ŞEYH BEDREDDİN (2)
- sulzam1956
- 18 Ara 2024
- 7 dakikada okunur

ŞEYH BEDREDDİN
Bedreddin’in doğum yılı tam olarak bilinmemektedir. Ama 1357-1358 veya 1359 yıllarından herhangi birisinde dünyaya geldiği yönünde genel geçer bir görüş bulunmaktadır.
Bedrettin’in çocukluğu, Simavna’da geçmiştir. Babası kadı olduğu için, çocukluğunu iyi koşullarda geçirdiği söylenebilir. Babasının üst düzey bir din adamı olması nedeniyle, çocukluğundan itibaren köklü bir din eğitimi de almıştır.
Bedreddin, daha çocukluk yıllarında bile bilgiye aşık birisi olarak her zaman, oluşu, varlığı, doğayı, inancı vs. “merak” etmiştir. Bu merak, onu her zaman araştırmaya itmiştir. Bedreddin, hiçbir zaman aldığı eğitimle, edindiği bilgiyle yetinmemiş ve ileriki yaşlarda, döneminin önemli bilgelerinden daha ileri düzeyde eğitim alarak kendisini çok iyi yetiştirmiş ve onun bu özelliği ileriki dönemlerde kendisini çok önemli bir konuma getirecek, koşulları var kılmış ve bu olgu Bedreddin’i, döneminin en önemli bilginlerinden birisi yapmıştır.
Bedreddin, ilk eğitimini ve dini bilgilerini babasından almıştır. İkinci eğitimini, Edirne’de bulunan Molla Yusuf’tan, sonra Bursa kadısı Koca Mahmud Efendi’den ve daha sonra da Konya’da bilgin Alleme Feyzullah’tan dersler almıştır.
Bedreddin, birçok bölgeyi gezmiş ve gittiği yerlerde konunun uzmanlarıyla, ulemalarla, din adamlarıyla görüşmüş ve bilgilerini arttırmıştır. Ama her süreçte aldığı eğitim ona doyurucu gelmemiş ve sürekli sorgulayan bir yapıya sahip olduğu için de daha fazla bilgiye gereksinim duymuş ve Mısır’ın kadim bilgilerini almak ve var oluşu anlamak isteğiyle, bu düşünce açlığını gidermek için de önce Suriye’ye ve daha sonra da Mısır’a gitmiştir.
Bedreddin Arapça ve Farsça eğitimi de almış ve döneminin bilimlerini de öğrenmiştir.
Bedreddin’in, iyi bir eğitim gördüğü ve gerektiğince çağının bilgileriyle donandığı ve sezgisel gücünün ileri düzeyde olması dolayısıyla da kavrama ve algılama boyutunda üstün bir yeteneği bulunduğu ortadadır. Bedreddin’in, her edindiği bilgiler doğrultsun da, her zaman kendisini yenilediğini ve akla uymayan inanç, görüş ve düşünceleri eleyerek, kendisince akla uygun düşenleri savunduğunu ve diğerlerini bıraktığını görüyoruz. O’nun, sık ve sürekli görüş değiştirmesinin, düşünceden düşünceye akmasının nedeni de budur. Çünkü yaşadığı çağ çalkantılı bir döneme denk düşmektedir.
O dönemler (1300’lü yılların ortaları ve 1400’lü yılların ilk çeyreği), bir yandan Osmanlı’nın baskıları, bir yandan Müslüman-Hıristiyan çatışması, bir yandan Bâtıni-Ortodoks inançlar arasındaki kavgalar ve çekişmeler; bir yandan Anadolu’da gelişen, Bâtıni, Alevi-Bektaşi hareketi ve tam da bu sıralarda yaşanan, Babailer Başkaldırısı (1340); bir yandan, Hurufi ozan, İmameddin Nesimi’nin Halep’te tutucu Sünni yobazlar tarafından derisinin yüzülmesi; bir yandan Hurufiliğin kurucusu Fazlullah Hurufi’nin, Şirvan’da, Miran Şah tarafından öldürülmesi (1394); bir yandan ekonomik sıkıntılar içinde yaşayan büyük toplulukların yönetime karşı başkaldırıları ve diğer bir yandan da Osmanlı’da hiç bitmeyen ve yönetimde sürekli meydana gelen, büyük taht kavgaları….
Tüm bu olaylar ve olgular, Bedreddin’in düşünce hayatında, dış dünyayı algılamasında ve olaylar arasında ki bağıntıları kurarak bir senteze varmasında çok etkili olmuş ve yaşanılan karmaşa, yaşamının farklı dönemlerinde farklı görüşler ileri sürmesine zemin hazırlamıştır. Hiçbir insan yaşadığı maddi dünyanın verilerinden kaçınamaz ve o verilerin dışında kendisini var kılamaz. Her insan, özünde yaşadığı zaman ve mekânın bir ürünüdür. Bu anlamda, Şeyh Bedreddin’de yaşadığı dönemin sosyo-politik; sosyo-ekonomik ve sosyo- kültürel verilerinden etkilenmiştir ve düşün gıdasını bu verilerden almıştır.
