ŞAH İSMAİL- YAVUZ SULTAN SELİM, İDRİS-İ BİTLİSİ VE ALEVİ KATLİAMI
- sulzam1956
- 23 May
- 4 dakikada okunur

1501 yılında daha 14 yaşındayken, Şah İsmail Türkmen bir ailenin çocuğu olarak İran’da bir Türk Devleti kurmuştur.
Birçok Türkmen beyliklerini, kontrolü altında tutan Osman oğullarının kurduğu beylik de giderek bir soyun egemenliğine geçer. Osmanlı, süreç içinde güçlü bir İmparatorluk durumuna gelir. Bu İmparatorluğun egemen konuma gelmesinde en büyük etkiyi, dini ulema sınıfı ve silahlı gücü oluşturur. Zamanla güçlü bir konuma gelen Osmanlı, Anadolu köylüsünü alabildiğine sömürmüş ve sömürüye karşı direnenlere büyük baskılar uygulamıştır. Bu baskı ve sömürü sonucunda Anadolu’da öncülüğün, Alevi Önderlerinin yaptığı, birçok “Halk Ayaklanmaları” gerçekleşmiştir. Söz konusu bu ayaklanmaların hemen hepsi “kanlı bir şekilde” bastırılmış ve büyük kıyımlar yaşanmıştır.
Osmanlı’nın Anadolu halkına karşı uyguladığı zulüm ve baskı sonucunda, Anadolu halkı Şah İsmail’e yakınlaşmış ve O’nu bir kurtarıcı olarak görmüştür.
Özellikle padişah Yıldırım Beyazıt’tan sonra Osmanlı yönetimine, İslam ulemaları yakın olmaya başlamıştır. Bunun en büyük nedeni Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlemeye başlaması, İmparatorluk konumuna gelmesi, egemen bir güç olmasıdır. Güçsüz dönemde halkından güç alan Osmanlı yönetimi, egemen güç olduktan sonra halkı yönetebilmek için halk inancından değil, egemene güç veren inançtan (Ortodoks İslam’dan, Sünnilikten) beslenmeye başlamıştır. İmparatorluk aşamasına ulaştıktan sonra yalnız kendi çevresine değil, daha büyük ve farklı çevrelere de açılmış olan bir Osmanlı Devleti varlaşmıştır. Merkezi bir yapıya ulaşan Osmanlı, artık siyasi ve idari yapılanmasını eski sufilerin yardımıyla değil, İslam bilginlerinin (Sünni din adamlarının) yardımıyla gerçekleştirmeye başlamıştır.
Yıldırım Beyazıt döneminde (1389–1402) medresenin temsil ettiği fıkıh’a (İslam Hukukuna) dayalı İslami yönetim anlayışı, Osmanlı Devleti’nin siyasi ve idari yapısına egemen olmuştur. Şeyh Bedreddin (1358-1420)’in idam edildiği ve Bâtıni inançlı halkın büyük kıyımlara uğradığı bir dönemdir bu dönem.
Yıldırım Beyazıt’tan sonra Osmanlı hanedanı bir yandan genişlerken, bir yandan da Anadolu halkına baskı uygulamıştır. Halk geçim zorlukları içinde bocalamış, bu durumdan çıkış yolu aramıştır. O dönem, tarımla geçinen köylüler, ağır vergiler altında çok zor durumda kalmışlardır.
Diğer bir yandan Osmanlı Hanedanı, Anadolu halkının konuştuğu dili bile konuşmaz olmuştur.
Oysa Azeri Türkmenlerinden olan Şah İsmail öz be öz Türkçe konuşuyor, Azeri Türkçesiyle şiirler yazıyordu.
Diğer bir yandan, Osmanlı, Selçuklu döneminden bu yana gelen koyu bir Sünni anlayışı Yavuz Selim’le daha da ileri aşamalara götürerek aynen sürdürmüştür. Yavuz Sultan Selim 1517 yılında Halifeliği Anadolu’ya getirmiş ve Şeriat yönetimini uygulamaya başlamıştır. Bu durum Anadolu Kızılbaşları için büyük bir baskı demekti.
Oysa Anadolu insanı, Bâtıni anlayışa ve Ata inançlarını (Gök Tengri, Doğa İnancı, Zerdüşt, Mazdeki, Mani vs.) yaşıyor ve yaşatıyorlardı. Batıni öğreti temelinde biçime, şekle, görünüşe ve açık olana değil; öze, içeriğe, esasa önem veren bir öğretiyi veya inancı savunuyorlardı. Ayrıca Anadolu halkı, yüzyıllardır taşınarak getirilen toplumsal değerlere, atalarının inançlarına sahip çıkmışlar ve o değerleri en yoğun bir şekilde yaşamaya çalışmışlardır. Bu da yönetenle- yönetilenler arasında büyük bir anlaşmazlığın doğmasına neden olmuştur.
O dönem halkla, yönetim arasında hem ekonomik hem sosyal hem kültürel ve hem de inanç bakımından büyük farklılıklar meydana gelmişi. Bu keskin farklılıklar Yavuz Sultan Selim döneminde (1512–1520) daha da çok artmıştır. Özellikle Padişah Yavuz döneminde kimi araştırmacılara göre 40 bin ve kimine göreyse daha fazla Alevinin, Işık Taifesinin, Kızılbaş’ın katledildiği belirtilmiştir.
