk sıcağa, sıcak soğuğa; Doğum ölüme, ölüm doğuma; aşağı yukarıya, yukarı aşağıya; ...vs. döner. Her şey sürekli değişim ve dönüşüm içindedir. Şu söz onun özgün düşüncesini ve evrensel görüşünü belirler: “İnsan aynı suya iki kez giremez; çünkü o anda girdiğin su akıp girmiştir; o andan itibaren akan su farklı sudur” der. Bu veciz söz aynı zamanda Diyalektik düşüncenin de temelidir. Heraklietos’un bu mantığı her şey akar, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz düşüncesini doğurmuştur. Bugün bile Diyalektik felsefenin en önemli yasası budur. Günümüzden 2500 yıl önce Heraklietos bu yasayı bulmuştur. Ona çok şey borçluyuz. Evrenin en temel yasasının değişim-dönüşüm olduğunu söyleyen ve ilk filozoftur. Bu değişimi ve dönüşümü yaratan şey ise “karşıtların varlığıdır”. Heraklietos bu anlamda büyük bir filozoftur. Herakleitos görüşlerinde Tanrı düşüncesine ve bir yaratıcıya yer vermez. Ateş görüşü, onun doğanın varoluşunu “enerjiye” bağladığını göstermektedir. Çünkü enerji her an değişen fiziksel bir güçtür.
Xenophanes (Ksenophanes) (İÖ. 570-485); Elea okulunun kurucusudur. Kseneophense göre ilk öğe su+topraktır. Sayılamayacak kadar çok dünya vardır. Ksenophanes’e göre evren sonludur. Tanrı, her şeyin toplamıdır ve bu anlmada ilk Panteist filozoftur.
Xenophanes; tin’i (ruh’u) özdekten (maddeden) ayıran ilk filozoftur. İdealist felsefenin babası sayılır. Elea okulunun kurucusudur. Kendisi Foçalıdır. Aynı zamanda ozandır. Şiirleri de bulunmaktadır. Xenophanes’e göre evrenin ilk öğesi su ve topraktır. Evrende dünyanın yalnız olmadığını, birçok dünyaların ve evrenlerin olduğunu belirtmiş ve bu anlamda dünya merkezli evrene ilk karşı çıkan filozof olmuştur. Xenophanes’e göre evren sonludur. Evren sonlu olduğu içinde, bir başlangıcı vardır. Xenophanes Tanrı her şey, her şey de tanrıdır diyerek, panteist anlayışın ilk düşünce kalıplarını sunmuştur.
Homeros; İÖ; 9.yy.da İzmir Pınarbaşı’nda yaşamıştır. Dünyanın ilk şair, ozanıdır. Homeros çağının gelenek ve göreneklerini destansı bir şekilde şiirleştirmiştir. Homeros insan iradesini, Tanrı iradesinden üstün gören bir anlayış sergilemiştir. Ona göre yeryüzü evrenin ortasındadır. O dönemde çok Tanrı inancı olmasına karşın Homeros tek tanrı inancını benimseyen eğilimler göstermiştir. Ona göre ilk neden su ve topraktır. Tanrıların babası ve anası Okeanos’tur. Homer düşünen ve araştıran bir sanatçıdır.
Parmendies (M.Ö. 540-470): Varlığı temel alan ve varlık olmayandan oluş olamayacağını söylemiştir. Var olandan, oluş aranmalıdır. Var olmayan yoktur. İlk varlık aşktır (erostur). Varlığın yaratıcısı APHRODİTHE’dir. Varlıkta ne geçmiş ne de gelecek vardır. Duyulur evren yanılgıdır. Çünkü değişmektedirler. Değişen her şey geçicidir ve bu anlamda gerçek değillerdir. Gerçek olan değişmeyen varlıktır. Ona da ancak akıl yoluyla varılır.
Zenon (Elealı); (MÖ. 490-430) Usçu filozoftur. Özdekçiliğe karşı durur. Varlığın birliğini savunmuştur. Ona göre çokluk adlıcıdır. Evren durağandır. Hareket yoktur. Nesneler birbirinin dışındadırlar. Her nesne gerçek bir yer kapsar, her gerçek yer, bir başka gerçek yerde bulunmak zorundadır. Böylece her gerçek yer, bir başka gerçek yerin içinde bulunur ve bu sonsuza kadar gider. Her nesne, belirli anlarda, farklı noktalarda bulunur. Noktasal anlamda her nesne statiktir. Bu anlamda hareket bir yanılgıdır. Zenon bu görüşüyle İzafiyet kuramını ilk düşünen filozof olmuştur. Devinimi ve zamanı birliktelik içinde düşünmüş ve göreceliği savunmuştur. Zenon’a göre evrende boşluk yoktur. Evrende bizim dünyamız gibi, birçok dünya olduğunu da belirtmiştir.
Zenon Kurbağa Meseli Paradoksuyla hareketsizliği anlatmaya çalışmıştır. Evrende sonsuz noktalar vardır. Birbirine çok yakın iki nokta arasında bile sonsuz noktalar bulunur bu anlamda, iki nokta arasında yarışan bir kaplumbag ile bir kurbağa asla birbirine ulaşamazlar der….
Zenon, bir oku havaya attığımızda, ok sonsuz noktalar içinde ilerler ama onun bulunduğu her nokta bir mekândır ve bu anlamda da bize göre hareket ettiğini sandığımız ok, noktasal ortamda hareketsizdir. Böylece hareket bir duygu yanılsamasıdır der.
Empedokles (İÖ, 490-430); Evreni yatay duran yumurtaya benzetmiştir. İki göksel varlık düşünmüş ve bunları iki yarımküre olarak ön görmüştür. Bu yarım kürelerden birisi aydınlığı, değeriyse karanlığı yansıttığını öne sürmüştür. Ateşle buluşan yarımküre (Güneş ve Ay) aydınlatmakta ve diğer yarımküre karanlık havayla buluştuğunda karanlık olmaktadır. Empedokles’e göre doğada boşluk yoktur, Doğum ve ölümde yoktur. Doğa gerçektir. Ölüm, ve yok oluş, öğelerin birleşip ve parçalanmasından başka bir şey değildir. Yaratılış yoktur. Doğada hareket egemendir. Dostluk etkisiyle parçacıklar birleşir, çekişme ve kinle nesneler dağılır. Her parçacık birbiriyle savaş halindedir. Birlik dinginliği, çokluk düzensizliği var kılar. Evren de değişmeyen sonsuzca var olan her şeyin temeli bir madde vardır. Dört öğe, bu temel maddenin parçalanmasıyla oluşmuştur. Varlıklar bu parçalanma sonrası oluşan dört öğeden meydana gelmişlerdir. Sevgi, birleştirir, nefret ayrıştırır….