15. yüzyılda, bilimin, felsefenin merkezi, Kahire, Bağdat ve Tebriz vs. gibi bölgelerdi. Buralarda birçok bilge, filozof, ulema, mutasavvıf, ozan vs. bulunmaktaydı. Bu bilge insanlar, görüş ve düşünceleriyle, dünya bilim, edebiyat, felsefe ve sanat tarihine, çok önemli değerler yüklemekteydiler. O dönemde, İbn-i Haldun, Seyit Şerif Cürcani, Şemseddin Fenari, Molla Fenari, Şeyh Hüseyin Ahlati, Seyit İmameddin Nesimi, vs. gibi ünlü düşün insanları, evren, dünya, toplum ve insan konusunda önemli görüşler ve düşünceler açıklıyorlardı. Söz konusu bilgeler, Ortodoks inançların, “kesinlik” belirten bilgilerine karşın, kuşkulu ve sorgulayıcı görüşlerle insanlığın önünü açan ve beyinleri aydınlatan düşünceler açıklıyorlardı. Şeyh Bedreddin’de, o dönem, “bilimin ve düşüncenin” merkezi olan, Şam, Mısır, Bağdat ve Tebriz’e gidrerek bu düşünelerden beslenmiştir. Bu bölgelerde, o dönem Hurufiliğin ünlü şairi ve düşün insanı İmameddin Nesimi, Halep’de 1417 yılında derisi yüzülerek öldürülmüştü.
Şeyh Bedreddin, özellikle Şeyh Muhammed bin Mahmut EKMELÜDDİN BABARTİ (Şeyh Muhammed’in oğlu Mahmut Ekmelüddin) ile Şeyh Hüseyin AHLATİ ile tanışmış ve bu insanlarla, bir arada olmuş, onlarla muhabbet etmiş, onların görüş ve düşüncelerinden de etkilenmiştir. Yine o dönemde, Kahire’de bulunan, ünlü bilgin Seyyid Şerif Cürcani’den, Molla Fenari’den de dersler almıştır. Bedreddin’in, güçlü bir eğitim aldığı gözükmektedir.
Bedreddin, Ayrıca o çağın önemli hekimlerinden birisi olan Hacı PAŞA, Şemseddin FENARİ, Şair AHMEDİ… gibi insanlarla da bir arada olmuş ve onlarla muhabbet etmiş, onların görüş ve düşüncelerinden de etkilenmiştir.
Şeyh Bedreddin’in, ünlü filozof İbn-i Haldun’la da görüştüğü söylenmekle birlikte, bu kuşkulu bir durumdur. İbn-i Haldun (1332-1406) yılları arasında yaşamıştır. Bedreddin’in 1400’lü yılların başında Mısır’a gittiği bilinmektedir. Bu durumda, görüşme olasılığı da bulunmaktadır. Ama elimizde, bu konuda, kesin bilgiler ve gerekli kaynaklar bulunmamaktadır. Yalnız, Bedreddin’in, İbn-i Haldun’un görüşlerinden etkilenmiş olması büyük bir olasılıktır. Özellikle, İbn-i Haldun’un “evrim” görüşü, varlıkların birbirleriyle bağlantılı olduğunu ortaya koyan düşünceleri, Şeriat’ karşı duruşu, emeğe verdiği değer, “Devlet yıkılmaya yaklaştığında vergileri arttırır ama vergileri arttırması, devletin yoksulluğunu gidermez” (Abdullah Rıza Ergüven, Evren ve Yaratı, Gerçek Yay. 1990 s. 91) gibi, felsefi, bilimsel ve toplumsal görüşlerinden etkilendiği de bir gerçektir.
Şeyh Bedreddin, süreç içinde çevresine güven vermiş, bilgisiyle ve duruşuyla yanında ki ulemaları da etkilemeye başlamıştır. Yüksek zekâsı, olayları kavramada ki kıvraklığı, olguları-olayları sorgulaması ve kurgulaması, onu başkalarından farklı kılmıştır. Bu yapı ona, ders aldığı ve çok etkilendiği Şeyh Hüseyin AHLATİ’nin dostluğunu ve arkadaşlığını kazandırmıştır. Bu dostluk ve arkadaşlık daha sonraları akrabalığa kadar varmıştır. Bedreddin, Hüseyin Ahlati’den tasavvuf dersleri almıştır. Şeyh Hüseyin AHLATİ’nin güvenini kazanan Bedreddin, daha sonra, Şeyhi Ahlati’nin eşi Mariye’nin, kız kardeşiyle evlenmiştir. Yani Şeyh Hüseyin AHLATİ’nin bacanağı olmuştur. Eşi de Bedreddin üzerinde etkili olmuştur. Gizemci-tasavvufi bilgilerle donanan Bedreddin, sahip olduğu inancı, bugüne kadar edindiği görüş ve düşüncelerini sorguluyor ve o inançtan, düşüncelerden ve görüşlerden kendisini yavaş yavaş soyutluyordu.