Bu katliamların yapılmasını sağlayanlarsa Şeyhülislamlar İdris-i Bitlisi (1452-1520), Ebusuud (1491–1574)’un düzenlediği fetvalar olmuştur.
Bu fetvalarda Rafızi, Kızılbaş ve Işık Taifesi olarak adlandırılan topluluklar “dinden çıkmış” olarak değerlendirilmiş ve bunların görüldükleri yerde öldürülmeleri emir haline getirilmiştir. Gerici ve kıyıcı İdris-i Bitlisi ve Ebusuud, tutucu ve şeriatçı anlayışıyla kendisi gibi inanmayanlara karşı büyük bir düşmanlık beslemişlerdir.
Bu kıyımlara direnen Batıni topluluklar (Aleviler), yaşadıkları katliamlar sonucunda, Şah İsmail’i kendilerine yakın ve kurtarıcı olarak görmüşlerdir. Bu yakınlaşmayı kendi iktidarı için tehlikeli gören Yavuz Sultan Selim, katliam yapmaktan kaçınmamıştır.
“Şah İsmail, göçebe Anadolu Türklerinin isteklerini kolayca sezinlemiş ve onların görüşlerine yakın inanç ve düşüncelerini yaymıştır. Onlar gibi konuşan, onlar gibi şiirler yazan ve deyişler söyleyen; eski geleneksel ayinleri ve törenleri uygulayan, Şaman inanç ve ayinlerine uygun davranışlar sergileyen, onların dertlerini dinleyen, onlar gibi yaşayan, onların bölük pörçük düşünce ve inanç kırıntılarını bir araya toplayan ve onların sorunlarıyla ilgilenen bir lider olmuştur.” (Nejat Birdoğan; Anadolu’nun Gizli Kültürü, Alevilik; Berfin Yay. 1995 Sayfa 144). Batıni öğretiye sahip Anadolu halkı, Şah İsmail’i kendisinden birisi olarak görmüştür.
Yavuz Sultan Selim, 1514 yılında savaştığı Şah İsmail’i yenilmiştir.
Bu yenilgi sonrası Şah yanlısı Anadolu halkı daha büyük bir zulme uğramış; açlık, yoksulluk, kin, nefret artmış, halk daha çok işkence görmüş, toplumda soygunculuk had safhaya ulaşmış ve eşkıyalık gibi, bireysel hareketlerde de artış olmuştur. Bu durum halkın, Osmanlıya karşı, örgütlenmesini ve başkaldırmasının nedenlerini hızlandırmıştır. Bu olumsuzluktan etkilenen halkın içinden önderler çıkmış ve süreç içinde birçok önder halkı örgütlemiş ve öncülük etmiştir.
TBMM başkanı Numan Kurtulmuş, “Şırnak Sivil Toplum Buluşması" programında "... Bir başka ittifak ise Anadolu topraklarını baştan aşağı zulümle inleten Şah İsmail'e karşı Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi’ nin yapmış olduğu bir büyük ittifaktır. 1514'te Çaldıran'da o ittifakımız Anadolu'daki Müslüman toplulukların başının daha dik bir şekilde dolaşmasına, esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olmasını sağlamıştır" diyerek, bugün bu topraklarda yaşayan 20-25 milyon Alevi’yi üzmüş ve kırmıştır. Bu söylem asla kabul edilemez.
TBMM başkanı Numan Kurtulmuş’un, Alevi katliamlarını gerçekleştiren, İdris-i Bitlisi ve Yavuz Sultan Selim ittifakını övmesi, yaşanan katliamları görmezden gelmesi ve bilinçaltının dışa vurumudur.
Barışın konuşulduğu bir dönemde, tarihsel geçmişin yaralarını bilinçlere çıkarmak ve yaşanılan onca katliamın bilinçlerde yeniden uyanmasını sağlamak doğru değildir.
Aleviler tarihin her döneminde barıştan, dostluktan, sevgiden, eşitlikten, adaletten vs. yana olmuştur. Alevi Vicdanı evrensel bir değer taşır ve dünyanın neresinde bir haksızlık, adaletsizlik varsa o vicdan oradadır.
Numan Kurtulmuş’un bu sözleri asla barışa hizmet etmemektedir. Sanki Kürtlerin hepsi yönetimle anlaşmış da “Kızılbaş Kıyımı” yapmış gibi bir görüş de doğru değildir.
O dönem zaten etnik temelli bir toplumsal yapı söz konusu değildir. Orta çağ toplumları toprağa bağlı tarım toplumlarıdır. Bu toplumlar aynı zamanda “dini değerlerin etkin olduğu" toplumlardır. Dolaysıyla o dönemlerde, dinler, inançsal farklılıklar, mezhepler, tarikatlar karşıtlığı temeldir ve bu toplumlarda en büyük savaşlar (Siyasi, Ekonomik, toplumsal olaylar vs. ) din ve mezhep savaşları olarak yaşanmıştır.
Dolayısıyla Kürtlerde de Türkmenlerde de diğer topluluklarda da her mezhepten, tarikattan, farklı inançlardan ve dinlerden insanlar vardı.
Bu bağlamda 16. yüzyılda Sünni Şafii mezhebine sahip olan İdris-i Bitlisi' nin fetvalarından güç alan koyu Sünni inanca sahip Yavuz Sultan Selim, ittifak kurarak binlerce Kızılbaş, Işık İnsanı ve Rafızi adıyla bilinen Alevileri katletmişlerdir.
Gerçek budur.
Katliamı yapanları övmek, akla uygun bir davranış olamaz.
Comentários