Anaksagoras (Anaksagor); (İÖ. 500-420): Güneş ateş halinde ki taştır. Evren sonsuz ve zorunlu olarak var olan bir tözdür. Evren bütün nesnelerin özelliklerini taşır. Hiçbir doğmamıştır ve hiçbir şey de yok olmaz. Doğum, ölüm, çoğalma ve azalma … nesnelerin yer değiştirmesinden ibarettir. Dünyadaki varlıklar kadar Spermato (tohum) vardır. Yoktan gelen bir şey yoktur. Anaksagoras’a göre, öğelerin öğesi An’dır. An, özdek değildir, evrenin düzenleyicisidir.
Demokritos: (Demokrit) (MÖ. 460-370), Özdek, zorunlu olarak bölünemez parçalardan oluşmuştur diyen ve her şeyin atomlardan oluştuğunu söyleyen filozoftur. Filozof, bir nesneyi istediğimiz kadar bölelim, öyle bir aşamaya gelinir ki artık o bölünemeyen bir noktaya gelir. İşte bu maddenin en küçük parçası atomdur. Bir varlık yoluktan türeyemez. Uzamsız nesneler, uzamlı nesneleri var kılamaz.
Demokrit’e göre evren başlangıçsızdır. Başlangıç olan bir evrene, bir son aramak da saçmadır diyordu. Hiçbir şey yokluktan oluşamaz ve yoklukta kaybolmaz. Demokrit’e göre atomlar özdeş yapıdadırlar. Ancak birbirine yakın olanlar ve benzeyenler, birbirleriyle birleşerek maddeleri oluştururlar. Devinim özdeğe bağlıdır ve özdekle birlikte vardır. Evrende devinmeyen hiçbir şey yoktur….
Boşluklar da atomlardan oluşur. Her atomun karşısında boşluk, her varlığın karşısında da yokluk vardır. Bunlar birbirilerine dönüşürler. Atomlar boşlukta çarpışarak evreni ve maddeyi oluşturmuşlardır.
Protagoras (İÖ. 480-410); Hamallık ederek yaşamını sürdürmüştür. Şüpheci ve bilinemezci filozoftur.
Protagoras, Tanrıların ne var olduklarını, ne de yok olduklarını bilemiyorum diyerek, agnostik bir anlayışı ortaya koymuştur.
Protagoras, her insan bir varlığı farklı algılar ve farklı görür vs. diyerek, göreceliliği de savunmuştur. “İnsan her şeyin ölçüsüdür” diyen filozof, aynı zamanda öznel gerçekliği de ortaya koymuştur.
Platon (Eflatun) (İÖ. 427-347); Ruhçu filozoftur. Platon’a göre her şey sonlu ve sonsuz olmak üzere iki öğeden bileşiktir. Sonsuz kendiliğinden birliktir. Sonlu ise geçicidir ve kendi özelliğini taşır. Geçici olmayan ve tüm özellikleri içinde taşıyan temel öğe ideadır, yani kendinden varlıklardır. Evrende görülen tüm nesneler, İdeaların gölgeleridirler ve ideaların yansımasıdırlar.
Platon’a göre, gerçek varlık olan İdealar, düşünülür dünyadır. Görünür dünya, düşünülür dünyanın yansımasıdır. Bir varlık, ideaların kendi özüne katılmasıyla, beden bulur. Doğa ideaların kopyasıdır.
Değişim, bir yanılsamadır. Çünkü idealar asla değişmezler. Görünür evrenin değişiyormuş gibi gözükmesi, algının yanılgısıdır.
Nesneler algılandığı sürece vardırlar. Us, yüce dünyalara açılmış penceredir.
Platon’a göre ideal biçim yuvarlaktır. Gök de yuvarlaktır. Bu anlamda yuvarlak tamlıktır, bütünlüktür.
Evreni oluşturan yüce birlik (idealar), evren oluşmadan önce de vardı. Evren düzensizlikten düzene geçiştir.
Evrende nesneler birbirini iter ve sıkıştırır diyen Platon, evren küresel bir biçim olduğundan, onda aşağı ve yukarı yoktur.
Platon’a göre ağırlık, birbirine benzeyen nesnelerin çekiminde oluşur diyerek, Newton’dan yaklaşık 2080 yıl öncesinden, kütle çekim yasasını ortaya koymuş oluyor.
Platon, her şeyin yücesi, ulusu İdealardır der….
Aristoteles (Aristo); (İÖ, 384-322); Var olan her şey, bir bakıma özdek, bir bakıma da biçimdir diyen filozof. Biçim olmadan özdek kendisini ortaya koyamaz. Özdek, biçimden biçime geçerek ilerler ve yükselir.
Varlıklar, özdekten oluşmuştur. Varlığı oluşturan biçim, olmasaydı, özdek yok olurdu.
Aristo’ya göre ilk devindirici şey Bir’dir. Evrenin devinimi sonsuzdur. Eğer devinimle, değişiklik olmasaydı, zaman da olmazdı.
Tanrı, evrenin yaratıcısı değil, devinimi sağlayandır.
Alınyazımızla Tanrının bir ilgisi yoktur.
İlk neden ya da ilk devindirici, her şeyin başlangıcı ve devinmeyen özdeksiz, katıksız bir biçimdir. Bu özdeksizliği nedeniyle Us olabilir. İlk devindirici, evrenin dışındadır. Evren birdir, çünkü Tanrı birdir. Tanrı, doğanın içinde değil, dışındadır. Vs…
İlk devindirici olan Us (veya Tanrı), başlangıcı ve sonu olmayandır. O, hiçbir şeye gereksinim duymaz. Bütün varlık ona döner. Böylece, bütün evren O’na yönelir.
Aristo’ya göre var olmak, bir şey olmaktır. O halde her töz (değişen durum ve niteliklere karşın, kalıcı olan), kendi yapısı içinde bir varlıktır. Her şeyin varlık sebebi tözlerdir.
Ne salt bir biçim ne de salt varlık yoktur. Biçim maddeyle birleşerek, bir bütünlük oluşturur ve böylece nesneler ortaya çıkar.
Tözler somuttur ve değişime uğrarlar ama form oluşa bağlı değildir. Form ezelidir. Form içinde oluşan maddeler, birbirinin ardından gelirler.
Fiil, Kuvve’den oluşur. Kuvve, (gizli güç, potansiyellik), fiil, eylemdir. Aristo’ya göre, filin olması için, fiile yönlendirecek gücün olması gerekir. Kuvve’ye sahip olan, maddede de ezeli ve ebedidir.
Eyleme geçen bozulur. Bozulan ezeli ve ebedi olamaz.
Tanrı Bilfiildir. Yani sürekli fiil halindedir.