Bedreddin’in, “Dönemin ünlü tasavvufçusu Abdurrahman-i Bistami’den de ders aldığı yönünde bilgiler vardır.” (İsmail Kaygusuz Alevilik- İnanç, Kültür, Siyaset Tarihi ve Uluları 1. Cilt. Alev Yay. 1995, 326 )
Şeyh Bedreddin, bir yandan mantık, bir yandan felsefe, bir yandan tasavvuf ve diğer bir yandan da ilahiyat dersleri alarak düşünsel besinini geliştiriyordu. Bilgisini artırmak için bilginlere ve ulemalara başvuruyor ve onların ilgisini çekerek, gerekli bilgileri ediniyor ve onları belleğine aktarıyordu. Bu yöntemle gerekli düşünsel besinini alan Bedreddin, bir süre sonra artık yetkin konuma gelmişti. Ders alan değil, ders verebilecek konuma ulaşmıştı. Düşünsel yetilerinin ve zekâsının farkında olan, bilgin Şey Hüseyin Ahlati, öğrencisi Bedreddin’i, Timur’un sarayında ki ulemalarla tartışabilecek yetkinlikte olduğunu gördüğünden, Bedreddin’i bu yönde teşvik etmiştir.
Bedreddin, 1383-1406 yılları arasında bir gezgin gibi dolaşmıştır. Birçok bilgin ve ulemayla görüşmüş, her konuştuğu bilgelerden, ulemalardan kendi düşünsel besinine yeni şeyler eklemiş ve böylece görüşlerini zenginleştirmiştir.
Bedreddin Anadolu’ya gelince, dönemin muhalif inançları içinde yer alan, Alevi-Bektaşi öğretisiyle de buluşmuş, bu öğretinin verilerini, söylemlerini ve ilkelerini benimsemiştir.
Bedreddin, Mısır’dan Anadolu’ya dönerken, hocası Şey Hüseyin Ahlati’den öğrenmiş olduğu Tasavvufi-Bâtıni bilgileri nedeniyle, daha önce yazmış olduğu kitaplarını, Nil Nehrine atarak, önceki düşüncelerini olumsuzlamış ve geçersiz kılmıştır. Anadolu’ya gelince de, önce Konya, sonra da Aydın, İzmir, Tire ve en sonunda da Edirne’ye gitmiştir. Gittiği yer yerde, halkla bir araya gelmiş ve buralarda, görüş ve düşüncelerini anlatmıştır. Bedreddin’in görüş ve düşüncelerini benimseyenler Aleviler olmuştur. Bundan dolayı da, en çok, Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere giderek oralarda, Bâtıni ve tasavvufi değerlerden oluşan görüş ve düşüncelerini yaymıştır.
Yaşamı boyunca birçok bölgeyi gezen Şey Bedreddin, özellikle, Halep, Tokat, Tebriz, Karaman, Aydın, Bursa, Tire, Edirne, Ege Adaları ve Balkanları dolaşmıştır. Buralarda kendi düşüncelerini yaymaya çalışmıştır. Bu bölgelerde yaşayan Alevi-Bektaşilerin büyük desteğini almıştır.
Bedreddin’in, bu geziler sırasında Tire’ye uğradığı sırada, Karaburun’da yaşayan Börklüce Mustafa, ününü duyduğu Bedreddin’i görmek için, onu ziyarete gitmiş ve onunla tanışmıştır.
Börklüce Mustafa, Rumlarla yakın ilişkiler kurmuştur. Rumca da bilmektedir. Hıristiyanlığı da incelemiştir. Börklüce, devrimci ve reformcu görüşlere sahiptir. Bu nedenle, hem devlet yönetimlerinde ki baskıcı ve sömürücü uygulamalara, hem dinlerdeki hurafelere, hem başka inançları yok sayan inançlara da, her zaman karşı olmuştur. Bu nedenle de hem devlette ve hem de dinlerde yenilikler yapılmasından yana olmuştur. Bedreddin’le tanıştığında, onun düşüncelerine hayran kalmış, süreç içinde, onun, hem düşünsel ve hem de eylemsel yandaşı olmuştur
Bedreddin’de, Börklüce Mustafa, benzer görüşleri dile getirmektedir ve aynı düşünceleri paylaşmaktadırlar. Bundan dolayı da, toplumda yaşanan olumsuzluklara karşı, birlikte mücadele etmenin düşünsel ve eylemsel birliktelik içinde bulunmanın koşulları ortaya çıkmıştır. Böylece, zamanla düşünsel ve eylemsel birliktelik sağlanmıştır.
