top of page

YENİ DÜNYA DÜZENİ ve ALEVİLİK

Güncelleme tarihi: 2 Kas 2024



ree

                                    YENİDÜNYA DÜZENİ

            Dünyada 1980’lerde ABD merkezli, emperyalizmin yeni bir sömürü aracı olarak ortaya çıkan, esasında liberalizmi savunan, söylemlerinde özgürlüğü önceleyen ve “sınırsız bir dünyayı” şiar edinen, özünde piyasa ekonomisini etin kılarak kaynakların zenginlere akmasını sağlayan bir  paradiğmadır.

            Yenidünya düzeni ile birlikte yeni kapitalizmin dünyaya ve buna bağlı olarak ülkemiz insanlarına getirdiği en önemli ilke; insanlığa parasız olarak sunulması gereken tüm hizmetlerin metalaştırılıp parasal bir konuma getirilmesi ilkesidir.

            Yenidünya Düzeninin insanlığa getirdiği en büyük etki, “Sosyal Devlet” anlayışının, kamu ekonomisinin ve uygulamalarının yıkılması, işlevsiz bırakılması veya ortadan kaldırılması olmuştur. Zaten bu paradigmanın (modelin) en önemli amacı da bu olmuştur. YDD’indeki esas amaç kaynakları kapitalistlere daha kolay aktarmaktır.

            Bilindiği gibi, “Sosyal Devlet” anlayışında; herkese bedava olarak sunulması gereken eğitim, sağlık, ulaşım, çevre gibi hizmetler; Yeni Dünya Düzeni’nde aşamalı olarak uygulama alanından çıkarılıp bu hizmetlerin hepsi veya büyük bir bölümü paralı duruma getirilmiştir. Bugün bu anlayışın getirdiği sonuç: “Parası olan yaşasın, olmayan ölsün” anlayışıdır. Genel olarak dünyaya bakıldığında, bugün dünya insanlığının en büyük sorunu, YDD’nin bu paradigmasının (modeli, düşünce kalıplarının) büyük bir yoğunlukla etkili olduğu hemen görülecektir. Bu modelin uygulandığı ülkelere bakınca, toplumlarda olumsuzluklar, açlık-yoksulluk, işsizlik, güvensizlik, gelecek korkusu vs. arttığı görülmektedir.

            Yenidünya Düzeni, düşünsel gıdasını Post-Modernizmden almaktadır. Toplumculuğa karşı çıkan, toplumcu uygulamaların doğaya aykırı olduğu savını öne süren Post Modernizm (modern ötesi); düzeni, uyumluluğu, birlikteliği, bütünlüğü dışlayan; bunun yerine bireyselliği, düzensizliği, seçmeciliği, uyumsuzluğu, ayrımcılığı, parçalılığı, dağınıklığı, …savunan bir düşünce akımı olarak ortaya çıkmıştır. Bu görüşün doğal sonucu, “toplumsal dayanışma, devletin ekonomiye denetlemesi, yönlendirmesi, vs. gibi, toplumu önceleyen anlayışı ve uygulamaları dışlamak ve bireyi “kutsamak” olmuştur.

            YDD’ine göre, “bireysel girişimcilik, dokunulmaz, özgür ve denetlenemez” olmalıdır….

            Bu bağlamda devlet, elini-eteğini ekonomiden ve insanlara sunduğu katkılardan vs. çekmelidir. Bu alanı bireyin girişimci ruhuna bırakmalıdır.

            Bu görüşlerin 1980’li yıllardan sonra dünyaya pompalanmaya başlanmasıyla birlikte YDD’ inin ivme kazanması ve özelleştirmelerin arka arkaya yaşama geçirilmesi rastlantı olmasa gerekir.

            YDD anlayışa göre güçlü olan ayakta kalır, güçsüz olan doğal seleksiyona uğrayarak yok olur. Bu söylem Neo Kapitalizmin (yeni kapitalizmin (Merkezi Kapitalizm) özüne uygun bir söylem olduğundan; kapitalist ideologlar bu söyleme (Post Modernist anlayışa) dört elle sarıldılar. Çünkü bu söylemde, eşitlik, paylaşım, dayanışma, yardımlaşma… vb. gibi toplumsal yararı ve değerleri öne çıkaran toplumcu ve bütüncü kavramlar “tu kaka” sayılmış ve içleri boşaltılmıştır.

            20. Yüzyılın son çeyreğinde dünya insanlığına sunulan ve uygulamaya konan yeni yaşam tarzının, yukarıda açıklanan Post-Modernist düşüncenin yaşama geçirilmesinin, pratiğe aktarılmasının bir yansıması olduğu görülmüştür. 