Aristo’ya göre oluşum ve değişim dört şekilde gerçekleşir.
a-) Kendisinde değişim, bu maddesel değişimdir.
b-) Formel (biçimsel) değişim; bu bir şeyin ne olduğunu belirler. Bedeni bulma.
c-) Fail (yapan, gerçekleştiren) neden; değişimin kaynağını belirler.
d-) Ereksel (amaçsal) neden. Bir şeyin hedefin, gayesini belirler.
Pythagoras (Pitagor) (İÖ. 570-500); Evreni sayılarla açıklamaya çalışan filozof. Pitagor’a göre evren sayıların uyumundan oluşmuştur.
Pitagor, evrenin bir’le-çokluk arasında ki karşıtlıktan ve boşla-dolunun çatışmasından doğduğunu belirtmiştir. Buna göre her varlık belirli bir sayının toplamından oluşmuştur. Pitagor’a göre evrende bulunan tüm varlıklar Bir’den çıkmıştır. “Temel olan bir’dir. Bir noktadır. Nokta devinerek çizgi, çizgi devinerek yüzey ve yüzey devinerek de nesneler meydana gelmiştir. Çünkü sayılar nesnelerin tözüdür, var edenidir demiştir.” ERGÜVEN; Abdullah Rıza; Evren ve Yaratı; Gerçek Sanat Yay. 1990.S.32).
Evrende ki tüm varlıklar da Bir’den ortaya çıkmıştır. Ruh da, özdek de sayılardan oluşmuştur der.
Örneğin, Bir temel sayıdır. Sonra gelen sayılar 1 ve 1’in sonsuza kadar birbirinin üstüne eklenmesiyle oluşur. Öyleyse varlığın yaratıcısı 1’dir. Aslında, sayılar 2’şer, 2’şer de toplanabilir. 1+1 toplandığında nasıl 2 ederse; 0,5+0,5’de toplandığında 1 eder. Bu durumda nasıl ki birçok sayı varsa, birçok Tanrı da vardır.
Pitagor’a göre evren, sınırsız havanın soluk alması sonucu, daralıp genişlemesiyle oluşmuştur.
Sayılar, tek ve çift, sınırlı veya sınırsız diye ikiye ayrılır. Bu karşıtlıktan dolayı on varlık türü görülür.
1-) Tek-Çift
2-) Sağ-sol
3-) Bir-çok
4-) Erkek-dişi
5-) Duran-Kımıldayan,
6-) Doğru-Yanlış
7-) Aydınlık-Karanlık
8-) İyi-Kötü
9-) Kare-Dikdörtgen
10-) Sonlu-sonsuz….
Sayılar içinde Bir salt sayıdır. Değişmez ve sonsuzdur.
İki sayısı, dişidir ve doğanın kurucusudur.
Üç sayısı, uyum ve düzen var edicidir. Erkek niteliği taşır. Nesneleri üç boyutunu, ateş, hava, su gibi öğeleri oluşturur.
Dört sayısı, Tanrısal erki simgeler.
Beş sayısı, evliliği ve türlülüğü yansıtır.
Altı sayısı, diriliğin ilkesidir ve devamlılığı sağlar.
Yedi sayısı, akıl, erk ve korkuyu, aklı ve duyguların işleyişini sağlar. Bütün varlıkların bir bütünlük içinde olmasını sağlar.
Sekiz sayısı, erdem, ahlak ve us’un karşılığıdır.
Dokuz sayısı, doğruluğu, yüce yetkinliği ve nesnelerin sonsuz evrimini simgeler.
On sayısı, doğanın ana kaynağıdır. En yetkinlik ve yücelik bu sayıdadır.
Pitagor’a göre, dünya evrenin merkezi değildir. Dünya küre şeklindedir. Ay, yeryüzü ile güneş arasına girerse güneş tutulması olur.
Pitagor, bütün hızlı devinen nesneler, kendilerine özgü ses çıkarırlar. Bu anlamda her yıldızın çıkardığı ses farklıdır. Sesin farklı olması yıldızın uzaklığındandır.
Pitagor, ruhun gövdeye dirilik kazandırdığını belirtmiş ve yaşamın en büyük amacı tinin arındırılmasına dönük olmalıdır demiştir.
Pitagor, nesnelerin yoğunlaşma ve seyrekleşmeyle oluştuklarını da belirtmiştir.
Milet Okulu: (İÖ. 6-7. Yy) Maddeci ve doğacı felsefeciler. Varlığın temelini maddeye bağlamışlardır. Sonsuz fenomenlerin ortak temeli (Su, hava, ateş ve toprak) gibi, maddi şeylerdir. Bu filozoflar kendiliğinden diyalektikçiydiler. Thales, Heraklit vs….
Elea Okulu: (İÖ 5. Ve 6. Yy); varlığı, duyular üstü olarak gören, maddesel gerçekliği yok sayan, görülür evrenin yanılsama olduğunu belirten ve devinimin olmadığını söyleyen usçu, tinci felsefe okuludur.
Elea okuluna göre;
-Her şey Bir’dir.
-Madde bir yanılsamadır.
-Devinim yoktur.
-Varlık her şeyi kapsar ve durağandır.
-Aklı ve sezgi gerçeğe ulaşmada en temel itici güçtür.
Peki, varlık nedir? Var olandır.
Varlığın kaynağı nedir: (Ontoloji); Var olanların en temel niteliğini ortaya koymaya çalışır. Varlığın temeli madde midir? Us mudur? Öznel midir? Nesnel midir?
Elea okulu, varlığın kaynağını us olarak görür. Yani madde gerçek değildir. Değişen görüngülerin arkasında, değişmeyen varlık vardır. Tek gerçek bölünemez olan Bir’dir. Ksenofanes, Zenon, Parmendies… vs.
Stoacı Okulu: Amaç mutlu olmaktır diyen felsefi akım. Mutlu olmak doğaya uygun yaşamaktır. Yaşamda erdem, doğruluk, iyilik, paylaşım vs. gibi değerler öne çıkarılmalıdır. Dünya vatandaşlığını öne çıkarmışlardır. Kıbrıslı Zenon, Seneca, Epiktetos, Diogenes ve Marcus, Aurelius vs. genellikle Panteist bir anlayışı savunmuşlardır.
Stoacılık felsefeyi mantık, fizik ve ahlâk diye üç ana bölüme ayırmıştır. Stoacılar, evrenin dışında ne bir varlığın ne de bir varlık alanının bulunmadığını öne sürmüşlerdir. Onlara göre bu evrende insan doğanın bir parçası oluşuyla zorunlu olarak evrensel ustan pay almaktaydı. Bu nedenle en uygun yaşam biçimi doğanın gerekleri uyarınca sürdürülen yaşamdı.