Bedreddin, Tire’den ayrıldıktan sonra Sakız’a geçmiştir. Burada Tekfur ve Papazlarla görüşmüş, bu görüşmeler sırasında, gerek Sakız Tekfuru (valisi), gerek din adamları (papazlar) ve gerekse halkın ilgisini çekmiştir.
Bedreddin, Sakız Ada’sından, dönüş sırasında Kütahya üzerinden yolculuk yapmış ve bu sırada da, Domaniç Dağlarının eteklerinde yaşayan Torlaklarla karşılaşmıştır.
Torlaklar, Anadolu’da Bâtıni inancı benimsemiş, yaşama, hoşgörüyle bakan, şeriata karşı olan vb. gezginci dervişlerdir. Bunlar, daha çok kalenderi ve cavlakidirler. Yaşamları, giyimleri- kuşamları sadedir. Dünya nimetlerine çok fazla değer vermezler ve geleneklere çok aldırmazlar. Halk arasında bu dervişlerin olağanüstü güçlere sahip olduklarına ve “gaip”ten haber verdiklerine dönük inançlar vardır. Torlaklar, daha çok 15. ve 16. yüzyıllarda varlıklarını göstermişlerdir. Daha sonra, özellikle Bektaşilik içinde erimişlerdir. Torlaklara, aynı zaman da ışıkçılar ve Bektaşiler de denmiştir.
Torlak Kemal’de, bu Bâtıni dervişlerden birisidir. Musevi kökenli olduğu söylenir. Şeyh Bedreddin, Torlak Kemal’e yaptığı görüşmeden sonra Torlaklar tarafından benimsenmiş, sevilmiş, güven duyulmuş ve önder olarak görülmüştür.
Bedreddin: “her insan doğuşta eşit doğar, servetler sonradan elde edilir. O halde birilerinin çok zengin, birilerinin ekmek bile bulamaması, ne insani değerlere ve ne de Tanrı’nın ilahi adaletine uygun değildir. Herkes kardeştir, kimse kimseden üstün değildir. Allah, tüm insanları yarattığına göre; herkes Allah'ın kuludur, bunun içinde herkes barış içinde ve tok olarak yaşamalıdır” dediği için, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, İnançlı- inançsız, hangi etnik kökenden olursa olsun, hemen herkes tarafından sevilmiş ve desteklenmiştir. Bu nedenle de fikirleri büyük yığınlar tarafından benimsenir olmuş ve büyük taraftarlar bulmuştur.
Bu süre içinde görüş ve düşüncelerini yaymaya çalışan Bedreddin, belirli bir süre sonra, düşüncelerinin derinliği ve etkili görüşleriyle, önemli bir kalabalık taraftar toplamış ve çevresindeki taraftarlar ona büyük bir sevgiyle bağlanmışlardır. O dönemde ezilen, horlanan, baskı gören, yoksulluk yaşayan ve çaresizlik içinde bulunan halk Bedreddin’i bir “kurtarıcı olarak görmüştür…
Şey Bedreddin, tüm bu toplumsal ilişkiler, düşünsel ve kültürel ortam içinde yaşamış ve tüm bu değerlerden düşünsel gıdasını edinmiştir.
Bedreddin’in en önemli eseri Varidat (İçedoğuş)’tır.
Şeyh Bedreddin 1420’de Serez’de idam edilmiştir.
604 yıl önce yitirdiğimiz bu değerli eylem ve düşün insanını saygıyla anıyorum…
Kaynak;
ALGÜL, Rıza; Aleviliğin Sosyal Mücadeledeki Yeri; Pencere Yay. 1996
Ana Britannica Cilt 3, “Bedreddin” Maddesi.
Anadolu Halk Hareketleri; HBVAKVGM; 2003
Anıl, Yaşar Şahin; Şeyh Bedreddin, Kastaş Yay.2009
ERGÜVEN, Abdullah Rıza; Evren ve Yaratı; Gerçek Yay. 1990
EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Şeyh Bedreddin, Vâridat; Derin Yay. 2004
GÜNBULUT, Şükrü; Halk Şiirinde Başkaldırı, Berfin Yay. 2000
KAYGUSUZ, İsmail, Alevilik- İnanç, Kültür, Siyaset Tarihi ve Uluları 1. Cilt. Alev Yay. 1995
Öz Baki; Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları Can Yay.2003; 3. Baskı.
ÖZ, Gülağ; İslamiyet, Türkler ve Alevilik, (1400 Yıllık Muhalefet); Yol Bilim Yay. 4. Bsk. 2010
ÖZMEN, İsmail; Alevi-Bektaşi
Comments