            Yeni Kapitalizm (Neo Kapitalizm) ; dünya insanlığına açlık, yoksulluk, sefalet, çevre kirliliği, salgın hastalıklar, fahişelik, cinsel ayrımcılık, çocuk pazarları, hırsızlık, gericilik, insanın yalnızlaştırma, savaş… gibi olumsuz değerleri varlaştırmış ve dünya insanlığına kötü yaşam koşulları getirmiş veya daha önceden var olan bu tür olumsuzlukların oylumunu, yoğunluğunu arttırmıştır.

            Yeni Kapitalizm (Yeni Emperyalizm; toprak işgal etme yerine, var olan pazarları ele geçirmeye dönük emperyalizm) vahşi bir yaşam biçimini toplumsal yaşama adeta dayatmaktadır. Toplumda geçerli olan, iyilik, güzellik, doğruluk, barış, dayanışma, dostluk, kardeşlik… gibi insanı insan yapan etik değerleri hiçe sayan ve bu değerlerin yaşam bulduğu toplumsal ortamı yok eden karşı değerleri yaşama geçirmiştir. Bu anlamda “böl, parçala, küçült, ayrıştır, ötele, düşmanlaştır…” vs. gibi, olumsuz değerleri dünya insanlığının yaşam alanına sokmuştur. Benzerlikleri, ortak değerleri değil; karşıtlıkları, ayrışıkları vs. ortaya koyan uygulamalara zemin hazırlanmıştır.

            Yeni Kapitalizm; her türlü insansal ilişkiyi parasallaştırıp, en değerli şeyleri bile, çıkar ve kazanç anlayışıyla meta (mal) durumuna getirmekten çekinmemektedir. Yani her şeyi kar mantığıyla değerlendirmektedir. YDD’nin en temel ilkesi insanı yalnızlaştırmak ve her şeyden para kazanma ilkesidir.

            Buna göre parası olan okur, parası olan doktora gider, parası olan iyi bir çevrede yaşar, parası olan güçlüdür, parası olan…!

            YDD veya Yeni Kapitalizm parası olana yaşam hakkı tanıyor. Bu yanıyla da  Ojenist (elemeci) bir anlayışla seçmeci bir yaklaşım sergiler. Bu duruş bilimsel anlayışı dışlayan, kaderci bir anlayışı yaşama dayatan bir görüştür. İnsan bilincini yok sayan, insanı doğa karşısında güçsüz, edilgen, pısırık, üretimsiz gören bu anlayış olsa olsa bir ilkel anlayışın ürün olabilir. Oysa insan, toplumsal bir varlıktır. Eğer dayanışma kültürü gelişmeseydi, insan doğa karşısında yenilirdi….?!!!

            Bunun en büyük kanıtı, “bir insanı tek başına bir ormana bıraktığınızda, o kişi uzun bir süre orada kaldığından, o insanın insani değerlerini yitirdiği görülecektir.”bir insan yavrusu doğduğunda, ona bakım yapılmazsa, o çocuk büyüyemez ve yaşayamaz. O halde, insan toplumsal bir varlıktır. Peki, toplumsal bir varlık olan insana, neden toplumcu bir anlayış çok görülür? Bunun nedeni “egemen olanların” dayattıkları kültürden ve uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

            YDD, eğitimde fırsat eşitliği gibi bir söylemi banal bulan, doğada eşitlik kavramının olmadığını savunan, insanın “toplumsal kimliğini” dışlayan bu anlayış, insanın birikimine, insanın insanlaşmasına karşı koyan bir anlayıştır.

            YDD’ inin ideologları büyük bir yanılgı içindedirler. Oysa Doğa da bile türler arasında dayanışmayı ve paylaşmayı hemen hemen her ortamda görmek olasıdır. Dünya, güneşle dayanışma içindedir. Dünyada, canlılar, cansızlar, su+toprak+hava+ısı vs. dayanışma içindedir. Hiçbirisi diğerinden ayrı düşünülemez. Çünkü hepsi bir bütünü oluştururlar ve bu bütün dünyada ki nesneleri var kılar. Bu dayanışma olmasaydı “insan” da olmazdı. Buna analitik bir düşünceyle bakıldığında bu olgu bilinçte açığa çıkarılır. Yeter ki olgulara doğru bir gözle bakılsın.

             İnsan doğal bir varlıktır. Aynı zamanda doğayı toplumsal kimliğiyle edindiği bilgi birikimi ve dayanışma sayesinde de dünyayı değiştiren bir varlıktır. Değişim üretimle olur. Bunu gizlemek ancak sistem sahiplerinin işi olabilir.