Var olan tek iyinin erdem olduğu, erdemin kendisine de ancak bilgi yoluyla ulaşmanın olanaklı olduğu düşüncesi üstüne kurulan Stoacılık, erdemli kişiyi mutluluğu dışarıda değil de kendi içinde arayıp bulan kişi olarak tanımlamaktadır. Buna göre kişi, kendi mutluluğuna engel olan duygularına ve tutkularına egemen olarak onları alt etmeyi başarabildiği sürece erdemlidir.
Stoacılık, evrenin her yerinde varlığını duyuran ve duyumsatan “yasa”ya göre yaşamayı kişinin birinci ödevi olarak görmüştür.
Kinizmin etkisi vardır. Kinizm köpeksi demektir.
YENİ PLÂTONCULUK
Yeni-Plâtonculuğun çeşitli okulları ve anlayışları arasında en sistemlisi ve etkilisi Plotinosçuluktur. Plotinosun öğretisi, her türlü Maddeciliği yadsıyan ve Tüm-tinciliği ileri süren katıksız bir idealist öğretidir. Plotinosa göre evren ve insan, Tanrıdan gelmiştir ve Tanrıya dönmektedir. İniş merdiveninin ilk basamağında ruhlar, ikinci basamağında hayvanlar, üçüncü basamağında nesneler vardır. Çıkış merdiveninin ilk basamağındaysa anlamak, ikinci basamağında sonuç çıkarmak, son basamağında mistik seziş vardır. Böylece Tanrıdan ruh olarak çıkan nesnel varlık, dünyaya inerek maddeleşir ve madde olarak da esrime yoluyla yeniden Tanrıya döner.
EVRENİN OLUŞUMU ÜZERİNE BİLİM NE DİYOR?
Bilim olaylara ve olgulara deney ve gözlem yoluyla bakar. Her zaman şüphecidir, sorgulayıcıdır ve araştırıcıdır. Bu anlamda ortaya attığı hipotezi, doğrulamak için test eder, veriler toplar ve kanıt bulmaya çalışır. Nedenden çok, nasıl bulmaya çalışır. Neden sorusu daha çok felsefenin alanına girer.
Bu anlamda da bilim insanları, evrenin oluşumu üzerine bazı hipotezler ve teoriler geliştirmişlerdir. Bunların hepsi teoridirler. Bilimde kesinlik yoktur. Çünkü evrensel olaylarda ve olgularda kesinlik ve mutlaklık bulunmamaktadır.
Peki, bilim insanları evrenin varoluşu için hangi teorileri ortaya koymuşlardır:
EVRENİN VAR OLUŞU
Evren’in ne zaman ve nasıl var olduğu konusu hem bilimsel, hem felsefi ve hem de dinsel yönden tartışılmaya devam edilmektedir. Çünkü bu konu halen belirsizliğini sürdürmektedir. Tüm bu tartışmalara karşın, bilimsel yönden bir takım veriler ortaya konmuş ve bazı kuramlar geliştirilmiştir.
Din bize yalnıza “inanın” demektedir. Oysa yalnızca inanmakla evrensel gerçeğe ulaşmak olanaksızdır. Dinler “inan” söylemiyle durağanlık ve sorgulamamazlık getirmekte ve inançlarımızın “mutlak doğru” olduğunu söylemektedirler.
Oysa insan sorgulamadan duramaz. Sorgulayan insan inancı aşar. Onun ötesine geçer. Burada felsefe ve bilim devreye girer.
Felsefe, sorgulamakla başlar ve insanı araştırmaya yönlendirir.
Bilim, felsefenin bıraktığı yerden başlar ve gözlem ve deneylerle olay ve olguların genel işleyiş yasalarını ortaya koymaya çalışır.
Tüm bu tartışmalara karşın, evrenin varoluşuna ilişkin bilimsel yönden bir takım veriler ortaya konmuş ve bu anlamda bazı kuramlar geliştirilmiştir.
Evren nedir? Nasıl oluşmuştur? Evren nereden gelip, nereye gidiyor? Evrenin bir başlangıcı ve bir sonu var mıdır? Bir başlangıç varsa, başlangıçtan önce ne vardı? Vs. gibi sorular insanoğlunun aklını hep kurcalamıştır.
Bu konuda birçok bilim insanı kafa yormuş ve bu olguları sorgulamıştır.
Örneğin; daha, İ.Ö. 340 yılında Yunanlı düşünür Aristo; dünyanın yuvarlak bir küre şeklinde olduğunu söylemiştir. O dönemde insanlar dünyanın tepsi biçiminde düz olarak görüyorlardı.
Dünyanın çevresi 40.010 km. Bu gerçekliğe yakın olarak tahmin eden gökbilimci Eratosten (Eratosthenes; (İÖ; 275-192) olmuştur. Eratosten dünyanın çevresini günümüzden yaklaşık olarak 2200 yıl önce 39.690 km olarak hesaplamıştır.
Aristark (Aristakos İÖ, 3. YY); dünyanın basık bir çember (elips) üzerinde dolaştığını söylemiştir.
Lampsak (Lampsakos İÖ, 3. YY.) dünyanın, üzerinde yaşam taşıyan tek dünya olmadığını söylemiştir.
İ.S.ikinci yüzyılda yaşamış olan Ptolemy (Tolemi) veya Batlamyus; dünya merkezli bir gök modeli geliştirdi. Ay, Güneş ve diğer gezegenlerle birlikte 7 gök cisminden söz ederek, her bir gök cisminin bir küre üzerinde durduğunu belirtmiştir.
1514 yılında Nicholas Copernicus, güneş özekli (merkezli) ve dairesel bir evren modeli ortaya koydu.
1609 yılında Galileo güneş merkezli modelin gerçek olduğunu Teleskopla yaptığı gözlem sonucunda ortaya koydu.
Kepler (1571-1630), evrenin dairesel değil, elips olduğunu belirtti.
1687 yılında Sir İsaac Newton, evrensel çekim yasasını ve cisimlerin devinimini oryaya koyan matematiksel formülasyonu ortaya koydu.
Bilim hızla gelişiyordu.
Tüm bu gelişmeler sonucunda bugün de ortaya konan evrensel oluşumla bazı modeller geliştirilmiştir.
Buna göre, söz konusu modeller şunlardır:
1-) Standart Model: Bu kurama göre, evren geçmişte ve gelecekte, her an ve her noktasında hep aynı görünümdedir. Evren genişledikçe, aradaki boşlukları doldurmak üzere sürekli yeni maddeler oluşur. Evrenin bir başlangıcı ve sonu yoktur.
Standart modele göre Big-Bang sonucu evren genişlemeye başlamıştır. Evren, yapısındaki yoğunluğa bağlı olarak ya sonsuza kadar genişlemeyi sürdürecek ya da kütlesel çekime yenilerek belli bir süre sonucunda çökmeye uğrayacaktır.
Standart model, evrenin yapı taşlarını ve bunlar arasındaki ilişkileri açıklayan bir modeldir. Buna göre; maddelerin yapı taşları atomlardır. Atomların yapı taşlarıysa atom altı parçacıklardır. Atom altı parçacıklarsa (elektron, pozitron, proton, nötronlardır. Bu temel parçacıklarsa Kuarklardan, leptonlardan vs. meydana gelmiştir. Kuarklar ise en temel olan (pozitif ve negatif) enerjilerden oluşmuşlardır.
Bilim insanları tarafından bugüne kadar toplam 24 parçacık gözlemlenmiştir.
Bunlar 6 Kuark, 6 lepton, 6 antikuark, 6 antileptondur. (Bilim ve Ütopya vs...)
2-) Büyük patlama (Big-Bang) adıyla bilinen bu kurama göre ise, evren başlangıçta son derece yoğun, olağanüstü sıcak ve iyice sıkışmış tek bir kütle halindeydi. Bu kütle bir anda patlayarak çevreye saçıldı ve savrulan parçalar soğudukça kütle çekim etkisiyle bir araya gelerek ilk yıldızları ve gökadaları oluşturdu. Büyük patlama kuramına göre evrenin yaşı 10 milyar ile 20 milyar yıl arasındadır. (Dünya'nın yaşı yaklaşık 4,6 milyar yıldır.) Büyük patlama kuramı bugün kozmoloji bilginlerince doğru olarak kabul edilir; çünkü evrenin geçmişte bugünkünden çok daha sıcak ve yoğun olduğu bilinen bir gerçektir.
Büyük patlamadan önce ne vardı? Uzay ve zaman birlikteliği vardı. Eğer uzay ve zaman birlikte oluştuysa bu da bize evrenden önce ne uzay ve ne de madde olmadığını gösterir. Bu durumda büyük patlamadan önce ne vardı sorusu da anlamsızdır. (Bilim ve ütopya dergisi say1 164, Şubat Ayı 2008 yılı. Sayfa 14.
Büyük Patlama Kuramını ilk kez Georges Lemaitre (1894-1966) ortaya attı. Lemaitre, “Bir nesne, bir yere doğru gidiyorsa, orada bir patlama olabileceğini” söyledi. George Gamow (1904-1968), da bu kuram üzerinden hareket ederek, evrenin büyük patlamayla başladığını ve bunun 10 milyar yıl önceye dayandığını belirtti. Patlamaya hazır gazın adına da Yilem (Ülem) dedi. (Ergüven; age;). Bu kurama karşı çıkanlarda oldu.
Soru şuydu: Patlayan özdek (veya Yilem) neredeydi? Patlamadan önce ne vardı?
Bu sorunun yanıtı bugün de tam olarak verilememiştir. Birçok yorumlar ve teoriler var.
-Kimi fizikçiler göre, büyük patlama yalnızca bölgeseldi. Evrende başka patlamalar da olmuştu, olmakta ve olacaktır. Yani bizim evrenimiz tek değil. Çoklu bir evren söz konusu olabilir. Evrenimizin genişliyor olmasının nedeni, belki de, çok daha büyük evren adalarının, evrenimizi çekmelerinden oluşan genleşme olabilir? çünkü, evrensel çekim yasaları her yanda egemendir.
3-) Plazma Evren Modeli: Alfven’e göre, evrende özdek ve karşı özdek vardır. Bu iki karşıt nesne birleşince enerji oluşur. Evrenin her yanında sonsuz enerji vardır. Elektromanyetizma evrende egemendir. Buradan hareketle Plazma Evrenden söz eder.
Plazma evren modeline göre: elektromanyetizma (elektriksel çekim), evrenin %99 unu oluşturmaktadır. Plazma evrenin her yanında bulunmaktadır. Plazmadan oluşan yoğun bulut, zaman zaman elektrik akımları ve manyetik alana olarak ortaya çıkar. Bu evrensel ışınlar atmosferle karşılaşınca birden bir gözden kaybolurlar ve karşı taneciklere dönüşürler. Madde ve karşıt birlikte sonsuzca var olurlar. (Evren ve Yaratı; Abdullah Rıza Ergüven; Gerçek yay. 1990, Sayfa 200)
Plazma maddenin dört durumundan biridir. Katı, sıvı, gaz, plazma maddenin dört halidir. Bunlardan plazma maddenin evrende en çok rastlanan durumudur. Bu nedenle maddenin birinci durumu dersek daha doğru olur. Bu model evrene bir başlangıç ve son biçmeyen, onu uzay ve zamanda sonsuz ve sınırsız kabul eden bir modeldir.
4-) Paralel Evrenler: Görülebilir evrenin ötesinde, evrene paralel olarak var olan, sonsuzca başka evrenler olduğuna dönük teorileri içerir. Birbirinin içine geçmiş, birbirine paralel olarak var olan, birbirinin içine geçmeyen ama bir gün bir evrenden bir başka evrene geçilebileceği görüşünü ortaya koyan kuram. Evrenimize, dünyamıza ve bize benzeyen milyonlarca kopyalarımız olduğu iddiasını içerir.
5-) Sicim Teorisi: Bir başka kurama göreyse, madde, küçük sicimlerden/tellerden (strings) oluşmaktadır. Bu sicimler tıpkı bir keman teli ya da gitar teli gibi belli bir şekilde çekilirse belli bir frekans oluşur. Buda sonsuzca tellerlin, sonsuzca çıkardıkları başka frekanslar, başka notalar… demektir. Varlık, bu süper sicimlerin/tellerin oluşturduğu küçük notalardan, frekanslardan meydana gelmiştir ve fark ediyoruz ki; evren bir senfoni ve evrenin tüm fizik kanunları da bu süper stringlerin yani sicimlerin/tellerin bir uyumudur. Sicim teorisine göre evren 10 boyutludur.
-Bir başka teoriye gör de çoklu veya sonsuz evrenler sitemidir. Buna göre, bizim evrenimiz tek değil. Sonsuzca evrenler söz konusudur. Bizim evren gibi evrenler bulunmaktadır.
-Yine bir başka teoriye göreyse açılır-kapanır evren söz konudur. Buna göre evren, entropi (ısı ölümü) sonucunda süreç içinde bir gün kendi içine çöker. Bu çökme sonucunda merkezde biriken ve yoğunlaşan enerji sonucunda evren yeniden patlar ve yeniden kendini var kılar. Bu olgu sonsuzca sürer.