            Bugün dünya üzerinde yaklaşık 10 milyar insanı doyurabilecek üretim sağlanabilirken veya onun kaynağı varken; büyük insanlığı kandıran “sistem egemenleri” kaynağın yetersiz olduğunu belirterek yalan söylemektedirler. Yeter ki doğayı bilimsel ve teknik anlamda doğru kullanmasını ve üretimi doğru ve planlı yapmasını becerip, üretileni hakça paylaşmasını yapabilelim.

            Bugün yılda sadece 100 savaş uçağına harcanan parayla dünyada ki tüm açların doyurulabileceği, açlığın ortadan kaldırılacağı gerçeği ortada iken, bunu gizlemek hangi görüşün tercihidir!.

            Tüm bu açıklamalardan sonra denebilir ki;

             Yeni Dünya Düzeni;

            -İnsanlığa aykırı bir düzendir.

            -İnsanı mutsuz, edilgen, yoksul ve yalnız koyan bir düzendir.

            Yeni Dünya Düzeni’nin en temel argümanı en üstün kar’ı sağlamaktır. Özünde kişisel çıkar yatar.

            Yeni Dünya Düzeni; insani olan her değeri bile metalaştırır (her nesneyi satılık mal durumuna getirir).

            Yeni Dünya Düzeni, kozmostan (düzenlilikten) değil; kaostan (düzensizlikten) beslenir ve bu anlmada düzenliliğe karşıdır.

            Her şeyi metalaştıran bu düzen, insana kan, gözyaşı, mutsuzluk, yoksulluk, yoksunluk, acı, keder, vb. şeylerden başka bir şey getirmemiştir.

            Bugün dünyanın geldiği duruma bakın, bunları göreceksiniz.

            Çağdaşlık, gelişmişlik bu mudur?

            İnsanı bulunduğu konumdan daha da geriye götüren bir anlayış, çağdaş anlayış olamaz.

           

 

                              ALEVİLİK BİR YAŞAMA BİÇİMİDİR.

            Bu söylem doğrudur ama her inancın veya toplulukların kendilerine özgü yaşama biçimi vardır. O halde, doğru soru: “Alevilik nasıl bir yaşama biçimidir” olmalıdır.

            İnsanın olduğu her yerde yaşama biçimi de vardır. İnsanlar, bulundukları koşullar içinde, hayatta kalma mücadelesi verirler. Bu verilen mücadele de, insanların oluşturdukları her türlü davranış, yaşama biçimini oluşturur. Yaşam biçimi kültürü var kılar. Bu anlamda, insan kültürel bir varlıktır. Yaşama biçimi geliştirmemiş hiçbir topluluk düşünülemez. Ama herkes kendi toplumsal kimliği içinde, kendi bilinç ve bilgi düzeyinde yaşam alanına katkı sağlar ve etkiler.

            İnsanların, toplumların vs. geçmişleri, bugünü ve yarını vardır. Geçmişte üretilen her türlü değer, aynı zaman da geleceği de etkiler ve belirler. Var edilen her değer, insanların yaşamına yön verir ve genel-geçer davranışları belirler.

            Her üretilen değer, hem yerel hem de evrenseldir. Çünkü yerel de evrenselin içinde yer almaktadır yani evrensellik yerellikten oluşmaktadır. Her yerel değer aynı zamanda evrensel değerlere de bir şeyler katmaktadır.  İnsanın, her türlü birikimi, doğaya, insana ve topluma bakışları, o insanın kültürel birikiminin niceliğini ve niteliğini de gösterir. Bu da insanların yaşama biçimini ortaya koyar.

            İnsanların tüm davranış kalıpları, inançları, üretim biçimleri, üretimde kullandıkları araçları, bu araçları kullanım biçimleri, oturup-kalkmaları, ağlamaları- gülmeleri, tepkileri, sanata bakışları, dinledikleri müzikler, giyim-kuşam, karşı cinse bakış, gelenek ve görenekleri vs. hepsi kültürün içindedir. Esasında her yaşama biçimi, toplumların veya toplulukların hangi kültürel değerleri, yaşamın pratiğine yansıtmasıyla ilgilidir.

            Bu pratik içinde, inanç, gelenek, görenek, çağdaş değerler ve evrensel değerler gibi, farklı kültürel birikimler yansımaktadır. İnsanın, toplumun, gurubun veya toplulukların bu değerlerden hangilerini başat olarak öne çıkardıklarına; yani onların, hayata, insana, topluma, evrene, vs. nasıl baktıklarına, olguları ve olayları nasıl değerlendirdiklerine veya varlaşan olaylara nasıl tepkiler gösterdiklerine, olayları ve olguları hangi mantık çerçevesinden incelediklerine, hangi düşünsel ve inançsal değerlerden beslendiklerine ve inançsal ritüellerine vs bakılarak; söz konusu toplumun veya toplulukların nasıl bir “yaşama biçimine” sahip oldukları belirlenir. 