-Bir başka evren modeliyse; Kuantum Evren” modelidir. Bu model Kuantum’dan hareket edilerek ortaya atılmıştır. Kuantum mikro kozmos (küçük evren) denilen parçacıklar ve tanecikler alanını içerir. Buna göre parçacıklar veya tanecikler sürekli hareket halindedirler. Parçacıklar; sürekli farklı oluşlar gösteren, dönüşen, dalgalar durumunda açığa çıkan ve an da karşıtına dönüşen; enerji çalıp, enerji veren bir yapı sergilerler. Buna göre yok olan bir şey yoktur. Var olan enerji anında maddeye dönüşmekte ve sonra madde de dağılarak enerji şeklini almaktadır. Dalga ve tanecik birbirlerine dönüşmektedir. Sorun bizim beynimizin “dalgayı” yok saymasından kaynaklanıyor. Oysa bir şeyden madde çıkıyorsa o vardır. Yok, olan bir şeyden, var çıkmaz.
Evrenin, sürekli değişim ve dönüşüm içinde bulunduğunu söyleyen bilim insanları; evrenin varoluşu konusunda da farklı görüşler ve hipotezler ortaya atmaktadırlar. Kimi bilim insanlarına göre evren büyük patlamayla (Big-Bang) başladı. Büyük patlama kuramına göre; evren başlangıçta bir toplu iğnenin ucu kadar hacme sahipti. Bu kadar küçük hacimli olmasına karşın bu küçücük evrende büyük bir enerji yükü bulunmaktaydı. Bu küçücük evren içinde ki itici büyük enerjiye dayanamayarak patladı ve bugünkü evrenimizi oluşturdu. Bu oluşum günümüzden geriye doğru gidildiğinde yaklaşık 10–15 milyar yıl öncesini kapsamaktadır.
Hubble teleskopla gökyüzüne baktığında birçok yıldızın ve galaksinin bizden hızla uzaklaştığını ve tayflarının kaydığını gördü. Bu şu anlama geliyordu. Evren bir balonun şişmesi gibi sürekli genişliyordu. O zaman bu genişlemenin başladığı bir nokta olmalıydı. Bu noktaya Big-Bang denildi. Big-Bang kuramına göre evrene en fazla on beş milyar yılı kapsıyordu. Oysa yapılan araştırmalar evrende yirmi milyar yaşından da fazla cisimlerin saptanması bu kurama kuşku doğurdu. Big-Bang, hiçbir şey yok iken yani madde ve zaman mevcut değilken, maddenin ve zamanın nasıl var olduğu konusuna bir açıklama getirememektedir. Bunun için bir zaman ve madde gerekmektedir. Hiçlikten hiç var etmek, ancak idealist bir anlayışın ürünü olabilir. Bu da bilimin değil, felsefenin sorunudur. Bugün bilimsel anlamda kabul gören “var olan yok olmaz, yoktan da var olmaz” ilkesi Big-Bang’le uyuşmamaktadır. Çünkü Big-Bang maddesiz ve zamansız bir ortam var sayarak evrene bir başlangıç biçmektedir. Bu teori de “Maddenin Sakınımı” yasasıyla çelişmektedir.
Başka bir görüşe göre ise; evren sonsuzdan gelip, sonsuzluğa giden ve hiçbir güç tarafından yaratılmamış olan ve evreni art arda gelen olaylar bütünü olarak gören “Durağan Evren” modelidir. Bu modele göre evrenin ne başlangıcı ve ne de sonu vardır. Evrende son dediğimiz olgu söz konusu değildir. Son, ancak küçük birimler için söz konusudur ve insan algısının bir yanılgıdır. Söz konusu son bizim boyutlarımız için geçerlidir. Oysa her son hiçlik değildir. Her son yeni başlangıçtır. Bundan dolayı da evrenin kesin yok olma anlamında bir “son”u bulunmamaktadır.
Bilim insanlarınca kabul görmüş olan teoriye göre evren, 13,7 milyar yıl önce Big-Bang’la yani büyük bir patlamayla var oldu. Peki, büyük patlamadan önce ne vardı?
Bu sorunun kesin ve güvenilir bir yanıtı halen verilebilmiş değildir. Bilim insanları patlamadan öncesini değil, sonrasını ele almaktadırlar. Çünkü, patlamadan öncesi deneyimlenememektedir. Zamanın, Big-Bang’la başladığını söyleyen bilim insanları, zaman ötesinin felsefenin ve inancın alanına girdiğini belirtmektedirler. Bu anlamda bilimin alanı Big-Bang’dan sonrasını içermektedir. Dolayısıyla Big-Bang’tan öncesi metafizik alan olduğundan, Big-Bang’ın öncesin de na vardı? Sorusu, bilimin konusu olmaktan çıkmaktadır. Tüm bu gerçekliğe karşın, Big-Bang’tan önce ne vardı? Sorusunu soran birçok bilim insanı da bulunmaktadır ve bu sorunun yanıtını bulmaya çalışmaktadırlar.
“Büyük patlamadan hemen öncesinin nasıl olduğunu hiç kimse bilmemektedir…Büyük patlama anında, maddeyi oluşturan parçacıklar meydana geldi. Bu aşama da madde ve enerji son derece yoğun bir yapıdadır. Öyle ki o esna da 1 çay kaşığı büyüklükte ki evren 100 milyon trilyon, trilyon, trilyon kilo edecektir. Big-Bang aşamasında ki evrenin çapı 2,5 cm’dir. Evrende ki tüm hidrojen atomları ilk 3 dakikada oluşmuş durumdadır.” (Deniz Şahin, Yaşamın Tarihi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2011, s. 86-87). Bu kurama göre Big-Bang aşamasında evrenimiz, küçük bir nokta kadar bir hacimde, sonsuz denecek kadar sıkışmış ve yoğunlaşmış bir enerji yumağıydı. Sonuçta, söz konusu enerji yumağı, her nasıl olduysa patlayıp açığa çıktı. Peki, bu yoğunlaşma, “bu enerji yumağı” bir an da mı gerçekleşti? Bunun öncesi yok muydu? Bu sorunun yanıtı halen verilebilmiş değildir. Buna, bilimsel anlamda, bugüne kadar bir yanıt verilebilmiş değildir. Ama, dinsel düşünce de bu soruya ilişkin bir yanıt bulunmaktadır. Dinsel düşüneceye göre, herşeyi yaratan bir üstün gücün, “Tanrı”nın bu yoğunlaşmayı sağladığını ve Big-Bang’ı Tanrı’nın yarattığını belirtmektedirler. Dinler “mutlak bilgi verdiklerinden” buna inanılması gerektiğini belirtmektedirler. Felsefi düşünceye göreyse bu konuda değişik ve birbirinden farklı görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin; idealizme göre her şey “düşüncemizde” vardır ve varlıkları Tanrı yaratmıştır. İdealizme göre düşüncenin ötesinde madde yoktur. Dolayısıyla da idealist düşünce, dinsel düşünceye yakın bir anlayışla evrenin Tanrı’nın eseri olduğunu savunmaktadır. Buna karşın materyalist felsefeye göreyse, madde gerçektir ve düşüncelerimiz maddenin bir ürünüdür. Materyalizme göre evreni yaratan bir üstün güç yoktur. Bir bakıma “oluş”, maddenin kendi öz yapısının ürünüdür ve oluşlar her an yaşanmaktadır. Bu anlamda materyalist evren düşüncesine göre Big-Bang gibi, başka Big-Bang’lar da olmuştur ve bu tür oluşlar her zaman da olacaktır. Materyalist düşünceye göre Big-Bang öncesinde de onu var kılacak zerre vardı. Buna göre, Big-Bang, bir başka evrenin yapısından ortaya çıkmıştır. Bu oluşum ölüm ve doğum gibidir. Çünkü ölüm ve doğum birbirini sürekli var kılan bir olgudur ve her ölüm yeni bir doğumdur ve oluş sonsuzca devinimlerin değişik boyutlarıdır. Big-Bang’ta böylesi bir oluşumdur.
“Evrende bir ilk “Büyük Patlama” olabilmesi için, patlaması gereken durumun daha önce var olması gerekir! Daha önce de evrenin var olması gerekir. Değilse, patlamaya neden olan özdek nereden geldi? Özdek olmayınca patlama da olmaz…”(Abdullah Rıza Ergüven; Evren-Doğa, Varlığın Kendiliğindenliği, Berfin Yay.2012, s. 155).
Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi, Big-Bang öncesinde de “oluşlar” olduğu; yani, Big-Bang’dan önce de bir özdek bulunduğu, bir gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, büyük patlamadan önce de var olan ve çok küçük boyutta bulunan özdek vardı ve evren, söz konusu var bulunan özdeğin yoğunlaşıp genleşmesiyle ve artık bulunduğu konumu sürdüremez duruma gelmesiyle patlamış ve bu patlama sonucu da var olmuştur. Evrenin oluşumunu açıklayan big-bang kuramı ve düşüncesi, günümüz de bilim insanlarınca büyük bir kabul görmektedir.
Big-Bang kuramına göre evren, bir ışık huzmesi olarak belirmiş ve aynı an da zaman da başlamıştır. Buna göre büyük patlamadan önce zaman yoktu. Bu olabilir mi? Eğer zaman, big-bangla başladıysa, big-bang’ı oluşturan muazzam yoğunluk nasıl oluştu. Bu bir an da olabilir mi? Dinler bu sorunun yanıtını kolayca verebilirler. Dinlere göre söz konusu yoğunlaşma ve patlama bir yaratıcı tarafından an içinde oluşmuştur. Fakat bu açıklama bilimsel açıdan çok sorunludur? Çünkü bu yanıtta bir “nedensellik” düşüncesi vardır. Burada evrenin “nedeni” yaratıcı Tanrı’dır. Bu durumda, o halde “nedeni” var kılanın “nedeni” de yok mudur? Sorusu akla gelmektedir. Bu bağlam da evreni yaratan Tanrı’nın da bir nedeni olmalıdır? Eğer bir anlam da eğer evrenimizin nedeni, bir başka varlıksa, evrenimizin ortaya çıkmasını sağlayan, neden bir başka evren olmasın?
Bilim insanlarının büyük bir çoğunluğunun görüşü, zamanın big-bangla başladığı tezi, içinde bulunduğumuz evrenimiz için “evet olabilir” yönündedir. Ama, evrenimizin başlamasını sağlayan bir süreç de vardır. Bu anlamda başka evrenler için zaman olmalıdır. Örneğin: Ben, dünyaya geldikten sonra benim için zaman, ben annemin rahmine girip beden almamla ve ben doğduktan sonra başlamıştır. Ben “öldükten” sonra da sürecektir. Ama bu “öznel zamandır”. Oysa, ben doğmadan önce de evren, dünya ve zaman var idi. Ben “öldükten” sonra da bu olgu devam edecektir. Bu durum evren içinde geçerlidir.
Bizler pozitif bir evren de yaşıyoruz. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz pozitif evrene göre düşünüyoruz ve algılarımız buna göre oluşuyor. Örneğin: Bizim evrenimiz için zaman, Big-Bang’la başlamıştır ve zaman ileriye doğru akmaktadır. Yani dünyaya doğuyoruz, sonra sırasıyla bebeklik, çocukluk, ergenlik, orta yaş, yaşlılık ve ölüm skalasında bir süreç yaşıyoruz. Yani on yaşında ki bir çocuk dokuz yaşına dönemez. Yaşı ileriye doğru gelişir. Yaşadığımız evrende her olay, olgu bu doğrusallıkla işlemektedir. Oysa, “her şey karşıtıyla vardır” ilkesi gereği, negatif evren veya evrenler de olmalıdır!
Peki negatif evren de zaman aynı düzlemde mi ilerlemektedir? Yani zaman ileriye doğru mu akmaktadır? Bunu bilemiyoruz. Ama bu sorunun yanıtı büyük bir olasılıkla “hayır” olmalıdır. Çünkü karşıt evren de tam tersi bir karşıt zaman süreci yaşanıyor olabilir. Karşıt evrende ki süreç, eksiye (-) (yani geriye) doğru bir akışla olabilir. Yani burada, yaşlılık, orta yaş, genç, ergenlik, çocukluk, bebeklik ve doğum (yani karşıt evrenin ölümü) şeklinde ters bir doğrultu da gerçekleşebilir. Belki de geriye doğru akan bir karşıt zaman, yani bir negatif evren söz konusu olabilir. Karşıt (negatif) evrenden pozitif evrene, pozitif evrenden karşıt evrene sürekli bir akış olabilir. Karşıt (negatif) evren öyle bir aşamaya gelir ki, o aşamada artık eski konumunu koruyamayarak, o andan itibaren patlayıp pozitif evreni var kılmış olabilir. Ve böylece varlaşan evren de ileriye doğru akan bir süreç gereçekleşmiş olabilir. Pozitif evren, yani içinde bulunduğumuz evrenimiz böyle var olmuş olabilir. Bunun tam tersi de gerçekleşebilir. Bu döngü sonsuzca birbirini var kılarak, her bitişin bir başlangıç ve her başlangıcın bir bitişle gerçekleştiği bir oluşumun içinde de olabiliriz.