            Toplumların ve insanların yaşam biçimi, onların kimliklerinin de aynasıdır. Bu düşünceden hareket ederek, Alevilik nasıl bir yaşam biçimi sunmaktadır? Buna bakalım:

           

                              Aleviliğin Yaşam Algısı ve Biçimi:

           Öncelikle bilinmelidir ki; Alevilik tarihsel olarak eşitlikçi/paylaşımcı/dayanışmacı ve adaletli... bir yaşamı savunagelmiştir. Böylesi bir inancın ve öğretinin toplumsal duruşu ve yaşama bakışı da, bu olgular içinde gelişmiştir.

            Buradan hareket ederek, Aleviliğin yaşama biçimini şu başlıklar altında ortaya koyabiliriz; Alevilik:

            -İnsanı özgürleştirmeyi hedefler.

            -İnsanı doğanın içinde görür.

            -Tanrı’yı, insan gönlüne taşır.

            -Sevgi en temel erk olarak merkezine almıştır.

            -Alevilik, bir rızalık kültürüdür. Rızalık, herkesin birbirine yaşam hakkı tanıdığı ve yaşamı çok değerli gördüğü bir bilinç sıçramasıdır.

-Yaşama biçimini, bireylerin ve toplulukların rızası üzerine kurmayı hedefler. Dolayısıyla "Rızalık Kültürü" çok temel bir toplumsal değer olarak görülmüştür.

            -Alevilik, suçluyu eğiterek, onu, topluma kazandırmayı içeren bir yaşama biçimini öngörür.

            -Alevilik, sevgiyi merkezine alan, “insan merkezli” bir kültüre sahiptir.

            -Alevilik, “Naci” kültürüdür. İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayı ve Güruh-u Naci” anlayışıyla, toplumsal kuruluşu savunan evrensel değerler toplamını içinde taşır. 

            -Alevilik, kadın ve erkeği eşit gören bir düşünceye sahiptir. Bundan dolayı da, Alevilik de tek eşlilik egemendir. Kadın ve erkek arasında ayrımı kaldırır. Yaşamın her alanında kadın ve erkeğin birlikte yer alması gerektiğini savunan bir yaşam pratiğinden yanadır.

            -Alevilikte edep ve ahlak anlayışı her değerin üstündedir. Namuslu olmak, çalışmak, üretmek; yararlı, paylaşımcı olmak, tüm insanlığın çıkarını gözetmek, doğayı korumak, iyilik yapmak, güzelliği egemen kılmak vs. gibi değerler, Aleviliğin en temel ahlaki anlayışını oluşturur.

            -Alevilik, ileri değerleri benimseyen, zamanın ruhuna göre hareket eden, yaşadığı dönemin en ileri değerlerini savunan ve çağdaş değerleri içselleştiren, çağdaş yaşamı öngörür. Her zaman uygarlıktan yanadır.

            -Alevilik, insanın bir us varlığı olduğunu belirtir; olguları ve olayları anlamada aklı ölçü alır.

            -Alevilik, seçmeci bir inanç ve öğretidir. Akla uymayanı eler. Yaşam alanını kısıtlayan boş ve anlamsız inançları öteler. Yaşamın pratiğine uygun değerleri pratiğe yansıtmaya çalışır.

            -Alevilik, eşitlikçi, dayanışmacı, üretici ve özgürleştirici bir düşünceyi savunur. Yaşam alanını, huzurlu kılacak her tür değere öncelik verir.

            -Çağdaş, ilerlemeci, laik, toplumcu, sorgulayıcı, eşitlikçi, dayanışmacı bir toplumsal modeli öngören bir öğreti ve inançtır.

            -Dünyasal yaşamı önemseyen, sanata değer veren, müziği, semahı, dansı ve şiiri vazgeçilmez olarak gören bir kültürel yapıyı savunur. Bu değerlerin yaşamı güzelleştirdiğine ve anlam kattığına inanır.

            -Tanrı’yı insanla bütünleştiren, “yakan, yıkan, korkutan, ceza veren vs. bir Tanrı anlayışı yerine, seven, kollayan, koruyan, bereket ve zenginlik sunan bir Tanrı anlayışını” ortaya koyan bir inanç ve öğretiyi kapsar.

            -İnsanın tamamen kaba maddeden oluşmadığını ve onun, bir de manevi yönünün bulunduğunu ve bu anlamda, ruh ile bedenin bütünsellik sağladığını vurgulayan bir felsefi duruşu ortaya koyan inanç ve öğretiyi içerir.

Tüm bu değerlere bakıldığında YDD paradigması Aleviliğin Yaşama Biçimiyle uyuşmayan değerleri içermektedir.


           

 


Yorumlar


bottom of page