İşte bu döngüsel evren algısına, “Bâtıni evren algısı” diyoruz. Bâtıni algıya göre de evrensel oluşun gerçekliği bu düşünce üzerinedir. Yeniden konumuza dönersek...
Ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim insanı, fizikçi Prof. Kerem Çankoçak şöyle diyor: “Büyük Patlama her şeyin başlangıç noktası değil, tam tersine bir ara dönemdir. Bir faz geçişidir bir anlamda. Üstelik Büyük Patlama kuramı, büyük olasılıkla başka evrenlerin varlığını da zorunlu kılmaktadır.” (Cankoçak, age. s. 55). Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, büyük patlama, başka evrenlerden kopan bir küçüçük enerjiyle gerçekleşmiş olabilir.
İşte süreç içinde bizim de beden bulmamızı sağlayan ve evrenimizi var eden bu patlama sonucu büyük bir enerji meydana gelmiştir. Söz konusu açığa çıkan enerjinin yoğunlaşmasıyla da atomaltı parçacıklar varlaşmıştır. Atomaltı parçacıkların ortaya çıkması ve bunların bir araya gelip, birbirleriyle bağ kurmasıyla da nesneler oluşmuştur. “Büyük patlama ile uzay ve zaman ortaya çıkmış, atomaltı parçacıklar var olmuştur. Bu parçacıklardan elektronlar ve protanlar bir araya gelerek yaratılışın ilk atomu olan Hidrojen atomunu ortaya çıkarmıştır.” (Cihangir Gener, Ezoterizmin Bilimsel İspatı Kuantum; Bilgelik Okulu Yay. 2014, s. 111). Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, evren enerji boyutundan parçacık boyutuna geçtiği aşamada atomaltı parçacıklar oluşmaya başlamış ve oluşan ilk parçacıklarsa “elektronlar ve protonlar” olmuştur. İlk element ise Hidrojendir. Çünkü Hidrojen bir elektron ve bir protonun bağ kurmasıyla varlaşmıştır. Bugün bilinen 100’den fazla elementin her biri, sahip olduğu proton sayısına göre belirlenmiştir. Yani, nesnel evrenin oluşumunun en temel parçacığı proton ve elektrondur. Bâtıni Algı da buna “Hakk” denmiştir. Buna göre Hakk, varoluşun ilk tözü, özü ve itici gücüdür.
“Her şey Büyük Patlamayla başladı. Büyük Patlamadaki ışınım çok kısa süre içinde madde parçacıklarına dönüşüp, yine çok kısa süre içinde atom-altı parçacıkları oluşturdu. Birkaç yüz bin yıl sonra da (tam olarak 380 bin yıl) ilk atomlar meydana geldi. (Prof. Kerem Cankoçak; Cern ve Büyük Patlama; Asi Kitap, 2019, s. 13).
Yani büyük patlamayla, önce pozitif ve negatif enerji açığa çıkmış ve pozitif enerjinin daha etkin bir konuma gelmesiyle de, atomu oluşturacak olan parçacıklar da varlaşmıştır. Bugünkü bilgilerimize göre evren dediğimiz olgu ve içinde yaşadığımız dünya ve nesnel gerçeklik yani kısacası her şey bu parçacıkların eseridir.
“Özdek, yalnız hidrojen ve helyum’dan oluşan bir öğe oluşunca, bütün öbür öğeler de bunlardan oldu. Soluduğumuz oksijen, örgenlerdeki kömür, bedenimiz ve yaptığımız araçlardaki madenler, altın bg... Bu da milyarlarca yıl süren evren-doğa süreçlerinin yaratısı”... (Ergüven; age. s. 52). Buradan da anlaşılıyorki, evren de ilk oluşan atom hidrojen ve helyumdur. Önce hidrojen sonra da helyum oluşmuştur ve tüm evren, tüm var bulunanlar hidrojenin çocuklarıdır. Hidrojense tek bir protonun ve elktronun birleşmesiyle oluşmuştur. Protonsa kuarkların, glounlarn vs...
“Başlangıçtaki yoğun enerjiden Einstein’in ünlü formülünün (E=mc2) ifade ettiği gibi madde, yani atom-altı parçacıklar ortaya çıktı” (Cankoçak; age. s. 28).
Bu anlam da, nasıl ki matematikte bütün sayıların temeli bir (1)’se ve tüm diğer (Pozitif ve negatif) sayılar birin katlarıysa, hidrojenden sonra ki bütün elementler de hidrojenin katlarıdır. Ve yine nasıl ki matematikte 0 (sıfır) etkisiz eleman ve nötr, yansız ve tepkisizse, gizil nesnellik alanı da bu konumdadır. Buna bilim dilinde “Kuantum Dalgalanması” denmektedir. “Kunatum dalgalanması, belirsizlik ilkesi doğrultusunda enerji miktarındaki geçici değişimlerdir. “Kanada’lı fizik ve astronomi Prof. Dr. Mir Faysal, Kuantum (temel parçacık) sisteminde enerji hiçbir zaman tam sıfır olamaz. Kuantumun olduğu her yerde enerji mevcuttur ve madde enerjiden ortaya çıkmıştır” (http://t24.com.tr/yazarlar) diyerek, enerjinin sonsuzluk içerdiğini ve her şeyin enerjiden oluştuğunu ortaya koymuştur. Faysal’ın bu görüşü ve düşüncesi Bâtıni Algıda ki “gizil nesnellik” düşüncesine uygun ve ona denk düşmektedir. Bâtıni Algıya göre “gizil nesnellikle” (0, sıfırla, ki bu mutlak yok anlamın da değil, potansiyellik anlamında s.z) nesnellik (1 bir) arasında sonsuzca geliş-geçişler vardır. Oluş, sıfır ile bir arasında ki sonsuzca geliş gidişin döngüsüdür. Bu döngünün başı ve sonu yoktur.
KAYNAK:
-Abdullah Rıza Ergüven; Evren ve Yaratı, Gerçek Sanat Yay. 1990
-Abdullah Rıza Ergüven; Tanrıları Nasıl Yarattık; Berfin Yay.2000
-Alaeddin Şenel, Bilim ve Ütopya Dergisi, Eylül 2003, 111. Sayı,
-Bilim ve Ütopya
-Burak Eldem; Kozmik Okyanus; İnkılap Yay. 2011
-Esat Korkmaz; Zerdüştlük Terimler Sözlüğü; Anahtar Yay. 2004
-İsmet Zeki Eyuboğlu, Anadolu İnançları, 1987
-Karen Armastrong, Tanrı’nınnTarihi, Pegasus Yay. 2017, s.30)
-Süleyman Zaman; Batıni Algı (Ezoterizm) ve Alevilik; Can Yay.2019
-Şükrü Günbulut, Kaynak Yay.1996
Comments